Aziz Büyüğüm, Çok Değerli Dostlar,
Sizlere sağlık, huzur, bereket ve esenlik içinde olmanız dileğiyle hayırlı günler diliyor ve rahmetli şair-yazar Necip Fazık Kısakürek’in de mürşidi olan yakın dönem Allah Dostlarından Abdülhakîm Arvâsî Hz.’nin hayatından ibretler ve dersler içeren bir yazıyı paylaşıyoruz.
Saygı ve sevgilerle.
Çiğdem Seçkin Gürel
ALLAH DOSTLARININ HAYATLARINDAN İBRETLER VE DERSLER
Abdülhakîm Arvâsî
Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîlerinden. 1865 (H.1281)'te Van vilâyetinin Başkale kasabasında doğdu. 1943 (H.1362)'de Ankara'da vefât etti. Kabri, Ankara yakınındaki Bağlum kasabasındadır.
İmâm-ı Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım soyundan olup seyyiddir. Hazret-i Ali'ye kadar bütün babaları âlim ve velî idi. Birçoğu zamânının kutbu, devrinin en büyük evliyâsı ve rehberiydi. Babası Seyyid Mustafa, Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin oğlu Seyyid Ubeydullah'ın halîfesiydi. Gördüğü kimsenin hangi namazı kılmadığını, Allahü teâlânın ihsânı ile yüzünden anlardı. Dînin emir ve yasaklarına bağlılıkta fevkalâde titiz, din bilgilerini yaymada gayretli ve çok cömertti. Âlimlere, bilhassa on yedinci asırda Hindistan'ın Siyalkut şehrinde İslâm âlemini her yönüyle ışıklandırmış olan Abdülhakîm Siyalkûtî hazretlerine pekçok muhabbeti vardı. Bir oğlu olursa ona Abdülhakîm ismini verecekti. Seyyid Mustafa Efendinin bir oğlu olduğu gece, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin torunlarından büyük âlim Seyyid Tâhâ hazretlerinin küçük birâderi Abdülhakîm Efendi kendisinde misâfirdi. SeyyidMustafa Efendinin içindeki dileğine bu ilâhî hikmet de eklenince, doğan oğluna Abdülhakîm ismini verdi.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ilk bilgileri babasının yanında öğrendi. Sonra Başkale'de ibtidâî ve rüştiye mekteplerini bitirdi ve o zaman ilim ve irfan merkezi olan Irak'ın çeşitli şehirlerinde, Müküs kazâsında yüksek âlimlerden, Arap ve Fars dili ve edebiyatı, mantık, münâzara, kelâm, ilâhî ve tabiî hikmet, fen ve matematik, tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf dersleri aldı. Nehrî'de gördüğü bir rüyâ üzerine tahsîline daha büyük ehemmiyet verdi. Bu rüyâyı şöyle anlatmaktadır:
Nehrî isimli kasabada din ve fen ilimleri üzerine tahsil görüyordum. Ramazan ayını âilemle birlikte geçirmek üzere memleketime döndüm. Henüz ilk mektep kitaplarını tahsîl ettiğim zamanlardı. Ramazan ayının on beşinci Salı gecesi, rüyâda Allah'ın Resûlünü gördüm. Yüce bir taht üzerinde risâlet makâmında oturmuşlardı. O'nun heybet ve celâli karşısında dehşete düşmüş, yere bakarken, arkamdan bir kimse yavaş yavaş sağ tarafıma yanaştı. Göz ucuyla kendisine baktım. Kısaya yakın orta boylu, top sakallı, aydınlık alınlı bir zât... Bu zât sağ kulağıma işitilmeyecek kadar hafif bir sesle, fıkıh ilminin hayz meselelerinden bir suâl sordu: "Hayz zamânında bir kadının, câmiye girmesi uygun değilken, iki kapılı bir câminin bir kapısından girip öbür kapısından çıkmakta şer'an serbest midir?" Allah Resûlünün heybetlerinden büzülmüştüm. Suâli tekrar sormaması için gâyet yavaşca ve alçak bir sesle; "Dînin sâhibi hazırdır, buradadır." diye cevap verdim. Maksadım, şerîat sâhibinin huzûrunda kimsenin din meselelerine el atamayacağını anlatmaktı. Resûlullah Efendimiz, ses işitilemeyecek bir mesâfede bulunmalarına rağmen cevâbımı duydular. Durmadan; "Cevap veriniz!" diye üst üste iki defâ emir buyurdular.
Ertesi gün, öğle namazı vaktinde pederimin câmiye geliş yolları üzerinde durdum. Kendilerine bir şeyi arzedeceğimi hissederek yanıma geldiler. Rüyâmı anlattım. Yüzlerine büyük bir sevinç dalgası yayılırken; "Seni müjdelerim! Âlemin Fahri seni mezun ve din bilgilerini tebliğe memur buyurdular. İnşâallah âlim olursun! Bütün gücünle çalış." diyerek rüyâmı tâbir etti. Babama; "Kâinâtın Efendisi huzûrunda, bunca din meselesi dururken bana hayz bahsinden suâl açılmasının ve cevâbının tarafımdan verilmesi hakkındaki Resûlullah'ın emrinin hikmeti nedir?" diye sordum şu cevâbı verdi:
"Hayz, fıkıh bilgilerinin en zoru olduğu için böyle bir suâl, senin ileride din ilimleri bakımından çok yükseleceğine işârettir.
Bu rüyâdan sonra, on sene müddetle, Cumâ gecelerinden başka hiçbir geceyi yorgan altında geçirdiğimi hatırlamıyorum. Sabahlara kadar dersle uğraşıp insanlık îcâbı uykuyu kitap üzerinde geçirdim. İnsan gücünün üstünde denilebilecek bir gayret ve istekle çalıştım.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, öğrendiği fıkıh, tefsîr gibi ilimlerin yanında kendisini mânevî yoldan yetiştirecek bir rehbere kavuşma arzusu ile yanıyordu. Diğer taraftan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin halîfesi Seyyid Fehîm-i Arvâsî, rüyâsında Allahü teâlânın Resûlünü gördü. Peygamber efendimiz kendisine; "Abdülhakîm'in terbiyesini sana ısmarladım." buyurmuştu.
Nihâyet Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri 1878 (H.1295) yılında Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerinin huzûruna kavuştu ve hocasından aldığı ilk emir, tövbe ve istihâre oldu. İstihârede şöyle bir rüyâ gördü:
Seyyid Tâhâ hazretleri, câmide, talebesi Seyyid Fehîm'e şu emri veriyordu: "Abdülhakîm'i al, elbisesini soy, cevâzimât-ı hams çeşmelerinde kendi elinle tamâmen yıka! Sonra ikimize de imâm olsun!.. Seyyid Fehîm hazretleri onu alıp cevâzımât-ı hams çeşmelerinde yıkıyor, o da elini onun omuzuna koyarak, sağ ayağını kendisi için serilmiş olan seccâdeye bırakıyordu.
Bu rüyâ onun talebeliğe kabûl edildiğine dâir gâyet açıktı. Tâbire muhtaç kısmı sâdece cevâzımât-ı hams tâbiri idi. Cevâzım cezm'in çoğulu olup kat'î, kesin demektir. Hams yâni beş adedi ise âlem-i emrin, latîfenin tasfiyesine işâret olduğu açıktı. Rüyânın başka tâbire muhtaç olmayan açıklığı ayrı bir ilâhî lütuf ve sonsuz bir ihsândı.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, gördüğü bu rüyânın tesiri ile büyük bir aşkla ilim tahsîl edip, ilimde ilerlediği gibi, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve teveccühleri ile gönlünü nurlandırdı. 1882 (H.1300)'de zâhirî ilimlerde icâzet aldıktan sonra, 1888 (H.1305)'de tasavvufta Nakşibendî yolundan icâzet aldı. Ancak Nakşî tarîkatında H. 1000 târihinden sonrakiler ilk asırdakilere benzer olduğuna dâir işâretler bulunduğundan, Nakşîlikten mezun olanlar, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Kâdiriyye ve Çeştiyye tarîkatlerinden de mezun sayılıyordu. Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de mürşîdi Seyyid Fehîm hazretleri tarafından Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî ve Çeştî tarîkatlerinden de icâzet aldı.
Bundan sonra memleketi Arvas'a dönen Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin burada büyük ilmî faâliyetleri oldu. Bunu kendileri şöyle anlatmaktadır:
Memleketimizde, mevcut medreselerden ayrı olarak, bana miras kalan mallardan bir medrese yaptırdım. Mevcut kitaplara ilâve sûretiyle zengin bir kütüphâne kurdum. Talebenin yiyeceği, giyeceği, yatacağı, yakacağı tarafıma ait olmak üzere de o medresede 29 yıl ders okuttum. Birçok âlim ve fâdıl yetiştirdim. Bunları gönderdiğim yerler âdetâ irfan nûruyla doldu. O civarda medresemiz ilim feyziyle şöhret buldu. Vâlilerin, üst kademedeki memurların, bilhassa uzak yerlerdeki âlimlerin bile övgüyle, sitâyişle bahsettikleri bir ilim merkezi oldu. Medresemizden yetişen ilim adamlarının okumalarına mahsus kitapları İstanbul'dan getirtiyordum. Medresemin bağlıları bu kitapları aşîretler ve kabîlelere gönderip onları ilim nûruyla aydınlatırlardı. Mezunlarımızdan bâzıları vilâyet, sancak ve kaza merkezlerinde müftî olarak vazîfelendirilirdi. İçlerinden muhtaç olanları ev eşyâlarını tedârik ederek evlendiriyordum. İran'ın sınır boyundaki halk bu kişilerin gayretleri sâyesinde Sünnîlikte devâm ediyorlar ve kendilerini görenler, İslâma bağlılıkları karşısında hayrete düşüyorlardı.
Seyyid Abdülhakîm Efendi, 1897 yılında hac vazîfesi ile Hicaz'a geldiğinde önce Medîne'ye gelip Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Yanında Hacı Ömer Efendi isimli eşraftan bir zât vardı. Onunla berâber bir gece, mübârek Ravza'da akşam namazından sonra, yüzünü saâdet şebekesine döndürmüş, son derece edeb ve hürmet içerisinde beklerken, sağ tarafında oturan Hacı Ömer Efendi kulağına eğilip yavaşça:
"Refikam, şu anda özür sâhibidir. Peygamber Mescidini ziyârete gelemez. Bâb-üs-Selâm'dan girerek Peygamber huzûrunda bir selâm verip, Bâb-ı Cibrîl'den çıkmasına şer'an müsâde var mıdır?" dedi.
Seyyid Abdülhakîm Hazretleri o anda 25 yıl önceki rüyânın hatırına gelmesi ile korkuyla sarsıldı. Hacı Ömer Efendinin yüzüne bir daha baktı. Evet 25 yıl önce rüyâsında gördüğü şahıs da bu şahıstı. Yavaşça:
"Bu suâlin cevâbına mezun olmak şöyle dursun, bilakis memurum!" buyurdu. Ancak rüyâda olduğu gibi Resûlullah Efendimizin huzûrunda bulunduğundan cevap vermekte mazur olduğunu bildirdi. Bâb-ı Rahme'den dışarı çıktıktan sonra hem meseleyi cevaplandırdı ve hem de rüyâyı tafsilâtı ile anlattı.
Şeyh Abdülhakîm Efendi 1907'deki haccı sırasında büyük evliyâ Şeyh Ziyâ Mâsum'un yüksek iltifatlarına mazhar oldular. Birlikte vedâ tavâfını yaparlarken Şeyh Ziyâ Masum hazretleri kendisine:
"Mürşidin Seyyid Fehîm hazretleri tarafından Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Kübrevî, Çeştî tarîkatlerinden memur ve mezun olduğun gibi ilâveten sana Üveysîlik yüksek yolundan da icâzet verdim." buyurdular.
(devam edecek...)