Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım'dan aldığımız sunum (devam)
Gönderen :
Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih :
5/13/2014 5:04:16 PM
(devam:…)
Hz. Ebû Bekir, Müslüman olunca Allahü Teâlânın rızası, Habîbullahın aşkı için seksen bin altın fakirlere sadaka verdi. Kırk bin altını gizli, kırk bini de aşikâre vermişti. Bundan sonra giyecek elbisesi bile kalmamıştı. Sonra eski bir mutaf (keçi kılından dokunmuş elbise) eline geçti. Arkasına giydi. Namaz vakitleri haricinde göğsüne kadar tandıra girer, mutafı arkasına alırdı. Namazları evinde kılardı. Böylece üç gün geçti. Resûlullah (s.a.v.) dördüncü gün sabah namazından sonra Eshâb-ı Kirâma dönerek, “Ebû Bekir Sıddîk üç gündür mescide gelmiyor. Acaba hasta mıdır, gidip hatırını soralım” buyurdular. O sırada Cebrâil Aleyhisselâm siyah mutaf giymiş vaziyette geldi. Resûl-i ekrem Cebrâil Aleyhisselâmı görünce rengi değişti. Ey kardeşim Cebrâil bu ne haldir? diye sordular. Yâ Resûlullah gökteki bütün melekler böyle giydiler, dedi. Neden bu şekilde giydiler diye sorunca, Yâ Resûlallah! Hz. Ebû Bekir Hak Teâlânın rızası ve senin dinin uğruna, kırk bini gizli, kırk bini de aşikâre olarak seksen bin altın sadaka verdi. Hiç giyeceği kalmadığı için üç gündür mescide gelemedi. Hak Teâlâ sana selam edip, Hz. Ebû Bekir’e bir elbise gönderilmesini emir buyurduğunu haber verdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) eshabına, “Kimde bir fazla elbise varsa versin! Hak Teâlâ ona çok sevab verip, Firdevs Cennetinde bana komşu yapacaktır.” buyurdu. Eshâb-ı Kirâmın hiçbirinin fazla elbisesi yoktu. Sonunda bir Sahâbî başka birisinden bir elbise bulup, Hz. Ebû Bekir’e gönderdi. Hz. Ebû Bekir o elbiseyi giyip, Resûl-i Ekrem’in huzuru ile şereflenmek için yola çıktı. Henüz huzura varmadan Cebrâil Aleyhisselâm gelip, Yâ Resûlallah! Hak Teâlâ sana selam edip, Ebû Bekir’i karşılamanızı emir buyurdu, dedi, Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ebû Bekir’e karşı çıkıp musâfeha etti. Bütün Eshâb-ı Kirâm da musâfeha edip, hepsi candan Hz. Ebû Bekir’e duâ ettiler.
Eshâb-ı Kirâmın büyüklerinden Ebû Sa’îd-i Hudrî (r.a.) şöyle bildiriyor: Birgün Resûlullah (s.a.v.) hutbe okuyordu. Hutbelerinde: “Allahü Teâlâ bir kulunu dünyâ ile kendi katında olan arasında serbest bıraktı. O da, Allahü Teâlâ katında olanı seçti” buyurdu. Hz. Ebû Bekir bunu duyunca ağladı. Kendi kendime, bu zatı hangi şey ağlatıyor. Kulunu Allahü Teâlâ, dünyâ ile kendi katında olan arasında serbest bıraktı, o da Allahü Teâlâ katında olanı seçti. Ebû Bekr-i Sıddîk bizim en âlimimiz idi. Resûlullahın (s.a.v.) Ona, “Ey Ebû Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı bana Ebû Bekir’den daha bereketli olan yoktur. Eğer ümmetimden dost edinseydim, Ebû Bekir’i edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği ve muhabbeti vardır.” Hz. Ebû Bekir’in mescide açılan kapısı hariç, diğer bütün kapıları kapattırdı. “Onun kapısında nûr görüyorum.” buyurduğundan, âlimler, bu kendisinden sonra onun halifeliğine işarettir, dediler.
İbni Münzir, Hz. Ali’den (r.a.) bildirir: “Bu ümmetin Resûlullahdan sonra en üstünü Ebû Bekir, sonra Ömer, sonra Osman’dır (r.a.)” sonra da kendisinin olduğunda ittifak vardır. Hz. Ebû Bekir’den başka hiç kimse Cebrâil Aleyhisselâmdan vahiy işitmemiştir.
Resûlullah efendimiz, Mi’rac gecesi Cebrâil Aleyhisselâma: “Ümmetimin hepsine sual, hesap var mıdır?” diye sordu. “Ebû Bekir’den başka herkese vardır. Ona, (Buyur! Hesapsız Cennete gir!) denilecektir. O da (Yâ Rabbî! Dünyâda beni sevenleri bana bağışla, onlarla birlikte Cennete girelim) diyecektir.”
Diline hâkim olmak, lüzumsuz hiçbir söz söylememek için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbur olmadıkça asla dünyâ kelâmı söylemezdi. Bir Hadîs-i Şerîfte: “Ebû Bekir’in imânı, bütün mü’minlerin imânları ile tartılsa, Ebû Bekir’in imânı ağır gelir” buyuruldu.
Hz. Ömer anlatır “Tebük gazasında, Resûlullah (s.a.v.) herkesin sadaka getirmesini emir buyurmuştu. O sırada benim de malım çok idi. Her zaman Hz. Ebû Bekir hepimizden fazla sadaka verirdi. Bu sefer de ben en fazla vereyim düşüncesiyle malımın yarısını götürürdüm. Resûlullah, “Ey Ömer evine ne kadar mal bıraktın!” buyurdu. Bunun kadar da evimde var dedim. O esnada, Ebû Bekir (r.a.) geldi. Resûlullah (s.a.v.) O’na da, “Evine ne kadar mal baraktın!” buyurdu. Hiçbir şey bırakmadım dedi. “İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.” buyurdu.
Hz. Ebû Bekir ile Ebûdderdâ (r.a.) beraber bir yolda giderken, dar bir yere geldiler. Hz. Ebûdderdâ önde, Hz. Ebû Bekir arkada yürürlerdi. O sırada, karşıdan Resûl-i Ekrem parlak ay gibi göründü. Hz. Ebûdderda’ya hitaben: “Neden Ebû Bekir’in önünde yürüyorsun! Onun daha üstün olduğunu bilmiyor musun? Böyle gitmek edebe aykırı değil midir?” buyurdu. Ebûdderdâ (r.a.) hatasını anlayıp tevbe etti.
Birgün Eshâb-ı Kirâm Resûlullaha, Hz. Ebû Bekir’den şikâyet için gelip, “Yâ Resûlallah Hz. Ebû Bekir. odasında yalnız başına ciğer kebabı yer, kokusunu duyarız, bizi hiç davet etmez” dediler. “Bir daha böyle yaptığında, bana haber verin, beraber evine gidelim!” buyurdu. Bir gün haber verdiler. Resûl-i ekrem, hemen kalkıp, Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Ateş ve kebap yoktu. “Yâ Ebâ Bekir, sen ciğer kebabı yiyormussun, bize de var mıdır?” buyurdu. Yâ Resûlallah, ben ciğer kebabı yemiyorum, pişen kendi ciğerimdir, dedi. Resûlullah, bunun nasıl olduğunu sorunca: “Hak Teâlâ, bana İslâm Dinini nasîb etti. Habîbine dost eyledi. Eshâb-ı Kirâm arasında büyük yer verdi. Acaba kıyâmet gününde hâlin ne olur, bu kadar nimetin şükrünü yapabilir miyim, diye korktuğumdan, ciğerim kebap oluyor” cevabını verdi. Bunu işitince, Eshâb-ı Kirâmın, Hz. Ebû Bekir’e olan muhabbetleri daha çok arttı.
Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâbı ile mescidde otururken, Cebrâil Aleyhisselâm geldi. Resûl-i Ekrem’e, Hz. Ebû Bekir’in bir saat ibâdeti yetmiş yıllık ibâdet yerini tutar, dedi. Resûl-i Ekrem, bir şey söylemeyip, Hz. Bilâl’e Ebû Bekir’i (r.a.) çağırmasını emir buyurdu. Hz. Ebû Bekir’e haber gidince, hemen yola çıktı. Resûlullah Hz. Ebû Bekir’i karşıdan görünce, karşılayıp, yanına oturttu. Evde ne yapıyordun diye sordu. Hatırıma şu gelmişti: “Hak Teâlâ Cenneti ve Cehennemi yarattı. Her ikisini de dolduracağını diledi (takdir etti). Hak Teâladan, vücudumu Cehennemi dolduracak kadar büyük yapmasını diledim. Böylece hem Hak Teâlânın takdiri yerine gelmiş, hem de bütün insanlar Cehennem korkusundan kurtulmuş olurlar cevabını verdi. Eshâb-ı Kirâm, Hz. Ebû Bekir’in bu yüksek arzulu duasını çok beğenip, O’na, hayır duâ ettiler,
Resûl-i Ekrem bir gün: “Bu gün içinizde oruçlu olan var mıdır?” buyurunca; Hz. Ebû Bekir, ben oruçluyum, dedi. “İçinizde kim, bugün cenazede bulundu?” buyurdu. Hz. Ebû Bekir, ben bulundum, dedi. Yine: “İçinizden kim, bugün bir fakire yemek verdi?” buyurdu. Hz. Ebû Bekir, ben verdim cevabını verdi. Sonra: “İçinizden kim, bugün hasta yokladı?” buyurdu. Hz. Ebû Bekir, ben yokladım dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Bu kadar hasletlerin bulunduğu kimse, muhakkak Cennete girer” buyurdu. Cennete girmekten maksat, kötü işlere yapılan cezayı görmeden, hesapsız Cennete girmektir, denilmiştir.
Resûlullah efendimiz (s.a.v.) bir Hadîs-i Şerîfte buyurdu ki: “Bize her nimet verene, iyilik edene mükâfatını verdik. Fakat Ebû Bekir’in iyiliğinin, ikramının karşılığını veremedik. O’na, Hak Teâlâ hazretleri, kıyâmette ikramda bulunacak, mükâfatını verecektir. Bana Ebû Bekir’in malının verdiği fayda gibi hiç kimsenin malının faydası olmadı. Dost edinseydim, Ebû Bekir’i edinirdim. Fakat ben Hak Teâlânın dostuyum.” Hz. Ömer: “Hz. Ebû Bekir, bizim Seyyidimiz, büyüğümüz, hayırlımızdır. Resûl-i Ekrem’e hepimizden çok sevgilidir” buyurmuştur.
Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın vefâtından sonra, her geçen gün biraz daha zayıflıyordu. Birgün kızı Âişe-i Sıddîka hazretleri bu zayıflamanın sebebini sordu. Cevabında: “Beni, Muhammed Aleyhisselâmın ayrılığı böyle zayıflattı” buyurdu.
Hz. Âişe anlatır: Babam vefât edince, Eshâb-ı Kirâm nereye defn edelim diye tereddüde düştüler. O halde uyumuşum. Kulağıma, “Dostu dosta kavuşturun” diye bir ses geldi. Uyandım, Eshâb-ı Kirâma anlattım. Onlar da aynı sesi işittiklerini söylediler. Hatta mescidde namaz kılanlar da, işittik dediler. Artık müşavereye lüzum kalmamıştı. Habîb-i Ekrem’in yanına defn ettiler.
Hz. Ebû Bekir, son hastalığında: “Halifeliği kime bırakacağım hususunda tekrar istihare ettim. Hak Teâlâdan, rızâsına uygun olmasını diledim. Bilirsiniz, yalan söylemem. Hiçbir akıllı kimse de, Hak Teâlâya kavuşma zamanında kendisine iftira edilmesini istemez ve Müslümanları aldatmayı uygun bulmaz” buyurdu. Orada bulunan Eshâb-ı Kirâm, ey Allah’ın Resûlünün halifesi! Senin doğruluğunda şüphemiz yoktur. Söyleyeceklerini söyle dediler. Şöyle buyurdu: Gecenin sonuna doğru uyumuşum. Resûl-i Ekrem’i rüyada gördüm. İki beyaz elbise giymişti. O elbiselerin eteklerini ben tutuyordum. O sırada elbiseler yeşil olup, parlamağa başladı. Bakanların gözlerini alırdı, iki yanında, uzun boylu, gayet güzel yüzlü, nûr elbiseli ve bakanlara neşe veren iki kimse vardı. Resûl-i Ekrem selâm verip musafeha etmekle beni şereflendirdi. Mübârek elini göğsüme koydu. Üzüntüm gitti. “Yâ Ebâ Bekir, seni çok özledik, kavuşma zamanı yaklaştı” buyurdu. Uykuda o kadar ağlamışım ki, evdekiler uyanmışlar. Sonradan bana söylediler. Ben de seni özledim, yâ Resûlallah dedim. “Bu ümmet için âdil, sâdık, yerde ve gökte herkesin rızasını kazanmış, zamanın en temiz olan Fârûk’u (Hz. Ömer’i) halife seç!” buyurdular. Yanındakileri göstererek: “Bunlar, dünyâda vezirlerin, vefâtın zamanında yardımcıların, Cennette komşularındır. Bana senin isminin gökte melekler arasında, yerde halk arasında Sıddîk olduğunu haber verdiler” buyurdu. Yâ Resûlallah, anam babam sana fedâ olsun, bu iki kişiyi tanıyamadım ve onlar gibi kimse de görmedim, dedim. “Bunlar Cebrâil ve Mikâil’dir” buyurdular. Sonra gittiler. Uyandım. Yüzüm gözyaşlarından ıslanmış, evdekiler baş ucumda ağlıyordu.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) ölüm hastalığında çocuklarını Hz. Âişe’ye, iki oğlan, iki kız olarak ısmarladı. Hz. Âişe, benim bir kız kardeşim var, ikincisi hangisidir? diye sordu. “Hanımım hâmiledir. Kızı olacağını zan ediyorum” buyurdu. Hakikaten vefâtından sonra, hanımının bir kızı oldu.
Hz. Ebû Bekir (r.a.), hicretin on üçüncü yılında vefât edince, Medine’de herkes ağladı. Hz. Ali (r.a.) işitince, ağlayarak geldi ve “Hilâfet bugün tamam oldu” buyurdu. Kapı önünde durup:
Yâ Ebâ Bekir! Sen, Resûlullahın sevgilisi, arkadaşı, dert ortağı, sırdaşı ve müşâviri idin. Önce İslâma gelen sensin. Senin imânın, hepimizin imânından daha saf oldu. Senin yakînin, daha kuvvetli, Allah’dan korkun daha büyük oldu. Herkesten zengin, herkesten daha cömert sen idin. Resûlullaha en şefkatli, en yardımcı, sen idin. Resûlullah ile sohbetin, hepimizin sohbetinden daha iyi idi. Hayır sahiplerinin birincisi sensin. Senin iyiliklerin, hepimizinkinden çoktur. Her iyilikte ileridesin. Resûlullahın huzurunda, senin derecen en yüksek oldu. O’na en yakın, sen oldun. İkramda, ihsanda, güzel huylarda, boyda, yaşda, O’na en çok benzeyen, sen oldun. Allahü Teâlâ, sana, çok mükâfat versin ki, Resûlullaha herkes yalancı derken sen, doğru söylüyorsun, inandım dedin. Sen, O’nun kulağı ve gözü gibi idin. Allahü Teâlâ seni, Kur’ân-ı kerîmde (sıdk) ismi ile şereflendirdi. Resûlullaha, en sıkıntılı zamanlarında yardımcı oldun. Sulhda, O’nun huzurunda, harplerde, O’nun yanında idin, O’nun ümmetinin halifesi, O’nun dininin koruyucusu idin. Câhiller dinden çıkarken, sen İslâm dinine kuvvet verdin. Herkes şaşırdığı zaman, sen kükremiş arslan gibi ortaya çıktın. Herkes dağılırken sen Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) yolunu tuttun. Eshâbın az konuşanı ve en beliği, edîbi sen idin. Her sözün, her buluşun doğru, her işin temizdi. Gönlün herkesten kuvvetli, yakînin hepimizden sağlam idi. Her işin sonunu, önceden görür, geri kalmışları İslâma sokarak aydınlatırdın. Mü’minlere şefkatli, af edici baba.idin. İslâm’ın ağır yükünü sen taşıdın, İslâm’ın hakkını herkes elden kaçırırken, sen yerine getirdin. Sen rüzgarların oynatamayacağı bir dağ gibi idin. İşin doğruluk idi, ilim idi. Sözün mertçe, doğruyu bildirmek idi. Gerici düşüncelerin, bozuk inançların kökünü kazıdın. Hak dinin ağacını diktin. Güçlükleri, Müslümanlara kolaylaştırdın. Küfür ve mürtedlik ateşini söndürdün. Allah’ın dinini, sen doğrulttun. İslâma, imâna sen kuvvet oldun. Göklerde, melekler arasında, senin derecen çok büyüktür. Muhacirler ve Ensâr arasında, senden ayrılık yarası çok derindir) buyurdu. Ve çok ağladı. Mübârek gözlerinden yaşlar aktı. Sonra: “Allahü Teâlânın kaza ve kaderine râzı olduk. Verdiği elemleri kabul ettik. Yâ Ebâ Bekir! Resûlullahdan ayrılık acısından sonra, bize senin vefâtından daha acı bir musîbet gelmedi. Sen mü’minlere sığınak, dayanak ve gölge idin. Münafıklara karşı çok sert ve ateşli idin. Allahü Teâlâ, seni Muhammed Aleyhisselâmın huzuruna kavuştursun! Bize, senden ayrılma acısı için sabırlar ve ecirler versin! Bizleri, senden sonra, azmaktan, sapıtmaktan korusun” buyurdu. Eshâb-ı Kirâmın hepsi, sessizce, Hz. Ali’nin sözlerini dinledi. Sonunda hepsi, hüngür hüngür ağladı. Hz. Ali, ilk İslâm’a gelen ve en önce Resûlullah (s.a.v.) ile kıbleye karşı namaz kılan Ebû Bekir’dir” buyurdu. O’nun her sözü, dinleyenin ve okuyanın kalbine tesir etmektedir. Buyurdular ki:
“Takva akıllıca yapılan işlerin en güzelidir. Hakka asî olmak ahmakça yapılan işlerin en çirkinidir. Verilen emâneti yerine getirmek en üstün doğruluk sayılır. Hıyanet olarak da, en önde yalan gelir, “
Bir defasında bilmeden şüpheli birşey yiyip hemen anlayınca zorla istifra edip, midesini boşalttı ve sonra şöyle duâ etti: “Allah’ım, bilmeden yaptım. Çıkarabildiğim kadarını çıkardım. Beni bundan ve damarlarımda kalanlardan sorguya çekme!”
Birine nasihat veriyordu. Sonunda şöyle buyurdu: “Ey kardeşim, sana yaptığım tavsiyeyi aklında tut ve kaybolmamasına dikkat et! Ölümü özüne sevdir. Nasıl olsa gelecek.” Çok kerre dilini parmağıyla tutar ve: “Başıma gelen her şey bunun yüzündendir” derdi. Binekte iken devesinin yuları düşse, verin demez, deveyi çöktürür alırdı. Sebebini sordular, “Resûlullah bana, insanlardan birşey isteme diye emretti” buyurdu.
“Allah sevgisini hâlis olarak tadanı, bu sevgi, dünyâyı istemekten alıkoyar ve bütün insanlardan uzaklaşır, kesilir.”
“Ömrünü faydasız, boş şeylerle geçiren, tarlaya tohum ekme vaktini kaçırmış olur. Vaktinde tohum ekmeyen ise, hasat zamanında pişman olur.”
“Ne söyleyeceğine ve ne zaman söyleyeceğine dikkat et!”
Ordu kumandanlarını bir yere gönderdiği zaman, onlara: “Kadınları öldürmeyiniz, çocuklara dokunmayınız, ihtiyarlara tecâvüz etmeyiniz, meyvalı ağacı kesmeyiniz, ma’mur yerleri tahrip etmeyiniz, haddi tecâvüz etmeyiniz, korkmayınız ve gıdadan başka bir maksatla koyun ve deve kesmeyiniz ve manastırlarına çekilmiş insanlara zarar vermeyiniz” diye emirler ve nasihatler verdi.
Bir hutbesinde buyurdu ki: “Ey insanlar, Allah’tan af ve afiyet isteyiniz. Çünkü mü’mine, İslâm’dan sonra af ve afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir.”
“Müslümanlardan hiçbiri, diğerini hakir görmesin! Zira Müslümanların küçüğü, Allah yanında büyüktür.”
“Allahü Teâlâdan, kendisini, kıyâmet gününde cehennem ateşiden korumasını isteyen bir kimse, mü’minlere karşı çok merhametli ve ince kalbli davransın!”
Oğlu Abdurrahman’ı, komşusu ile münâkaşa ederken gördü ve oğluna gücenerek: “Oğlum, komşu ile dedikodu yapma! Şu gördüğün insanlar dağılır gider ve sen yine komşunla başbaşa kalırsın” dedi.
Yine bir hutbesinde: Ey insanlar!
Allahü Teâlânın “Ey imân edenler, siz kendinize bakınız, siz doğru yolda bulundukça, yoldan çıkanların size zararı olmaz” (Mâide sûresi 105) âyet-i celîlesini okuyorsunuz, fakat onu yerine koymuyor, başka mânâda kullanıyorsunuz. Zira ben, Resûl-ı Ekrem’den şöyle buyurduğunu işittim: “İnsanlar kötülüğü görüp mani olmadıkları zaman, Allahü Teâlânın, onların hepsini âzâba uğratmasından korkulur” dedi.
Bir gün Eshâb-ı Kirâma hitaben buyurdu ki: “Allahü Teâlâ size dünyâyı fethettirecek, kapılarını açacaktır. Siz, ihtiyacınızdan fazlasını almayınız!”
“Bilmiş ol ki, sabah namazını kılan kimse, Allah’ın himayesindedir. Allah’ın hakkını küçümseme, zira yüzüstü seni Cehenneme atar.”
“Allahü Teâlâya olan hâlis sevginin zevkine varan, dünyâlıktan vazgeçer ve bütün insanlardan yüz çevirir.”
Hz. Ömer’e şöyle tavsiye buyurdu: “Hak ağırdır. Ağır olduğu kadar da acıdır. Ve aynı zamanda faydalıdır. Bâtıl ise hafif ve aynı zamanda belâlı ve zararlıdır. Eğer tavsiyeme uyarsan, henüz erişemediğin ve mutlak surette sana ulaşacak olan ölümden sevimli bir şey senin için olamaz. Vasiyetime uymazsan da gaybda olan ölümden daha çok buğz ettiğin bir şey olmaz. Halbuki onu önlemeğe gücün yetmez.”
“Kişinin kelâmı, aklının beyânı, faziletinin tercümanıdır.” Yine bir hutbesinde buyurdu ki: Bütün hamd ve senalar Allahü Teâlâya mahsustur. O’na hamd eder. O’ndan yardım dilerim. O’ndan af niyaz eder, O’na inanır, O’na güvenirim. Hidayeti Allah’tan bekler, sapıklık düşüklük, şüphe ve körlükten O’na sığınırım. Allah’ın dürüst yürümeyi nasip ettiği kişi dosdoğru yol alır, onun saptırdığı ise ne bir dost, ne de bir mürşid bulabilir... Bütün varlığımla inanırım ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. O tektir ve şeriki yoktur. Mülk ve saltanat O’nundur, hamd O’nadır. Dirilten de öldüren de O’dur. Ve O, hiç ölmeyen diridir. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltır. Bütün hayırlar O’nun elindedir, O, her şeye gücü yetendir.
Bütün varağımla inanırım ki, Muhammed Mustafa (s.a.v.) O’nun kulu ve Peygamberidir. “O’nu hak ve hakikat olan dîni tebliğ vazifesiyle göndermiştir ki, Hak din diğer dinlere galip gelsin. Putperestler beğenmeseler de bu böyledir.” (Tevbe 33). O’nu bütün insanlığa bir rahmet ve bütün insanlık için bir dayanak ve delil olarak göndermiştir. O gönderildiği zaman insanlar, olabilecekleri hallerin en kötüsü içindeydiler. Bilgisizlik karanlıklarına gömülmüş durumdaydılar. Dinleri uydurma, davetleri yalan ve sahte idi. Allahü Teâlâ hakikat dînini Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm ile aziz kıldı.
Ey mü’minler, Allah sizin gönüllerinizi birbirinize ısındırdı. O’nun nimeti sayesinde sizler kardeş haline geldiniz. Daha önceleri bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz. Sizi oradan çıkaran O oldu. İşte, Allah size işaretlerini böyle apaçık gösterir ki, doğru yola kavuşabilirsiniz. O halde ey îmân edenler! Allah’a ve O’nun Resûlüne tam uyun! Allahü Teâlâ: “Resûle uyan, Allah’a uymuş demektir. Eğer yüz çevirirlerse ey Peygamberim, bu onların bileceği bir şeydir. Biz seni onların başına bekçi göndermedik” buyurmaktadır. (Nisa, 80).
Ey îmân edenler! Size her iste, her durumda Allahü Teâlâdan korkmanızı nasihat ederim. Hoşunuza giden işler kadar, size zor gelen durumlarda da hakikate sarılın. Şunu bilin ki, doğru söz dışında hiçbir kelam hayır ve yarar getirmez. Yalan söyleyen, yaradılış hikmetini saptırmış, bunu yapan ise, helâk olmuştur. Ey insanlar! Büyüklenmekden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi de, ne demek oluyor? Bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsız!..
Ey insanlar! Çalışın ve nefislerinizi, içinde yer alacakları ölüm ötesi için hazırlayın. Önünüzde çözümü zorlaşan şeyleri Allah’ın ilmine havale edin. Öbür âleme geçmeden önce bir şey hazırlayın ki, oraya vardığınızda karşınıza çıksın. Çünkü Allahü Teâlâ, “Mahşer gününde herkes, dünyâda hayır ve kötülük olarak yaptığı her şeyi hazır bulacak ve isteyecek ki, kötülüklerle arasında uzak bir mesafe bulunsun. Allah size kendinden korkmanızı emreder. Allah kullarını çok esirgeyicidir.” (Al-i İmrân, 30).
O halde, Allah’tan korkun, O’nun emir ve yasaklarına iyice kulak verin. Sizden önce. gelip geçenlerden de ibret alın. Ve unutmayın ki, Rabbinizin huzuruna mutlaka çıkarılacak ve küçük-büyük bütün davranışlarınızın karşılığını bulacaksınız. Bununla beraber Allah dilediğini bağışlayabilir. O bağışlayıcı ve affedicidir.
Kendinizi iyi tanıyın, sadece kendi noksanlarınızla meşgul olun. Yardım istenilecek tek kudret sahibi Allahü Teâlâdır. O’nun dışında hiçbir güç, ne yapabilir, ne bozabilir.
“Muhakkak Allah ve melekler, sürekli olarak O Yüce Peygamber’e salât ve selâm getirirler. Ey îmân edenler! Siz de o Yüce Peygamber’e salât ve selâm edin.” (Ahzâb, 56)
Allah’ım! Kulun ve Peygamberin Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) salât ve selâmların en seçkiniyle salât ve selâm et! Bizleri de o âlemlerin Efendisine salât ve selâm etmekle şereflendir, yücelt! Bizleri, ona gönül verenler arasında haşr et! Bizleri onun havzından su içen bahtiyarlardan kıl! Allah’ım, sana boyun eğmemiz hususunda bize yardımcı ol! Bizleri düşmanlarımız karşısında muzaffer kıl!..
KAYNAKLAR
1) Tabakât-ı İbni Sa’d cild-3, sh-169
2) Hilyet-ül-Evliyâ cild-1, sh-28
3) Câmi’u Kerâmât-il-Evliyâ cild-1, sh-75
4) Târîh-i Hulefâ sh-3, 26
5) Tehzîb-üt-tehzîb cild-5, sh-315
6) El-Al’âm cild-4, sh-102
7) Tezkiret-ül-Huffâz cild-1, sh-1
8) Kâmûs-ul-a’lâm cild-1, sh-696
9) Savâik-ul-Muhrika sh-9
10) El-Kâmil fi’t-târîh cild-2, sh-160
11) Târîh-ul ümemi ve’l-mülûk cild-4, sh-46
12) El-İstiâb cild-2, s-243
13) El-İsâbe cild-2, sh-341
14) Sahîh-i Buhârî Babül-hicre,
15) Müsned-i Ahmed İbni Hanbel, cild-1, sh-1
16) Sahîh-i Müslim Fedâil-üs-Sahâbe
17) Tuhfe-i İsnâ Aşeriyye sh-28
18) Hucec-i katiyye sh-8
19) İkd-ül-ferîd, cild-2, sh-142
http://www.bizimsahife.org/kutuphane/islam_alimleri_ans/Cild/01Cild/1/34.htm
|