Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn
NEFSİNİ TANI
Sana kendini bilmen ne kadar oldu? Diye sorarlar, Çok fazla olmamıştır dersin. Ortam senin için bazen değişebilir ama sakın endişelenme sen her ortama uyum sağlarsın. Çevrene bir bak seni cezbedici bir şeyler bulabiliyor musun? Cevabın Evet mi? O hâlde bana cevap veren sen misin? Nefsin mi? Nefis, annesini peşinden koşturan küçük yaramaz bir çocuk gibidir. Her neyi beğenirse onun peşinden ayrılmaz. Tıpkı o küçük yaramaz çocuğun annesine beğendiği oyuncağı aldırabilmesi için tüm hünerlerini gösterme gayreti gibi nefis kişinin zihninde türlü türlü oyunlar oynayarak yine bu isteğin kişinin nefsinden değil de kendisinden kaynaklandığına ve doğru olanında aslında bu olduğuna inandırır. Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.
( Kaf Sûresinin 16. Ayeti ) Evlat, annenin bir parçasıdır. Annenin evladının isteklerine dayanamayıp imkânlarınca evladının mutlu olabilmesini sağlama çabası kişinin kendisinde nefsi ile ilişkisinin hemen hemen aynısı gibidir. Kişinin nefsi dünyada kendi ile birlikte ve onun bir parçasıdır. Ağaç yaşken eğilir sözünün anlattığı gibi nefsiniz iradeyi sizde sağlamamışken siz nefsinizi iradeniz altına alabilirsiniz. Annenin veya babanın evladı üzerinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamasına yardımcı olma süreci gibi nefsinize neyin doğru neyin yanlış olduğunu sizin inandırmanız gerekir. Aksi halde söz dinlemeyen bir çocuk gibi size ne istiyorsa yaptırır ve sizde yapmak zorunda kalırsınız. Nefsinin arzusunu ilah edinen, Allah'ın; (halini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?
( Casiye Sûresinin 23. Ayeti ) Artık bu aşamaya geldiyseniz umarım gelmemişsinizdir. Dünyanız size dar olur; tatminsizlik, huzursuzluk ve kâbus gibi bir hayat yaşarsınız. Yaşadığınız hayat cabası ebediyete hazırlanmanız gereken bu fani âlemden eli boş dönenlere ve kendilerine zulmedenlere dâhil olursunuz. Herkesin nefsi için mücadele ederek geleceği, kendilerine zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü düşün.
( Nahl Sûresinin 111. Ayeti ) Bir annenin veya babanın evladı ile imtihanı gibi kişinin nefsi ile imtihanı da hemen hemen aynısı gibidir. Zulüm eden her iki olayda da kendisine zulüm etmiş olur. Kendisine zulüm edenlerin sığınacağı tek yer ancak Rahmandır. Mûsâ, "Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet" dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
( Kasas Sûresinin 16. Ayeti )
SEMA EDEN BULUT
Sema Eden Bulut
Semayı temaşa ederken, bulutlara takıldım. Hemen karşımdaki bulut kümesi üzgün, çaresiz ve yalnız bir hal içerisindeydi. Neden üzgünsün? Ey semadaki bulut. Diye, sual edeyim dedim. Sualime cevaben, “Semada olan biz miyiz? Yoksa sen misin?” Dediler. Şaşırmıştım, bu sırlı cevabı anlayamamıştım ki şöyle devam ettiler. “Sema dediğin başının üzerindeki mi? Yoksa ayağının altındaki mi?” Başımız üzerindedir. Sizin yerinizde bizim başımızın üzerindedir. Dedim. Hafif bir tebessüm ile bulut kümesi “Sema sema dediğin; düşmeye benzer. Düşmeyi öğrenmeden semada gezemezsin. Semayı gezemezsen, sema ne bilemezsin.” Bulut kümesinin bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını biliyordum. Kâinatı okuyabilmek görünenin ardındaki manada gizlenmiştir. Ses duyulur, madde görülür. Görünenden öte bir yaşam var seyir halinde serde. Çevrenizde başka yaşamlarda var; başka insanlar, mutluluklar ve sorunlar. Dışarıda yanınızdan geçen bir insanı gördüğünüzde onu yorumlayamazsınız. O insan hakkında bir şeyler söyleyebilmeniz için azda olsa o insana karşı bir muhabbetinizin olması gerekir. (Tanı)-manız gerekir. Görmek, anlamış olmak değildir. Bir kitabın kapağında yazılmış olan içerisinde anlatılanla da aynı değildir. Görünende saklı manayı görmek için bakmak yetmez; (Oku)-mak lazım. Kainatı okuyarak anlamaya çalışırsanız ancak uyanma zamanı sizin için gelmiş olur. “Sema sema dediğin; düşmeye benzer. Düşmeyi öğrenmeden semada gezemezsin. Semayı gezemezsen, sema ne bilemezsin.” Bulut kümesi, “Düşmeyi şimdi anladın mı?” dedi ve devam etti. “Biz semada seyir hâlde iken ihtişama kapılıp unutanlardan oluruz. Diğer bulut kümeleri ile veya kendi içimizde bir soğukluk olur. Muhabbetimiz azalır. Değişiriz biz; o sema dediğinizde süzülen biz değilmişiz gibi düşmeye başlarız. Düşerken de İhbitû nidalarını işitiriz. Biz bir kere düşenlerden olmuşuz. Bizim zulmümüz size rahmet oldu. Sizin şükrünüz ise bizi tekrar semaya çıkardı. Biz kıyamete kadar unutmaya, düşmeye ve kendimize zulüm etmeye mahkûm edildik. Biz bu hal içindeyken nasıl çaresiz ve yalnız hissetmeyelim.” Dedi. Şimdi anlıyordum yağmurun nasıl yağdığını ve yağmur yağdı deyince aslında semanın ağladığını. İhbitû dendiğinde düşmeyi de şimdi anlıyordum. Ağlamanın rahmet olduğunu da şimdi anlıyordum.
TIRTILIN ÇABASI
Ağacın yaprağında dolaşan bir tırtıl, dikkatimi çekti ve hemen onu incelemeye başladım. Üzerindeki dalın en yukarısına doğru hızlıca çıkmaya çalışıyor, yoruldukça da bu dalın yapraklarından nasipleniyordu. Her an Allah-u Teâlâ’yı zikir hali içerisinde olan tırtıla selam verdim.“Selâmün aleyküm tırtıl kardeş” dedim. Tırtıl bir ara duraklayıp “Selam senin üzerine olsun. Buralara Selam getiren pek olmaz. Hayır, olsun?” dedi. Ben de ona “senin zikir halin benim dikkatimi çekti ve sana Selam getirenlerden olmak istedim” dedim. Benimle muhabbet ederken dahi ağaca tırmanmaya devam ediyordu. “İstersen seni ağacın üst kısımlarına taşıyabilirim.” Dedim. Tırtıl “beni yüküm ile yalnız bırak, hayatım bu gördüğünden ve zikrimden ibaret, seni öyle yaratan beni de böyle yarattı. O her şeyi hakikati ile bilendir. Senin beni taşıman bana fayda değil zarar verir.” Ben de “nasıl olur tırtıl kardeş, ben yalnızca yorulmanı istememiştim. Kötü bir niyetim yok.”Tırtıl “şu uçan kelebeği görüyor musun? Benim şu halim, o kelebek olana kadar. Sen benim normalde saatler sonra gidebileceğim bu yolun hemen sonuna ulaşmamı sağlarsan, ben orada hareketsiz kalır güçsüzleşirim. Benim gideceğim yere kendi çabalarım ile ulaşmam gerekir. Aksi halde kendimi bildiğim bu hal içinden de çıkamam. Bizim uğraşımız kabre hazırlıktır. Hem ben kudreti halimi ağaca tırmanmaktan alırım. Gideceğim yere vardığımda oradan çevreye, önce sağımdan sonra solumdan bir defa bakarım. Sizin salâtınız da bizim yaşamımız gibidir. Kendi hazırladığım kabrime kendim girer ve yine kendi üzerimi kendim örterim sonrada Ya Mümit, Ya Mühyi diye Allah-u Teâlâ’yı tenzih ve tesbih ederim. Oraya ulaşmam belki kolay olmayacak ama o Allah Rezzak’tır. Ben ancak kendi çabalarımla oraya gidebilirsem koza kabrimi hazırlayacak kudreti ilahiye ulaşmış olurum. Aksi halde o makamı da hak etmemiş olurum. Farzı misal sen beni oraya taşıdın. Kendimde koza kabrimi hazırlayacak güçte bulsam, bu defa bana diril dendiğinde kozamdan çıkmaya gücüm olmayacak. Belki kozamdan da çıkarım ama bu defada çıkarken zorlanacağım için kanatlarımdaki ıslaklık kurumuş olacak ve semada raks edemeyeceğim. Semadan uzak bir kelebeğin hali nasıldır bilir misin? Ben kabre ilk bu ağacın dalında girerim. Vasıl-ı Hak ile o kelebek olurum. Semada raks eder Tevhid söylerim. Semadayken, sema bana toprak, toprakta sema olur. İşte benim cennetim de bundan ibarettir. O yüzden beni yükümle yalnız bırak.”Tırtıl öyle şeyler anlatmıştı ki boğazım düğümlenmiş konuşamıyordum. Rabbil alemiyne Teâlâ şanuhu Allahu ekber dedikten sonra başımı eğerek sükût ile oradan uzaklaştım.
Kâinat kitabı onu okuyabilenler için ne büyük nimettir.
HİÇLİK MAKAMI
Varlıkta yok oluruz,
Yoklukta var oluruz.
Kün ile can buluruz,
Biz bir yokuz, bir varız.
Hiçlik makamındayız,
Gönülde yollardayız,
Gönül ile yoldayız,
Aşk ile semadayız
Hiçlik makamındayız,
Gördüm diye aldanma,
Görünende arama,
Gönlünde aşkta yoksa
Sen bu yolda yorulma.
Para, pul, şan, şöhret
İhtişama kapılma.
Zulüm de sende, Aşk ta
Başka yerde arama.
Gönülde yollardayız,
Gönül ile yoldayız,
Aşk ile semadayız
Hiçlik makamındayız,
Mehmet Ali Ertaş