Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Bir mübarek insan
Gönderen : Gülden Bulut
Tarih : 6/3/2014 4:13:51 PM


 


Sevgili BABACIĞIM ve Değerli Dostlar; Rahmet,bereket ve hakikatle huzura kavuşacağımız anların bizlerle olmasını diliyor,saygı ve sevgilerimi sunuyorum.


İMAN VE AŞK KAHRAMANI; HZ. HABBAB


Hazreti Peygamber, İslam’ı tebliğ ile emrolunduğu zaman; krallara, sultanlara, şahlara mektup yazıp imana davet ediyor, elçiler gönderip fikirlerini soruyordu. O zaman birçok hükümdar, bu mektuba müspet cevap verip Peygamber Efendimize hediyeler göndererek memnuniyetlerini izhar ederlerken, birçokları da ya gelen elçiyi öldürüyor yahut birçok eza ve cefa ettikten sonra, elindeki mektubu yırtarak, elçiyi eli boş gerisin geriye gönderiyordu. Bunlardan İran Şah’ı, Peygamber Efendimizin mübarek mektubunu yırttığı gibi gelen elçiyi de öldürtmüştü. Fakat Cenab-ı Allah da onun cezasını bizzat kendi oğlu vasıtası ile verdi. Oğlu, babasını tahtından indirdikten sonra, onun cesedini, o parçalanan mektup gibi parça parça ettirdi. Kendisine mektup gönderilen Rum Hükümdarı Herakliyus ve Mısır Hükümdarı Mukavkis ise gelen mektuba karşılık hediyeler göndermişler, fakat İslamiyet’i kabul edemeyeceklerini bildirmişlerdi. Reis’in oğlu Habbab Bunlardan kendisine mektup gönderilen Arap kabile reislerinden birisi daha vardı ki, kendisine mektup getiren elçiyi hayli hırpaladıktan sonra serbest bıraktı. Önünde duran mektubu da eline bile almak tenezzülünde bulunmadan adamlarına: - Kaldırın şunu, önümden atın, vurun yere! Diye emir verdi. Mektubu derhal sultanın önünden aldılar, fakat yırtıp atmadılar. Diğer evraklarla beraber onu da sarayın hazinesinde bir sandığa koydular. Bu küstah, kendini bilmez sultanın, Habbab isminde bir de oğlu vardı. Daha yaşı genç, babasının yerine sultan olmaya hazırlanan, ne isterse kendisinden esirgenmeyen, sarayın tek oğlu idi. Habbab, bir gün sarayın hazinesine girdi. Orada evrakları karıştırırken, sandık içine saklanmış olan mektubu gördü. Büyük bir dikkatle alıp okudu. Fakat hayret! Okudukça içinde bir ateş hissediyor, tekrar tekrar okuyor: “Bu mektubu buraya neden koymuşlar acaba? Ne güzel bir mektup bu… Hem Allah’ın elçisi olduğunu bildiriyor, kendi dinine davet ediyor, hem de dinine girmek isteyenlerden hiç bir şey talep etmediğini bildiriyor... Ne güzel sözler bunlar. Demek bizim tek yaratıcımız var, O'nun da yeryüzünde bir elçisi var!” Diye söyleniyordu kendi kendine. Çünkü Mektubu Şerifte: “Ey hükümdar! Kendini insanlara ilah olarak taptırma! Senin ve bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah'a iman et ki, dünya ve ahirette kurtuluşa erişesin. O tapındığınız putlar ve siz, cehennemin ateşi olmaktan kurtulun” diye yazılı idi. Henüz genç yaşta olan Habbab, mektupta tarif edildiği üzere, orada iman ederek: “Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu” diyerek, şehadet getirdi. Mektubu okuyup iman ettikten sonra, bu halinden babasına bahsetmek istedi ise de babası onu konuşturmuyor, hemen sözünü keserek: - Oğlum sakın ona aldanma! Sen zevk-ü sefana bak, sen benim yerime geçecek, bu milletin reisi olacaksın. Öyle bilmediğin birisine inanırsan kendine yazık edersin, diyerek, kendince nasihat ediyordu. İmandan döndürmek için işkence ettiler Fakat Habbab'ın kafasına girmiyordu böyle sözler, o bir kere inanmıştı Allah'a ve O'nun Resulüne... Oğlunun davasından dönmediğini gören babası, ona bizzat kendisi ceza vermek istedi. Ayakları altına alarak, öldürmeye kastedercesine dövmeye başladı. Öyle çok dövüyordu ki, elinden vezirleri zor aldılar. Bu kadar yaptığı eziyet yetmiyormuş gibi bir de cellâtlarına emrederek: - Buna ne işkence yapmak mümkünse yapın! İmanından dönmez, bizim, yolumuzu kabul etmezse de en sonunda kellesini kesin, diye emretti. Cellâtlar alıp götürdüler... Öyle işkenceye tâbi tuttular ki tarifi mümkün değil. Üç-dört, gün kızgın çöllerde su çektirdiler, bir lokma ekmek bile vermiyorlar, ancak bir miktar tuzlu yiyecek veriyorlar, bir damla su içirmiyorlardı: - Ya dininden dönersin, yahut bu işkencelerden sonra senin kelleni keseceğiz, diyorlardı ama ona hiçbir şey tesir etmiyor: “La ilahe illallah” diyor, başka bir şey demiyordu. Üç dört gün süren işkenceden sonra, hâlâ dâvasından dönmediğini görünce, artık idamına karar verdiler. Fakat idamı ile görevlendirilen cellâda öyle bir uyku gelmişti ki, ne yaptı ise uykudan kurtulamadı. Habbab ise kalın zincirlerle bağlanmıştı. O anda olmasa bile, yarın mutlaka idam edilecekti. Günlerce aç-susuz bu kadar işkenceye tâbi tutulan, her tarafı kan revan içinde kalan Habbab Hazretleri, Allah'tan başka yardım isteyecek kimse bulamıyordu. Allah’ın yardımı geldi Ellerini Allah'a açarak şöyle yalvardı: “Ya Rabbi! Halim sana ma'lum, ben sana inandığım, senin Resulün Hazreti Muhammed'e inandığım için bu ezaya tâbi tutuluyorum. Beni bu belâdan ancak sen kurtarırsın. Öleceğime değil, Habib’in Muhammed Mustafa'yı görmeden bu âlemden gideceğim için hüzünlüyüm. Beni, ismine âşık olduğum Resulüne bir an önce kavuştur da ondan sonra ne olursa olsun, Ya Rabbi!” Diye yalvarmaya başladı. Onun, bu hulûsu kalp ile yalvarışı, Arş-ı Alâyı titretmişti. Cenab-ı Allah, hemen Cebrail aleyhisselamı göndererek, dileğinin yerine getirilmesini temin etmesini emretti. Cebrail aleyhisselam geldi. Habbab'ın bağlı olduğu zincir, sanki çürümüş bez parçaları gibi dağılmaya başladı. Zincirden kurtulan Hazreti Habbab, hiçbir şey düşünmeden, olduğu haliyle Medine tarafına koşmaya başladı. Öyle gidiyordu ki, sanki rüzgâr esiyordu. Yetmiş konaklık mesafeyi bir gecede aldı. Yırtılmış elbiseleri, kan çamur içinde kalmış vücudu ile Medine'ye erişti. Fakat nasıl bulacaktı mahbubunu? Resulullah’a kavuşması Medine'nin sokaklarından birinde ağlayarak gezerken, Amr bin As radıyallahu anhu Hazretlerini gördü. Amr Hazretleri: - Evlâdım nedir senin bu hâlin? Sen âşık olmuş birisine benziyorsun. Derdini bana anlat, dinleyeyim; açsan sana yemek getireyim, çok perişan bir haldesin. Günlerdir yemek yememiş bir halin var, deyince, genç delikanlı: - Hayır, benim arzuladığım ne yemektir, ne de başka bir dünya malı, diye cevap verince anladı mübarek; onun Peygamberimize ve O'nun yoluna âşık olduğunu... - Ben Hazreti Muhammed'e iman etmiş bir Müslümanım, sırrını bana söyle kardeşim. Kimseye söylemeyeceğime dair söz veriyorum, deyince Habbab Hazretleri eline sarılarak: - Beni, Allah’ın Rasulu Muhammed sallallahu aleyhi veselleme götür, dedi. Tam bu esnada Cenab-ı Allah, Cebrail’i göndererek, Peygamberimize haber vermiş, uzaklardan bir misafirinin geldiğini ve karşılamasını talim buyurmuştu. Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, orada bulunan ashabıyla beraber, Medine sokaklarından huzuruna gelmekte olan Hazret-i Habbab'ı karşıladı. Ona sadakatından dolayı iltifatlar etti: - Hoş geldiniz fedakâr oğlum Habbab, diyerek kucakladı, bağrına bastı. Hazreti Habbab, artık bir sahabe olmuştu. Başından geçenleri Server-i Kâinat Efendimize anlattı ve babasının mülkünde esir muamelesi görürken, işkenceye tâbi tutulurken söylediği, Peygamberimize karşı olan aşkını ifade eden şiirini tekrar Resûlullah'a okudu. (Gülistan Dergisi-127.Sayı Temmuz 2011)


Hürmetlerimle.


Kızınız; Gülden BULUT.


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]