Sayın Ayla Belen,
4.2.2007 tarihli mailinizi aldım. Efendim, mailinizin başında isminizi görünce ne kadar sevindim bilemezsiniz. Sizin gibi çok değerli, pırlanta bir insanın sitemiz sakinleri arasında yer alması beni ne kadar mutlu etti anlatamam. Allah bir gününüzü bin etsin. İnşallah daha nice maillerinizle sitemiz zenginleşir, güzelleşir, ihtişam kazanır.
Efendim, anlattığınız durum benim için o kadar tabii ki. Sizin gibi bir güzide insanın buna hayret etmesi, tereddüte düşmesi bile beni şaşırttı. Neden olmasın efendim, Macaristan öyle uzak bir yer mi ki? Başkentin “Buda” kısmında kalması o kadar doğal ki. Vaktiyle ben de gittim, oraları gördüm. Bir arkadaşım Ankara’dayken tenbih etmişti, aman demişti: “Gül Baba türbesini gez. O mübarek mekanı ziyaret et”. Otelimizden çıktık, güzel bir yaz günüydü. Yol bilmiyoruz, iz bilmiyoruz. Ama bu kaçıncı, en ufak tereddüdümüz yoktu. Rahmetli eşim Rana Hanım da ben de şeksiz şüphesiz inanıyorduk ki Allah karşımıza mübarek bir insanı çıkaracak ve o bize yol gösterecekti. Bugüne kadar hep böyle olmuştu. Otelden çıktıktan kısa bir süre sonra her halinden hanımefendi olduğu belli olan bir kimse ile karşılaştık. Kendisine meramımızı anlattık. “Efendim, dedi, burada trene binmek biraz zor, benim vaktim müsait, eğer müsaade ederseniz sizi ben götüreyim, ben de sevap kazanayım”. Allah ondan razı olsun, bizi aldı, bineceğimiz trene götürdü, sonra bahçesi inanılmaz güzellikte güllerle dolu olan türbeye getirdi. Şimdi, gelelim sizin olayınıza. Benim için bu küçücük dünyada anlattıklarınız o kadar tabii geliyor ki bana, neden olmasın? Her gün ne mucizeler, ne kerametler karşısında kalıyoruz, bunun lafı mı olur? O pansiyoncu hanım, aldığı materyalist terbiyenin tesiriyle kestirip atmış, olamaz demiş. Benim çocukluğumda kapımızın önünden bir satıcı geçerdi. Her gün değişik bir sebze veya meyve getirir, onu satardı. Birisi fiatını sorup da itiraz edip, yeni bir fiat söylediğinde satıcı hemen cevap verirdi, ve bu cevabı hiç değişmezdi: “Olur olur baba”. Bu onun aynı zamanda mahallede ismi olmuştu. Ve biz bütün mahalleli onun bu sözünü benimsemiş, kullanır olmuştuk. Hepimiz yeni bir durum karşısında kaldığımız zaman tatlı, yumuşak bir sesle o satıcı gibi cevap verirdik: “Olur olur baba” derdik. Sevgili Ayla Hanım, şimdi müsaade buyurursanız ben de size çocukluğumdaki gibi cevap vereyim: “Olur olur baba”. Şu anda o kadar mutluyum ki kanatlanıp uçabilirim. Çünkü bu söz beni çocukluk günlerime, sevgili anneme, sevgili babaanneme götürüyor. Allah sizden razı olsun. Vesile oldunuz. Çok teşekkür ederim.
1950’li yıllardı. Fakültede okuyordum. O günlerde bir şiir kitabı dilden dile dolaşıyordu. Bütün edebiyatseverler birbirlerine tavsiye ediyorlardı. Şair Özdemir Asaf’ın “Dünya Kaçtı Gözüme” isimli şiir kitabı. Bugün gibi hatırlıyorum, ince uzun bir kitaptı. Zaten Özdemir Asaf, bütün kitaplarını o boyutta çıkarıyordu. “Dünya Kaçtı Gözüme” nin arkasından “Sen, Sen, Sen” gelmişti. O zamanlar şimdiki gibi insanlığın taş kesildiği, dostluğun, arkadaşlığın, akrabalığın unutulduğu, yalnız paranın ve seksin ilah haline getirildiği günler gibi değildi. Bazan düşünürüm, yüreğim her an sevgi için çarparken, insan sevgisini bir ibadet haline getirmişken hiçbir akrabam beni aramaz, sormaz. Ne hikmettir anlayamam. Ben, bazan bir sinekten bile sıcaklık, dostluk, yakınlık beklerken aynı apartmanda oturduğumuz kimseler bile nezaketen dahi olsa beni arayıp, sormazlar. Arkadaş, yiyecek ekmeğin var mı, içecek çorban var mı demezler. O zamanlar şiir denen, edebiyat denen birşey vardı. Sohbetlerde, misafirliklerde insanlar birbirlerini yeni çıkan şiir kitaplarını tanıtırlardı. Şiirler okunurdu. Yeni çıkan sanat eserlerinden bahsedilirdi. Büyük sanatçıların eserleri ve yaşantıları dile getirilirdi. O zamanlar insanlar şimdikiler gibi soğuk ve küflü balkon demirleri gibi değildi. Onun için gerçekten ben de Özdemir Asaf’a katılıyorum. Dünya o kadar küçük, o kadar küçük ki. Yazın İstanbul’da oturuyordum. Telefon çaldı. Sitemizin çok değerli mensubu Özden Çiçek Hanımefendi, Dubai’den gelmiş görüşmek istiyordu. 23 Aralık 2006 tarihinde verdiğim konferansa “yalnız o bir saatlik konferansı dinlemek için ta Belçika’dan Nuray Hanımefendi gelmişti. Konferansı dinledi, uçağına bindi Belçika’ya gitti. Bazı dost bildiklerimiz, uğurlarında malımızı, canımızı vermekten çekinmediğimiz dostlar! onbeş dakikalık mesafeden gelmemişlerdi. Onun için anlattığınız durum beni hiç şaşırtmadı. Bir insanın nar gibi kızarmış, sımsıcak bir akşam simidi alıp, mis gibi bir bardak çayla yemesi kadar doğal geldi bana. Her an herşey olabilir. “Bakarsınız Fenerbahçe bile şampiyon olabilir”. Bu nedenle, darılmayın, gücenmeyin bu olayı ben o kadar doğal görüyorum ki. Yalnız, tatlı bir hatıra olarak o kürdanları saklayın, mübarek bir zatın rahmetle anılmasına vesile olur.
Efendim, yeni maillerinizi özlemle bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Tesadüf, sadece lügatte olan bir kelimedir Yazan Ayla Belen
Cvp: Tesadüf, sadece lügatte olan bir kelimedir Yazan Sabri Tandoğan