Sayın Mustafa Kemal,
10.2.2007 tarihli mailinizi aldım.
Efendim, mailinizi okudum. Hakkımda duyduğunuz izlenimleri yazmışsınız. Bunlar güzel sözler. Tertemiz duygular. Ama ben onların hiçbirini üzerime alamam. Ben, hatalarla dolu, kusurlarla dolu, günahkar, duaya mühtaç bir insanım. Bu nedenle bu güzel sözleri hep bir dua olarak görüyorum. Eksik olmayın, sağolun, varolun. Bu yalnız, bu garip, bu kimsesiz kula bol bol dua edin.
Efendim, hepimiz çok zor şartlar altında yaşıyoruz. Herbirimizin maddi, manevi birçok problemimiz var. Gerek içinde yaşadığımız dünya, gerek içinde yaşadığımız ülke mütemadiyen birtakım şer kuvvetler tarafından sarsılıyor, ürkütülüyor, titretiliyor. Elinize bir gazeteyi almaya görün. Ekranda haberleri dinlemeye görün, negatiflikler zinciri başlıyor. Ölümler, cinayetler, katliamlar, bir kana susamışlıktır gidiyor. Hassas insanlar bunları okudukça, gördükçe titriyor, ürperiyor, sarsılıyor. İlac için bir güzel haber arıyorsunuz. Tek yanlı medyamız, sanki yalnız şeamet haberleri vermekle yükümlüymüş gibi (kimbilir belki de öyle) bir güzel haberi, yüz güldürecek, insanı ferahlatacak, kalbinde güller açtıracak bir haberi bizden esirgiyorlar. Yok mu öyle bir haber? Var, hem de binlercesi var. Ama ne hikmetse onlar sayın medyamıza göre herhalde haber niteliği taşımıyor. Çevremize toplumun uzattığı şartlanmış gözlüklerle bakmayıp da tarafsız, objektif, yansız, Hak nazarıyla baktığımız zaman o kadar güzellikler görüyoruz ki. Kalbi, Allah aşkıyla, ilahi nurla dolu birçok genç kızlar, delikanlılar, çeşitli yaşta hanımefendiler, beyefendiler var. Sanki onlar topluma dehşet saçan şer kuvvetlere karşı bir denge oluşturmak üzere var güçleriyle çırpınıyorlar. İyi adına, güzel adına, temiz, büyük, yüce adına ne mümkünse yapıyorlar. Allah onlardan razı olsun. Bu hengamede, bu hay-i huy, toz duman içinde bize düşen görev nedir? Biz de karınca kararınca neler yapabiliriz? Elimizden ne gelir? Gücümüz nereye kadardır? Hikayeyi bilirsiniz bir veli zat, yolda giderken hızlı adımlarla giden bir karınca görür. Selam verir. Hatırını sorar. "Herhalde bir yere yetişeceksin", der, telaşlısın. Karınca cevap verir, "evet", der. "Nemrut İbrahim’i puta tapmadığı için ateşte yakmak istiyor. Ben gidip içime aldığım bir yudum suyla Nemrut’un ateşini söndüreceğim". Veli zat hayretle sorar, “Sen, bu bir yudum suyla nasıl o meydanı dolduran ateşi söndürebilirsin? Buna imkan var mı?” Karınca sükunetle cevap verir, “Benim gücüm bu kadar, benim imkanım bu, o yolda gidiyorum. Sonucunu Allah bilir...”
Bu hikayeyi okuduğum zaman ilkokula gidiyordum. Çok heyecanlandım. Ve dua ettim, Allah’ım dedim, Nemrut’un ateşini söndürmek yolunda benim de bir karınca olmamı nasip et. Bazı kimseler diyecek ki o, tarihte geçen bir olaydı. Oldu, bitti. İşte ben öyle düşünmüyorum, bugün gene Nemrutlar, firavunlar var.
Biz, bu siteyi açmakla karıncanın ateşi söndürmek üzere bir yudum su götürmesi gibi bir hareket yaptığımıza inanıyoruz. Amacımız, herşeye rağmen iyinin, güzelin, temiz, asil, büyük, yüce olanın sesini duyurabilmek. Yanan gönüllere, ıstıraptan kavrulan insanlara, yalnızlara, kimsesizlere, gariplere, çaresizlere bir yudum su götürebilmek. Bizim ne siyasetle, ne maddiyatla, ne dünya alâyişiyle en ufak bir ilgimiz yok. Sadece Allah rızası için bir yudum su götürmek istiyoruz. Bizi okuyan, anlıyan, dostluk elini uzatanlara sonsuz teşekkürler. Düşüncelerimizden dolayı bize kırılan, küsen insanlara da bizden uzaklaşan, bize arkasını çeviren kimselere de sevgimiz, saygımız, dostluk duygumuz ebediyyen devam edecek. Amaç tek. Hep “İki günü birbirine eşit olanlar ziyandadır” Hadisini imkan nispetinde, gücümüz oranında uygulayabilmek.
Gösterdiğiniz temiz ilgiye, yakın dostluğa çok teşekkür ediyor, ilgilerinizi, maillerinizi, dualarınızı bekliyoruz. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
İlk selamın kutlu olsun, selam veren ellerini öptüğüm... Yazan Mustafa Kemal
Cvp: İlk selamın kutlu olsun, selam veren ellerini öptüğüm... Yazan Sabri Tandoğan