.
Kıymetli yavrum,
Senelerce, senelerce evveldi. Bir Anadolu kasabasında bir kundura tamircisi vardı. Kendi halinde, efendi, yumuşak, sessiz bir insandı. Yalnız yaşardı. Çevredeki insanlar onu çok sever, sayarlardı. Derdi olan, sıkıntısı olan, sorunu olan, hastalığı olan ona giderdi. Dert verip, derman alırlardı.
Bir gün kasabaya bir münâdi gelir. Falanca gün, büyük hadis âlimi gelecek, ders verecek. Duyduk duymadık demeyin, der. O gün gelir. Herkes akın akın camiye koşar. Bizim kundura tamircisi de gelir. Namaz kılınır. Namazdan sonra Hazret, camii terkeder. Herkesin önünden geçerek dükkânına gider. Hayret ki hayret. Kimse izahını yapamamakta. Büyük hadis âlimi ta nerelerden kalksın gelsin. Sen camii terket. Olacak iş mi bu. Her kafadan bir ses çıkıyor. Birisi, arkadaşlar der. Hepimiz bu zatın iyiliğini gördük. Arkasından konuşup günahını alacağımıza en iyisi kendisine soralım. Dersten sonra birkaç arkadaş gidip sebebini soralım. Öyle yaparlar. Ders bitince giderler. Kundura tamircisi onları saygıyla dinler, sonra ah efendim der. Sizlere nasıl anlatsam. Bu benim en büyük ıstırabım. Bundan yedi yıl önceydi. Yine bu zat ders vermek için kasabamıza geldi. Gittim. En sonra, ey cemaat dedi. Size yedi hadis söyleyeceğim. Siz bunları günlük hayatınızda yaşayacak, uygulayacaksınız. Böyle yapmazsanız, âhirette iki elim, iki yakanızda olsun. Lütfen sizden öncekilerin yaptığını yapmayın. Bir kulağınızdan girip, bir kulağınızdan çıkmasın. Onları her gün, her saat yaşayın. Günlük hayatınız içinde, ev hayatında, iş hayatında yaşayın. Sözün burasında yine derinden bir ah çeker. Ben der, ne kabiliyetsiz, ne kötü bir insanım ki, yedi yıl geçti aradan hâlâ o yedi hadisi gerektiği şekilde kemâliyle yaşayamadım. Uygulayamadım. Ben yanmayım da kimler yansın. Ne kadar üzüntülüyüm. Şimdi hangi yüzle mübarek âlimin huzuruna çıkıp da ilim talep edeceğim, der. Gelenler başlarını önlerine eğerler. Sessizce, mahcubiyet içinde çıkarlar.
Günümüzde sadece bilgide kalanlar, sadece öğrenmekle, okumakla, dinlemekle yetinenler için, bunu kâfi görenler için ibret verici bir anekdot. Efendim, ben onu da okudum, onu da biliyorum sözlerini ne kadar çok işitiyoruz. Ne kadar çok tanık oluyoruz bu tür iddialara. Büyük Yunus ne diyor böyle iddia sahiplerine;
İlim ilim demektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.
Acaba bilinenler, öğrenilenler, okunanlar, işitilenler günlük hayatta uygulanmadıkça, yaşanmadıkça neye yarar? Sadece satırda kalmak bize ne kazandırır? Öğrenilenler satırdan sadıra intikal etmedikçe, bir kuru emekten başka nedir? Dinin ezelî ve ebedî gerçeklerini kendi iç dünyalarında yaşamayanların, yaşayamayanların başkalarına verecekleri ne vardır? Papağan gibi tekrarlar kime ne kazandırır? Bir yerde bu kendimize ve inancımıza ihanet değil midir? Yenilenmeyen şey kabuk bağlar, katılaşır ve ölür.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan (Efendi Hz.)