.
Kıymetli yavrum,
İnsan belli bir yaşı geçince dertler dertleri, hastalıklar hastalıkları kovalıyor. Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Ama yine de son nefese kadar yaşama sevincimizi kaybetmeyelim. Mucizeler içinde yaşadığımızı unutmayalım. Görebilmek, işitebilmek, konuşabilmek, dokunabilmek, yürüyebilmek ne olağanüstü olaylar. Hani Nazım Hikmet’in bir şiiri vardı:
“Ve dünya öyle büyük, öyle güzel, öyle sonsuz ki deniz kıyıları
Her gece hepimiz yan yana uzanıp yaldızlı kumlara
Yıldızlı suların türküsünü dinleyebiliriz...
Yaşamak ne güzel şey Taranta -Babu
Yaşamak ne güzel şey…
Anlayarak bir usta kitap gibi
Bir sevda şarkısı gibi duyup
Bir çocuk gibi şaşarak yaşamak...
Yaşamak birer birer ve hep beraber
İpekli bir kumaş dokur gibi...
Hep bir ağızdan sevinçli bir destan okur gibi yaşamak...
Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine...”
Bütün mesele her şeye rağmen hayata karşı direnebilmek, güzellikleri damıtabilmek...
Beş yaşındaydım, rahmetli annemle beraber radyoda bir piyesi dinliyorduk. Piyesin kahramanı veremin üçüncü devresinde kan tüküren bir hanımdı. Kocasından gelen kanı tükürmek için bir kap istedi. Kocası kenarları mavi biyeli beyaz bir kap getirdi. Kadın tükürdü, sonra kocasına döndü, “Bak sevgilim,” dedi “beyaz zemin üzerinde kırmızı kan ne kadar güzel duruyor.” Şu anda nasıl bir güzellik yaşıyorum. O gün bu gündür bu piyesi hiç unutmadım. Hayatın en acı durumlarında onu hatırlayarak güç buldum. Böyle yaşayabilmek ne muhteşem bir olay. Bir halının güzelliği, bir vazonun güzelliği, bir çiçeğin, bir mısraın, bir melodinin güzelliği ne kadar ürpertici olaylar. Yazın İstanbul’dayken Suna Acıöz’ün kızı bize küçük bir oyuncak hediye etmişti. Kolu çevrilince Beethooven’in “Für Elise”si çalıyordu.zaman zaman o kolu çeviriyorum, beni ağlattığı oluyor. Mesele son nefese kadar hep güzellikler içinde yaşayabilmek.
Sevgili yavrum, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhuna Fatihalarla...