Konu : Tartışma üslubumuz nasıl olmalı?
Gönderen :
Sabri Babadan Selam
Tarih :
3/19/2016 12:06:59 PM
.
Kıymetli yavrum,
Geçenlerde bir dostun ziyaretine gitmiştim. Sohbet sırasında arkadaşımın Hacettepe Tıpta okuyan kızı bana dönerek “Efendim, müsaade ederseniz bir hususu sormak istiyorum. Sizce gerçek bir aydının kriteri nedir? Ya da en belirgin özelliği nedir? dedi. Aslında güzel bir soru idi. Tartışma üslûbu diye cevap verdim. Yıllardır dikkat ederim. Kendini aydın sanıp, önüne gelen tartışmaya katılan nice insanların arasında bulundum. Bu tartışmalarda nice kalpler kırıldı, nice gönüller incindi, nice insan birbirlerine darıldı… Ses tonları yükseldikçe yükseldi. Ama sonuçta kim, neyi kazandı? Zaten polemiğin kanunudur: Sertlik, sertliği getirir. İnsanoğlunun hayatında mutlu, başarılı ve sağlıklı olabilmesinin ilk şartı dengedir. Tartışmalarda en çabuk kaybedilen yine bu denge unsuru olmaktadır. Birden yumruklar sıkılmakta, kaşlar çatılmakta, gözlerden sanki alevler fışkırmakta, ses tonu perde perde yükselmekte, vücut sanki menfî elektrik çıkaran bir araç olmaktadır. Rahmanî sıfatların kaybolduğu, bütün hücrelere nefsaniyetin sindiği, insana hiç yakışmayan, gerçek aydın kavramı ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Ne hazin bir tecellidir ki, böyle yumruklarını sıkıp, ruhunu karartıp, avaz avaz bağıran insanlar, bu hareketleri ile güya savunduklarını iddia ettikleri sorunlarına, davalarına, tezlerine, inançlarına en büyük ihaneti yapmaktadırlar. Amaç kendi görüşümüzü, inancımızı karşı tarafa kabul ettirmekse, başvurulacak yöntem herhalde bu değildir. Aslında, kalp kırmakla, kafa kırmakla elimize geçecek nedir?
Bir tartışma başlayacağı zaman kendimize önce şunu sormalıyız. Amacımız inandığımız bir düşünceyi, bir görüşü, bir tezi karşı tarafa kafa göz yara yara zorla kabul ettirmek mi, yoksa karşı tarafta inandığımız görüş doğrultusunda önce olumlu, uygun, güzel bir hava yaratıp sonra adım adım onu kendi düşüncemiz yönüne çekmek, kendi inancımız doğrultusunda onun ruhunun ve kafasının aydınlanmasını sağlamak mıdır? Acaba yumruklarımız sıkılı, bakışlarımız ateş dolu, ses tonumuz tabiilikten uzak ve bütün hücrelerimiz menfî elektrik saçarken karşı tarafta uyanacak ruh hali ve bunun sonucu olarak takınılacak tavır ne oluyor? Hiç düşündünüz mü…? Hepimizin bildiği gibi ister istemez karşı taraf da aynı havaya girecek, asabiyet onun da ruhunu saracak, nefsaniyeti uyanacak, ne söylersek söyleyelim hemen “hayır” demeye hazır bir ruh haline bürünecektir. Ve böylece daha işin başlangıcında amaçtan uzaklaşılacak, dava kaybedilmiş olacaktır. Hatta karşı tarafın ileride de kazanılma ihtimali ortadan kalkacak, yapmak istediğimizin tam tersi bir durum ortaya çıkacaktır. Filmlerde görmüşüzdür, bazı petrol arayıcıları petrol çıkacağını umdukları bir bölgeye giderler, tesislerini kurarlar, çalışmaya başlarlar. Bazı yerlerden çok kısa bir sürede sonuç alınır, petrol fışkırmaya başlar. Bazen aksi olur; uzun süre uğraşırlar, didinirler, alın teri dökerler, umutlarının kaybolacağı bir zaman aniden yüzleri güler, işte petrol diye sevinç çağlıkları atarlar. İnsanlar da böyledir. Kimi insanı kazanmak çok kolaydır. Çünkü onlar, zaten hazırdırlar. Kendi kendilerine bir ön hazırlık çalışması yapmışlar, belli bir aşamaya gelmişlerdir. Tıpkı fitili çıkmış bir mum gibidirler. Ufacık bir alev, onları tutuşturmaya yeter; yeter de artar bile. Ama herkesten bunu beklemek büyük bir yanılgı olur. Bazı kimseler daha önce bu ön hazırlık aşamasından geçmedikleri için, fikrin gelişimi ve çiçeklenmesi onlarda uzun bir süreç içinde tamamlanır. İlk sohbetlerde onun gönül toprağına bir tohum atılmıştır. Ne kadar temiz ruhlu, iyi niyetli olursa olsun, doğal olarak önceleri bir kuşku içindedir. Kafası acabalarla doludur. Endişe içindedir. Duraksamaları kötü niyetinden değil, gönül toprağına atılan tohumun henüz yeşermemesindendir. Davasına yürekten inanan akıllı, kültürlü gerçek bir aydının bu dönemde yapacağı iş; sabırla, iyi niyetle ve saygıyla sonucu beklemektir. Karşı tarafı kıracak, incitecek en ufak bir sözden ve davranıştan uzak kalmaktır. Acelecilik göstermek, sabırsızlık içinde olmak, bakış ve imâ ile dahi olsa, olumsuz bir hava içine girmek karşı tarafı ebediyen yaralayabilir. Tabii sonuçta beklenenin tam aksi olur. Atasözünde olduğu gibi, ancak sabreden dervişler muratlarına ererler. Akıllı çiftçiler toprağa tohumu ekerler ve sonra umutla, inançla ekilenlerin yeşermesini beklerler. Bilirler ki, güneş er geç doğacak, karanlıklar aydınlanacak, tohumlar yeşerecektir. Sabır hayatın özüdür, aslıdır. Sabır her şeydir…
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Rahmet ve Şefaat Üstlerine Olsun
|