.
Kıymetli yavrum,
Eleştiri, uyarı, görüş bildirme adı altında bir davranış daima bir başka insana karşı sevginin, saygının, edebin, inceliğin, zarafetin, ikebana felsefesinin dışında bir görüşü ortaya çıkarıyor. Günümüz insanı yorgun, günümüz insanı atılan oklarla delik, deşik, günümüz insanı yaralı, mustarip, çileli. Şimdi biz bu insanın üzerine seni uyaracağım, seni ikaz edeceğim, seni eleştireceğim diye gidersek yemin ederim ki bu hiçbir işe yaramaz. Sadece karşı tarafı incitir, kırar, üzer, yaralar, küstürür, ağlatır, uykusuz bırakır. Sonuçta da hiçbir işe yaramaz. Siz, günlerce emek vermişsiniz, bir sofra hazırlamışsınız, salatadan tatlıya kadar her şeyi en ince nüanslarla göz nuru dökerek, alınteri harcayarak hazırlamışsınız. Misafir geliyor, tam bir kabalık, hoyratlık, vurdumduymazlık içinde her şeyde bir kusur arayıp buluyor, bir kulp takıyor, yüzünü ekşitiyor, ses tonu değişiyor, yüzünün rengi değişiyor. Şimdi siz “Bu insan ne güzel eleştiriyor, ne çağdaş bir aydın” der misiniz? Demezsiniz, vallahi de demezsiniz, billahi de demezsiniz. Lütfen kendimizi kandırmayalım. Biz Rana Sultan’la kırk dört yıl evli kaldık. İlk günden son güne kadar bir kere bile olsa birbirimizi tenkid ederek yıpratmadık. İkimiz de bundan tüm gücümüzle kaçtık. Çünkü ikimizin de belli bir kültürü, hayat tecrübesi vardı. Bugün dünyada hiçbir insan bu saçmalığı kaldıramaz, buna tahammül edemez. İsyan eder, feryad eder, üstünü başını yırtar. Lütfen realist olalım, masa başı edebiyatı yapmayalım. Birisi sizi sesinin tonundan, yüzünün rengine kadar her şeyi değişerek eleştirirse sizin dünyanız yıkılır. Eliniz, ayağınız titrer.
Efendim, bir insan realitesi var. Biz onun bazı yönlerini bir türlü kabul etmek istemiyoruz. Burada işlenmesi gereken iki konu daha var. birincisi, hayatta sessiz, sözsüz, harfsiz de insan olaylardan ders alabilir. O aldığı dersle kendini yetiştirebilir. Sofrada yemek yiyen şahsın yüz ifadesi, yeme şekli, çatalı, bıçağı tutuşu bile, yüzünün rengi, dudaklarının şekli, bakışlarındaki mesaj bile bize çok, ama pek çok şey anlatabilir. Bundan elli yıl önceydi. Bir film seyrettim. “Ağa Düşen Kadın”. Orijinal ismi “Laret”. Dört saat sürüyordu. Filmde üç küçük cümle vardı. Olay Güney Amerika’da bir balıkçı kasabasında geçiyordu. İnsanlar, duygularını, düşüncelerini bakışla anlatıyorlardı. Aşklarını, hayal kırıklıklarını, sükût ederek, duruşlarıyla anlatıyorlardı. Hayatımda bu kadar güzel ikinci bir film görmedim. Beş kere gidip seyrettim ve hep ürpererek hatırladım. Bazı duygular kelimelere dökülmeden de anlatılabilir. Merhum eşim Rana Hanım bunda o kadar ileri gitmişti ki sessiz, sözsüz, harfsiz bütün duygularını ifade edebiliyordu. Bilmem anlatabiliyor muyum? Öyle sözler var ki insanı ebediyyen yaralayabiliyor.
Hayat, insan ruhu, insan ruhundaki ukdeler o kadar derin ki ve bir insanı eleştirmek, yargılamak o kadar kaba, o kadar anlayışsız, o kadar duygusuz kalıyor ki. Bir bakış bile her şeyi anlatmaya yeterken, kelimelere ne gerek var? Rahmetli Münir Bey, “Bazen sükut etmek, cevap vermemek, en güzel cevaptır” derdi. Çok saçma, edepsizce bir hücum karşısında bir incelik, bir edep, bir zerâfet heykeli gibi sessizce başımızı öne eğerek sükut etmek kadar anlamlı, ürpertici, hayranlık uyandırıcı ne olabilir?
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Rahmet ve Şefaat Gani Gani Onun ve Hakka Göçen Yakınlarının Üstlerine Olsun