.
Çok değerli büyüğüm,
Kitaplarınız başucumda, kanımda dolaşır gibi tekrar tekrar okuyup şifa buluyorum. Sevgili Özden hanımın yazısını okuduktan sonra, bu satırlar sadırdan çıkıyor diye düşündüm. Tam da, o sırada Siz değerli büyüğümün Gönül Sohbetleri Cilt:3, sayfa 159'daki R.M. Rilke'nin şiirin yazılışını okuyordum.
''Ve mısralar yazdım. Ah, gençken yazılan mısraların kıymeti zaten nedir ki... Beklemeliydi ve bütün bir ömür boyu, mümkünse uzun bir ömür boyu, mana ve lezzet toplanmalıydı. Ve sonra, tamamen sonunda belki iyi on mısra yazabilirdi. Çünkü mısralar, insanların dedikleri gibi, hisler değil, (his pek erken başlar) tecrübelerdir. Bir mısra için insan birçok şehirler görmelidir. İnsanları ve eşyayı görmeye, tanımaya çalışmalıdır. Hayvanları tanımalı, kuşların nasıl uçtuğunu izlemelidir. Küçük çiçeklerin sabahları hangi kıpırdanışlarla açtığını bilmelidir.
İnsan, meçhul semtlerdeki yolları, beklenmedik tesadüfleri ve uzun zamandır gelmekte olduğu vedaları düşünebilmelidir. Hala anlaşılamamış çocukluk günlerini, bizi sevindireceğini sanarak hazırladıkları (ama ancak başkasını sevindirirebilecek) bir sürpriz yüzünden, anlamayıp incittiğimiz anne ve babayı, o kadar çok derin ve müphem değişmelerle, acayip ve tuhaf başlayan çocukluk hastalıklarını, sessiz, kapanık odalarda geçen günleri ve deniz kıyısındaki sabahları, denizi, denizleri, üstümüzden esen ve bütün yıldızlarla uçan yolculuk gecelerini düşünebilmelidir. Bütün bunları düşünmek te yetmez. İnsanın birbirinden farklı birçok sevda gecelerine ait hatıraları olmalıdır. Doğuran kadınların haykırışlarına ait, içine kapanan, hafif, beyaz, uyuyan lohusalara ait hatıraları olmalıdır. Ama, hem de can çekişen kimselerin yanında oturmuş olmalıdır. Kesik kesik gürültü duyulan, pencereleri açık odada ölülerle durmuş olmalıdır. Ve insanların hatıraları olması da kafi gelmez. Hatıralar çoksa unutabilmelidir. Ve insanın, hatıralar gelecek diye beklemekte büyük sabrı olmalıdır. Çünkü hatıralar da henüz o değildir. Hatıralar, ancak hücrelerimizde yerleştikleri, bakış ve hareketlerimizde okundukları, isimsizleştikleri ve artık bizden ayırt edilemedikleri vakit çok nadir bir saatte, bir mısranın ilk kelimesi hatıraların oratasından ve hatıralardan tecelli eder. '' İşte insan, hayatta acı ve sıkıntı çektikçe yaşadıklarının anlamını kavrayabilir. Satırlar hemen dökülmese bile, boğazında düğüm düğüm olur. Hayatın değerini, yaradılışı, Yaradan'ı düşünür;gene de çok şükreder.
Böyle satırlar ve duygular çıktı, ellerimden. Sonsuz saygı ve sevgiyle ellerinizden öpüyorum, efendim.
Ayla Belen.
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz’nin cevaben yazdıkları :
Sayın Ayla Belen,
Efendim, göndermiş olduğunuz sonsuz güzellikteki mail beni o kadar heyecanlandırdı ki ürperdim, titredim, ağladım. Gönderdiğiniz bölümü yüzlerce defa okudum. Ama bir türlü doyamıyorum. Rilke, yine Rilke, yine Rilke. İnsan ruhunun bu kadar derinliklerine inen başka hangi yazar var? Sizin de aynı rezonansta buluşmamız bana ayrı bir heyecan, ayrı bir güzellik verdi. Doyamıyorum Rilke’ye. Okuyorum, okuyorum, doyamıyorum. İçinde Almanca bölümü olan nice üniversiteler var. Bir Almanca profesörü çıkıp da benim yaptığım gibi Rilke’yi inceleyen ikinci bir eser yazamadı. Sanırım yazamayacak da. Çünkü değil Rilke’yi yazmak, onu sevme için bile aynı heyecanları, ayı ürperişleri duymak lazım. Önce o müstakil bir kitap olarak yayınlandı. Sonra belki bir gönül dostu çıkar diye Gönül Sohbetleri’ne de koydum. Ama sayın Ayla Belen’den başka onu bütün derinliği ile, bütün inceliği ile anlayan kimse çıkmadı. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Allah sizden razı olsun. Rilke’yi yazmak için harcadığım olağanüstü çabaya, gayrete, uykusuz gecelere cevap veren bir kişi nihayet çıktı. Ona sonsuz teşekkürler ediyor, selam, sevgi ve saygıların hiç bitmeyecek olanını sunuyorum.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun