.
Çok Kıymetli ve Saygıdeğer Babacığım,
Pazar günü yayınlanan çok değerli sohbetinizde bahsettiğiniz örnekler bana da geçmiş günlerden birinde nezih bir lokantada yaşadıklarımı hatırlattı.
Arkadaşlarımızla yemek yerken oldukça şık iki hanımefendi hemen karşımızdaki masaya oturdular ve yemek sipariş ettiler. Giyim kuşamıyla saygı uyandıran, oldukça da güzel sayılabilecek bu hanımefendiler henüz yemeğe başlarken, servis sırasında önce bir kepçe dolusu yağlı sosu yemeğe boca ettiler. Oysa bugün biliniyor ki Türk hanımlarının en çok yakındıkları hususlardan olan selülitlerin asıl sebeplerinden biri, aşırı yağlı yemeklerdir. Yemek devam ederken, ağız şapırdatarak yemek yeme, tabağa çarpan kaşık sesleri insana kılıç kalkan ekiplerini hatırlatıyordu. Çevrede bulunanların rahatsız olabileceği de hesaba katılmadan yüksek sesle yapılan konuşmalar, bazı görgü kurallarının çiğnenmesi ve yemeğin üzerine yakılan sigara da ilave edilince bu hanımların üzerimizde bıraktığı o hoş izlenimler uçtu gitti. Ağzı leş gibi sigara kokan bir kadın nasıl zarif olabilir ve hoş bir izlenim bırakabilirdi ki. Bu durum üzerinde düşünmeye başladım. Bir sohbetinizden Japonların kadınlık sanatına verdiği önem üzerine; ev idaresi, çocuk bakımı, biçki-dikiş, çiçek tanzimi gibi belli konularda sertifikası olmayan hanımlara üniversite diploması verilmediğini hatırladım. Onlar, gelecek nesillerin kültürlü ana- babaların ellerinde şekilleneceğini fark etmiş kültürlü insanlar. İngilizlerin bir zamanlar leydilik okullarında kız çocuklarına en temel hanımlık ve görgü kurallarını, oturup kalkmayı, yürümeyi, giyim kuşamında dikkat etmesi gerekli incelikleri öğrettikleri geldi aklıma. Hatta Türkiye’den bir ünlü sinema sanatçısının dahi bu okullardan sertifika sahibi olduğunu hatırladım. Sonra da siz değerli büyüğümün bahsettiği ağızlarında pabuç gibi sakızlarla hatta bazen daha ileri giderek yol ortasında aleni sakız patlatan, Kızılay’ın ortasında, deniz kenarında güneşlenecek gibi yarı çıplak giyinen ya da yaz gününde asker postallarını andıran botlar giyen genç kızlarımızı hatırladım. Çevremizde buna benzer o kadar üzücü örnekler var ki bunlar aklıma hemen geliverenler.
Yaşama sanatında ustalaşmış siz çok kıymetli büyüğümün büyük önem arz eden bu konulardaki görüşlerini bizlerle paylaşacağını ümit ediyor, en derin saygı, sevgi ve hürmetlerimle mübarek ellerinizden öpüyorum.
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz’nin cevaben yazdıkları :
Sayın “Gökkuşağı”,
Kıymetli yavrum, düşüncelerinde ne kadar haklısın. Ne yazık ki pek az istisnası ile bu görgüsüzlük birçok adımızda mevcut. Üstelik çoğu aydın geçinen, üniversite mezunu, çağdaşlığı kimseye bırakmayan hanımlar bunlar. Oysa bizim toplum olarak gerçek kadınlara, gerçek aydınlara ne kadar ihtiyacımız var. Kadın, nerede olursa olsun zarafetin, inceliğin, kibarlığın, asaletin simgesi olmak durumunda. Uzun yıllar önceydi. Staj yapıyorduk. O gün bir konferans vardı. Konferansı veren ordinaryus profesör Vasfi Raşit Sevig idi. Kürsüye çıktı. Önce bir yumruk attı. Dikkatleri çekti. Sonra gürledi. “Her erkek hayvandır, velev ki bir kadın tarafından terbiye edilmiş ola.” Elli sene bu cümleyi düşündüm. Düşündükçe inanılmaz manalar çıktı. Demek ki merhum hocamıza göre insanları eğitenler kadınlar. Bizler inceliği, zarafeti, kibarlığı kadınlardan öğrenmek durumundayız. Ama bugünkü modern Türk kadını öyle mi? Çoğu çeşitli şekillerde incelikten uzaklaşmış durumda. Bir kadın nasıl sigara içer düşünemiyorum. Havsalam almıyor. Kadın, sigara içerken, ağzını şapırdatırken, ciklet çiğnerken ve patlatırken nasıl kabalaşıyor, çirkinleşiyor. Estetikten uzaklaşıyor. Ah, bunu bir bilseler. Gönüllerini temizleseler de kendilerini gönül aynasında bir görseler. Bir erkek sigara içen bir kadın için, ciklet çiğneyen bir kadın için nasıl saygı duyabilir, ona nasıl hayran olabilir, onun niçin nasıl şiirler yazabilir, düşünemiyorum. Sonra da o kadın çevreden ilgi görmüyorum diye kendi kendini kahrediyor. Evet, sevilmek, saygı görmek bir kadının en doğal hakkı. Ama bu kadın buna layık olmazsa...
Değerli yavrum, daha çok şey söylenebilir. Ama biz “Dnleyen söyleyenden arif gerek” sözü gereğince üzüntüyle başımızı önümüze eğiyor, sükût ediyoruz.
Bazan düşünüyorum, Avrupa’da olduğu gibi bizde de “leydilik okulları” açılsa ne iyi olurdu. Orada kızlarımız, oturup kalkmasını, giyinip kuşanmasını, konuşmasını, yemek yemesini, hitabetmesini, makyaj yapmasını, yaz makyajı ile kış makyajı arasındaki ince farkları öğrenebilselerdi. Türkiye’yi ziyaret ede karliçe Elizabeth, ne kadar ince, ne kadar zarif bir kadındı. O, oturup kalmasından, çanta taşımasına kadar sanki bir estetik nümunesiydi. Birinde Bush, onu Amerika’ya davet etti. Kraliçe Elizabeth, en küçük ayrıntılara kadar Bush’a birtakım şartlar ileri sürdü. Bunu okuduğum zaman ürpermiştim. Evet, Amerika şu anda süper silahlara sahip devletti. Ama kraliçe Elizebeth diyordu ki: Siz büyük devletsiniz. Ama nerede ne yapılır, nasıl hareket edilir bilmezsiniz. Sizler medeni insanlar değilsiniz. Oturup kalmasını bilmezsiniz. Bir sofrada yemek yemesini bilmezsiniz. Öğrenin de öyle geleyim. Olay bu yavrum. Zengin olmak, diploma sahibi olmak, en büyük iş kadını olmak yetmiyor. Bir de zarif insan, ince insan, kibar insan olabilmek var. İnşallah Türkiye’de de leydilik okulları açılır da bizler kabalıktan, hoyratlıktan, kadını kadınlığından uzaklaştıran davranışlardan vazgeçeriz. Gönül bunu diliyor. Allah, kadını öyle güzel niteliklerle donatarak dünyaya göndermiş ki bunu bir düşünebilsek...
Değerli yavrum, bu çok önemli konuya değindiğin için sana teşekkür ediyor, yeni maillerini bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla