.
Selam ve sevgilerle...
SABRİ BABA İLE SOHBET
− Efendim, sizin meşhur bir mukavele hikâyeniz var. Evlendiğiniz gün Rânâ Hanım’a daha evin kapısından içeri girmeden “Bu evde şu andan itibaren yalnız ve yalnız Allah’ın ve Peygamberin dediği olsun, kabul eder misin?” mealinde bir mukavele. Neden bu mukaveleyi içeri girmeden önce kapının önündeyken yapma lüzumu duydunuz?
− Yavrum, bir yuva kurulurken nefsaniyet evin eşiğinde kalmalı, içeriye girmemeli. O nedenle Rânâ Hanım’la o mukaveleyi eve girmeden önce yapmak istedim. Çünkü ben çok iyi biliyordum ki, bir şey nasıl başlarsa öyle devam eder. Bu şekilde başlasın istedim.
− Efendim, herkese örnek olan evliliğinizde kırkdört yılın sonunda bile en az ilk günkü kadar mutlu olmuşsunuz. Peki evliliğinizi her gün daha iyiye götürmek için ne yaptınız da böyle oldu? Bu zamanda çoğu evliliklerde tersi oluyor çünkü, zamanla birçok şey güzelliğini kaybediyor.
− Yavrum, ben her gün evliliğimi nasıl daha iyiye götürebilirim diye kendi kendime sorardım. Acaba Rânâ’yı mutlu etmek için o günkü imkânlarım ile (sevgim, ilgim, maddî imkânlarım) neler yapabilirim diye düşünürdüm hep.
- Peki, Rânâ Hanım’ın da böyle düşündüğünü söyleyebilir miyiz?
− Herhalde. Çünkü hayatta tek taraflı hiçbir şey yoktur. Her güzel şey, çift taraflıdır. Meselâ Resulullah Efendimiz defalarca Ebu Cehil’e gitti, onu İslâm’ın güzelliklerine davet etti ama sonuç alamadı. Cenab-ı Hak bile “Kulum bana bir adım gelirse, Ben ona on adım giderim” buyuruyor. Mutlaka her şey karşılıklı olacak.
− Değerli bir gönül dostu anlatmıştı, siz evinizin içinde birbirinize çok tatlı, şiir gibi bir üslûpla seslenmişsiniz hep.
− Evet yavrum.
− Evlendiğiniz zaman siz 28 yaşındaymışsınız, Rânâ Hanım 36 yaşında. Ailenize evlenme fikrinizi açtığınızda herhangi bir tepki gösterdiler mi aranızdaki yaş farkı nedeniyle?
− Hayır!
− Peki, farz-ı muhal, gösterselerdi ne yapardınız?
− O zaman da hiçbir şey değişmezdi. Ben bir kere Rânâ’yı sevmiş, ona inanmış, güvenmiştim.
− Rânâ Hanım’a hem eş, hem de yaşça küçük olmanıza rağmen mürşid oldunuz değil mi? Rânâ Hanım’ın Günlüğünden böyle anlıyoruz.
− Herhalde yavrum.
− Efendim, gelin kaynana ihtilâfından hep bahsedilir. Sizce bunun altında yatan sebep nedir?
- Gelin kaynana kavgalarını yıllarca inceledim. Sebep; gelin de, kaynana da adam yerine konmak istiyor. Olmayınca da sorunlar başlıyor.
− Peki, Rânâ Hanım ile anneniz nasıl anlaşırlardı?
− Fevkalâde iyi anlaşırlardı. Annem 1969-1981 yılları arasında bizimle oturdu. Bir tek gün bile Rânâ Hanım ile münakaşaları olmadı. İki taraf da haddini bildi. Annemle babaannemin ilişkisi de tarihte eşi görülmeyecek kadar muhteşemdi. Babaannem, hangi durumda olursa olsun, elleri hamurda da olsa, annemin işten geldiğini duyunca hemen yerinden ayağa kalkar, “Hoşgeldin Sebihanım” derdi. Annem de onun ellerine sarılırdı. Sonraları annem de Rânâ geldiğinde ayağa kalkardı.
− Olmazdı ama farzedelim ki Rânâ Hanım, annenizle beraber oturmak istemeseydi, ne yapardınız?
− Valla, her şey o anda biterdi. Annem romatizmalıydı. Kalkıp soba yakabilecek durumda değildi. Bu işleri hep babam yapıyordu. O nedenle babam vefat edince ben annemi yalnız bırakamazdım. O orada üşürken, ben evde rahat oturamazdım. Ayrıca annem öyle muhteşem bir insandı ki, onu hiçbir şeye değişmezdim. Ama bu anneden anneye değişir. Bazı arkadaşlarımın anneleri vardı kaprisli, hırçın, ille benim dediğim olacak diyen. O zaman kendine bakabilecek durumda ise, durum farklı olabilir. İlle benim dediğim olacak diyen Firavun gibi bir insanla, benim kim olursa olsun anlaşmam mümkün değil.
− Rânâ Hanım güzel meziyetlerini kimden almıştı?
− Onun bir öğretmeni varmış ortaokulda. Hep onun gibi olmak istemiş, onun davranışlarına dikkât etmiş ve hayatında uygulamış.
− İnsan genç veya yaşlı, her konuda hep daha iyiye gitmek için bir arayış içinde olmalı değil mi?
− Evet yavrum, biz her zaman bir güzellik avcısı olmaya çalışacağız. Ne yapıyorsak onu en iyi yapmaya çalışacağız. Giyinirken en zevkli giyinmeye çalışmak, yemek yiyorsak en güzel yemeye çalışmak, kitap okuyorsak her cümlesinden ayrı bir zevk almaya çalışmak... Her alanda ama her alanda bunu uygulamak. Meselâ daha güzel, daha etkili konuşmaya, daha güzel yürümeye, telefonda daha güzel hitap edebilmeye çalışmak...
− Efendim, bütün bunlar için kendimizde dikkât unsurunu nasıl geliştireceğiz?
− Önce meselâ bir bardak çayı içmekle başlayacağız. Ona öyle konsantre olacağız ki. Diyebilirsiniz ki dünyada yedi milyar insan çay içiyor. Hayır içmiyor. Onların çoğu sadece çay içtiğini sanıyor. Önce, içtiğimiz her yudumun tadını almayı bir güzel sanat haline getireceğiz ve hepsinden ayrı ayrı lezzetler alacağız. Sonra bunu adım adım her alana uygulayacağız.
Meselâ sokakta yürüyorsun, etraftaki her eşyayı algılamaya çalışabilirsin. Meselâ bir mağazanın vitrin yazısı çok güzel, onu dahi gözden uzak tutmayacaksın. Hep, güzellikleri içine sindirmeye çalışacaksın. Meselâ bir kuşun kanat çırpmasını... Yani bir güzellik avcısı olacaksın.
.............