.
Muhterem hocam,
Size üç sorum olacak. Birincisi;
Değerli insan Seyfettin Bulut şöyle bir soru sordu programında ve cevabını da verdi.
Soru: Bir insanın doğum günü ne zamandır?
Cevap: Bir insanın doğum günü doğduğu gün değil neden, niçin bu dünyaya geldiğini anladığı gündür .
Siz de hep bu dünyaya neden geldik diye düşünün , amacımız bunu bulmak dersiniz.
İnsanın kendisini anlaması için neden yaratıldığını anlaması için hangi temel noktalara dikkat etmesi lazımdır?
İkincisi, Ahmet Kayhan Hazretleri, buyurmuş ki,
"Allah'ın hırsızı olun. Tevhid hırsızı. Allah'ı arama hırsızı olun."
Böyle bir düşünceye , ifadeye ilk defa rastladım. Çok etkilendim.
Bu konuda da görüşlerinizi rica edebillir miyim?
Üçüncüsü;
Hayır ve şer Allah' tandır diye biliyorduk . Bir muhterem zat diyor ki " Allah'tan sadece hayır gelir, şer gelmez. Şer'i kul kendi hak eder.
Hatta şu dörtlüğü söylüyor bu düşüncede olanlar.
"Kuluna eza etmez Hüdası,
Kulun çektiği kendi cezası."
Bunlar sorularım. Bir de fıkra yazayım sitemize. En son verdiğiniz cevapları okuyunca aklıma geldi.
Bir çocuk annesine sorar. Anneciğim. Kafam karıştı. Ben sana ilk insan nasıl dünyaya geldi diye sorduğumda bana " Allah, Adem ve Havva'yı yarattı çocukları oldu ve insanoğlu dünyaya yayılmaya başladı " dedin.
Öğretmenim ise," Binlerce yıl önce maymunlar vardı. Bizler de evrim geçirerek onlardan türedik". diyor.
Nasıl olur anne sen bana insanın Allah tarafından yaratıldığını söylüyorsun, öğretmenim de maymunlardan geldiğimizi söylüyor. karıştırıyorum.
- Karıştıracak bir şey yok yavrum. Ben sana kendi ailemizin geçmişini anlattım. Öğretmenin de kendi ailesini anlatmış, bir tanem.
Hürmet ve hayır dualarımla.
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın “Bir Talebe”,
13.8.2008 tarihli mailinizi aldım.
1-) Biz bu dünyaya aslımızı bulmaya geldik. Hepimiz görevliyiz. Bazılarının sandığı gibi yaşamak demek yemek, içmek, giyinip kuşanmak, gülüp eğlenmek, göbek atmak değildir. asli görevimizi ne kadar yerine getirirsek, Allah’a ne kadar yaklaşırsak o kadar mana aleminde ilerlemş oluruz. Bir kudsi Hadiste “Ben bir gizli hazineydim. Bilinmemi istedim.” Buyruluyor. Biz de yaşadığımız hergün, her saat, her dakika son nefesimizi verinceye kadar Allah’ımızı bilmek, tanımak ve tanıdıkça da ona daha çok yaklaşıp, sevmek durumundayız. Her zerre, duyan, düşünen, hisseden insanlar için bizi Allah’a götüren bir vesile olmalı. Kainatın en büyük şairi Yunus Emre
“Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır”
der. Fikret,
“Bir örümcek götürür Hakka beni”
der. Bir gün Merhum Hasan Burkay Hazretleri’ne sorarlar:
“Efendim” derler, veli kimdir?” Hazret cevap verir: “Baktığı her zerreden en az elli beş mana çıkaran kimsedir.” diye buyurur. Bilinmeyenler içinde yaşıyoruz. Çepçevre sırlarla, güzelliklerle, ihtişamlarla sarılmış durumdayız. Atila İlhan
“Anladım, imkansız şey bir insanın bir başka insanı anlaması” diyor.
Necip Fazıl, daha ileri gidiyor:
“Aynalar, söyleyin bana ben kimim?”
diyor. Önemli olan hayatı, hayatın sırlarını, insan denilen yüce varlığı biraz olsun anlayabilmek. Ona bir adım da olsa yaklaşabilmek. Alexi Carel, “İnsan bu meçhul” diyordu. Bu karanlıklar içinde Malatya’lı şair Mısri Niyazi
“Ben sanırdım halk içinde hiç ban yar kalmamış
Ben beni terk eyledim, gördüm ki ağyar kalmamış”
diye sesleniyordu. Mesele burada efendim. Kendi “ben”imizi aşıp onun dar sınırları içinde esir olmaktan kurtulup, güzellikler alemine, “Sonsuzluk Kervanı”na katılabilmek. Yahya Kemal
“Gel, kurtul varlığın dar hendesesinden
Yürü, hür maviliğin bittiği son hadde kadar”
diyordu. Bunu yapabilenler, kendi “ben”ini aşıp nefsini binek atı haline getirebilenler için bu anlatılanlar hiç de meçhul değildir. hayat, güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel. Ama ne yazık ki bizim gibi nefsinin elinde oyuncak olanlar bu ihtişamı sezemiyor, bu güzellikleri yaşayamıyorlar. Geçen gün Fenerbahçe’de oturuyorduk. Bir kimse bana sordu. “Efendim” dedi, “acaba cennet nasıldır?”. Ona aziz kardeşim” dedim, “niye sağına, soluna bakmıyorsun? Şu anda oturduğumuz yer cennetten başka nedir?” cevap verdi, “Efendim, kafam öyle karmakarışık, ruhum öyle perişan ki ben önümde sadece mavi bir su görüyorum. Bunun cennetle ne alakası var?” İçimden “Ah, yavrum” dedim, “seni alıp firdevs cennetine götürseler aynı şeyleri söylemeyecek misin?” unutmayalım ki bu dünyada hayatını cennete çeviremeyenler, o dünyada da cenneti göremeyeceklerdir.” Allah bu güzellikleri görmeyi, tek istisna olmadan yeryüzündeki bütün insan kardeşlerime nasip etsin.
2-) Sultan Ahmet Kayhan Hazretleri ne güzel buyuruyor: “Tevhid hırsızı olun”. Hırsız ne yapar, uyandığı andan itibaren sağına soluna yanına yöresine öyle dikkatle bakar ki çalıp götürmek için minicik de olsa bir şey arar. Çünkü minicik bir çeyrek altının bile kendine göre önemi, değeri vardır. Aynı şekilde bir tevhid hırsızı da her şeyi vesile kılarak tevhid yolunda yürümeye çalışır. Yunus’a göre bu bir karınca bile olabilir. Ona hayran hayran bakar ve
“Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır”
der. Önemli olan her zerreye o ulu nazarla bakabilmek. Bazan bulaşık yıkarken bardakları, tabakları durularken heyecanlanırım, coşarım, Allah’ın elini tutar gibi olurum, aynı aşkı, aynı heyecanı yediğimiz her şeyde, giydiğimiz her şeyde, kullandığımız her şeyde görebilmek ne güzeldir. Akşam eve girerken önce Besmele çeker, sonra evimdeki bütün eşyaya, bütün meleklere edeple, saygı ile, huşu ile selam veririm. Yaptığımız en küçük bir harekette bile tevhide ulaşabilmek ne güzeldir. Telefonunuz çaldı. Açmaya gidiyorsunuz. Ahizeyi elinize aldınız. Sımsıcak, yumuşacık bir sesle “Efendim” dediniz. Karşı taraf bu şiir dolu sesi duyunca en büyük negatifi yaşıyor bile olsa yumuşar, relaks hale geçer. Bir telefona çıkıp bir kelimeyle dahi olsa seslenebilmek o zaman ne muhteşem bir olay olur. Bir gün Sakarya Caddesi’ne gittim, kahvaltılık alacaktım. Kapıdan girdim. Bana gittiğim zaman hizmet eden tezgahtar o gün çok hırçın, çok asabi idi. Yüzü kararmış, sanki çatacak birini arıyor gibiydi. Yanına yaklaştım, önce edep ve saygıyla selam verdim, sonra "Maşaallah" dedim, "bugün ne güzel olmuşsun. Kapıdan girince sana baktım, bir nuz hüzmesi gördüm. Oradan bütün çevreye nurdan ışıklar yayılıyor. Sana bakıp da hayran olmamak, saygı duymamak mümkün mü?" Çocuğun yüzü birden aydınlanıverdi. Dudaklarına tatlı bir tebessüm geldi. Yanındaki tezgahtar arkadaşına baktı, “Lan, Ahmet” dedi, “yanında ayna var mı?” bütün mesele burada efendim. Hayatta her şey burada başlıyor, burada bitiyor.
Bir sohbette bir hanım Kenan Rıfai Hazretleri’ne döner “Efendim” der, “dünya ne kadar kötü olmuş, insanlar ne kadar kötüler. Nerdeyse kapıdan çıkmaya cesaret edemeyeceğiz.” Kenan Rıfai, o hanımefendiye döner, der ki “Önemli olan, kötülükler senin vücudun sınırına geldiği zaman orada duruyor mu, durmuyor mu, budur. Biz ona bakalım. Kainat şöyleymiş, böyleymiş, insanlar şöyle olmuş, böyle olmuş bize ne bunlardan? Biz iyi olalım. Kötülükler sana geldiği zaman orada dursun. Geçit bulamasın. Bunu yapabiliyor musun?”
3-) Çok değerli yavrum, aslında hayatta Allah’ın nurundan başka bir şey yoktur ki. Her şey hayırdır. İyidir, güzeldir. Şer, bir bakış açısından başka nedir? Mısri Niyazi
“Ben sanırdım halk içinde hiç bana yar kalmamış
Ben beni terk eyledim, gördüm ki ağyar kalmamış”
diyor. Ümmi Sinan Hazretleri “Yolum bir çarşıya düştü. Kapıdan girdim, aman Yarabbi, ne muhteşem bir çarşı. Yolu gül, kapısı gül, terazisi gül, dirhemi gül, satılanlar gül, satanlar gül, alanlar gül” diyor. Nobel alan sözümona büyük Fransız yazarı Jean Paul Sartre “Başkaları cehennemdir” diyor. İşte efendim, iki insan örneği. Ümmi Sinan Hazretleri ve Jean Paul Sartre. Biri çevresinde yalnız gül görüyor, biri cehennem ateşi.
Muhterem efendim, hayat da aynen böyle. Her şey bizim bakışımıza bağlı. Yunus Emre “Gören göz değil, gönüldür” diyor. Biz, gönlümüzü arıtıp temizlediğimiz zaman her yer bize gül bahçesi gibi görünür. Olaylara ve çevreye Jean Paul Sartre gibi nefsaniyetimiz açısından baktığımız zaman göreceğimiz sadece cehennem ateşidir. Allah, cümlemize hayata ve insanlara Ümmi Sinan Hazretleri gibi bakmayı nasip etsin.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Aziz Ruhları Yüce, Makamı Âli Olsun