Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sabri Babamızın TRT FM de yayınlananan Ailede Mutluluk konulu programı.
Gönderen : Site
Tarih : 7/29/2016 10:59:21 AM


.




SAYIN SABRİ TANDOĞAN BÜYÜĞÜMÜZÜN TRT FM’DE YAYINLANAN AİLEDE MUTLULUK KONULU SOHBETİ





Sevgili dinleyecilerimiz merhabalar. Değerlere Yolculuk Programına hoşgeldiniz.





Efendim bugün çok önemli bir müesseseden bahsedeceğiz, ailemizden bahsedeceğiz. Aile içi mutluluk, aile içi iletişimden bahsedeceğiz. Yine çok değerli bir konuğumuz var. Emekli Danıştay Üyesi Sabri Tandoğan’la buradayız. TRT’nin stüdyolarındayız. Hoşgeldiniz Sabri Bey.





-Hoşbulduk efendim.





-Nasılsınız?





-Hürmetler, teşekkürler...





-Efendim Ankara’da yoğun bir kar yağışı var. Bu kar yağışına rağmen geldiniz, şeref verdiniz, lütfettiniz.





-Hoşbulduk efendim.





-Efendim aile önemli dedik. Hepimizin bu dünyaya bir aile ile geldiği muhakkak. Mutlu insanlar, huzurlu insanlar, hayata pozitif bakan insanlar mutlu bir ailenin ürünü... Ama problemli, sıkıntılı, hayata pesimist (kötümser) bakan insanlara baktığımız zaman, ya çocukluklarında, ya da iç dünyalarında yakalayamadıkları o huzuru, o ahengi bir şekilde göstermiş oluyorlar. Siz de bir evlilik yaşadınız, çok mutlu bir evlilikle hayata başladınız ve bu evliliği devam ettirdiniz. Güzel evlilikler artık eskisi kadar kalmadı. Buradan başlıyalım kıymetli Hocam, nasıl görüyorsunuz aileyi, aile içindeki mutluluğu?





-Efendim, bir aile içinde mutluluğun olabilmesi için karı ile koca arasında müşterek değerler, güzellikler, inançlar olması lazım. Bu olmadığı zaman ne paylaşılacak? Müşterek bir inanç yoksa o ailede, müşterek gelenekler yoksa, müşterek değer yargıları yoksa, karı koca neyi bölüşecek, neyi paylaşacak? Bu imkansız bir şey. Bu imkansız olunca, o aileden bir huzur, bir mutluluk, bir güzellik beklemek de imkansız olacak. Buna imkan yok.





-O zaman evliliğe merhaba diyen insanların bir defa ortak müştereklerinin olması lazım. O ortak müştereklerde de sanıyorum saygı ve sevgi çerçevesinde devam etme arzu ve isteğinin olması lazım.





-Evet efendim.





-Siz evlendiniz, ben daha önceki sohbetlerinizden de duymuştum. Evlenirken eşinizle aranızda geçen bir münasebet beni çok etkilemişti. Lütfeder misiniz? Eve girerken eşinizle yaptığınız anlaşma?





-Efendim nikahımız kıyıldı, evimize geldik. Kapıdan içeri giriyoruz. Rahmetli eşim de hukukçuydu, savcıydı. Bak Rânâ dedim, ikimiz de hukukçuyuz, gel bir mukavele yapalım. Şaşırdı Rânâ. Sabri dedi, neyin mukavelesi? Nikahımız kıyıldı, geldik. Yok dedim bu başka. Nedir? dedi, dedim ki Bak Rânâ, şu kapıdan giriyoruz, ilk adımımızı atıyoruz, bir mukavele imzalayalım, diyelim ki, şu andan itibaren, bu evde, ne senin dediğin olacak, ne benim dediğim olacak. Yalnız ve yalnız Allah’ın ve Peygamber’in dediği olacak, kabul mü Rânâ? dedim. Kabul Sabri, dedi. Rânâ ile tokalaştık. Mukavele akdedildi. Ve kırk dört yıl içinde inanır mısınız efendim, bir kere, bir kere bizim evde kavga, münâkaşa, yüksek sesle konuşmak, birbirine laf çarpmak gibi durumlar olmadı. Kırk dört yıl hep sevgi, saygı, dostluk, arkadaşlık egemen oldu. Ve biz sanırım, yani büyük söylemiş olmayım, çağın en güzel evliliğini yaşadık bu şekilde. Buna da şu neticeyi çıkardım, müşterek değer yargıları olmayınca olmuyor. Kadın diyor ki bu evin sahibi benim, bu evin kadını benim, benim dediğim olacak. Erkek diyor ki, hayır, aile reisi benim, benim dediğim olacak. Bu iki “ben”ler, yani nefisler çarpışınca yemin ederim ki o ailede huzur-mutluluk olmaz. Bunu beklemek aptallıktan başka bir şey değildir. Bütün mesele o egoların, o nefsaniyetlerin kapının dışında bırakılması. Bu nasıl bırakılacak? Bizim mukavelemizde olduğu gibi; bu evde ne senin dediğin olacak, ne benim dediğim olacak. Bakın egemenlik yok. Bütün mesele bu egemenlik çarpışmasında efendim. Niye... Niye çarpışalım?





-Güzel söylediniz. Bunca sene bir evlilik hayatı yaşadınız ama eşinizle tartışmadınız. Belki ortak olmadığını düşündüğünüz çok nokta da olmuştur, ama bunu nasıl tolare ettiniz? Yani zevkleriniz farklı olabilir, hayata bakışınız farklı olabilir, bazı noktalarda farklı düşünüyor olabilirsiniz. Ya da eşiniz yorgun olabilir, siz yorgun olabilirsiniz. Erkek egemen bir kültürde genellikle erkekler eve gelir, dinlenmek ister, gazetesini okur, kahvesini talep eder... Hep böyle olmak mı gerekiyor? Ya da sizin yaşadığınız o evlilikte o mutluluğu yakalayacak doneler nelerdir Hocam?





-Efendim her şey müşterek değer yargılarında. Mesela Rânâ’nın da, benim de bağlandığımız değer yargısı İslamî ölçülerdi. İslamî edep, İslamî yaşama üslubu, İslamî karı-koca ilişkileri. Meseleye bu açıdan bakılınca bizim en ufak bir problemimiz olmadı. Ben eşime öyle saygı duyardım ki, onun önünde kırk dört yıl içinde bir kere ayak ayak üstüne atarak oturmadım efendim. Hep eşime hürmet ettim, saygı duydum. Bir kere eşime “Râna kalk bana bir su getir” demedim. Susayınca giderdim kendim içerdim, bir bardak da Rânâ’ya getirirdim, “Rânâcım içersen su getirdim” derdim. (Gülüşmeler)Şimdi böyle bir evlilikte münâkaşa olur mu Efendim? Evliliğimizin ilk günüydü, Rânâ dedim, ben aybaşında maaş alınca -Rânâ da Danıştay’da savcıydı- sana getireyim vereyim, evi sen idare et, yalnız ben biliyorsun kitap meraklısıyım dedim...





-(Sunucu beyefendi araya girerek) Ama dizginleri vermişsiniz, öyle diyorlar şimdi.





-Şimdi bir dakika buyurun, bir dakika buyurun. Ay başında maaşımı getireyim, sana vereyim dedim, sen bana bir kitap parası verirsin harçlık olarak, o kadar. Cevap: Kesinlikle olmaz Sabri. Ben hiç para harcamasını sevmem dedi. Madem ki evin erkeği sensin, parayı sen harcayacaksın dedi. Emir emir. (Gülüşmeler) Emir demiri keser derler. İnanır mısınız kırk dört yıl içinde bir kere bizim evde para lafı edilmedi. Yani şunun fiyatı kaçtır denilmedi. Rânâ maaş alırdı, getirirdi bana, ben de zarflarım vardı, işte ev kirası, elektrik parası, telefon parası, falan falan zarflara koyardım ve ben de bir daha ay sonuna kadar para lafı düşünmezdim.





-Çok güzel, çok kaliteli bir evlilik yaşamışsınız. Elbette ki bizim genç neslimizin bundan alacağı çok mühim dersler var. Aşık olarak evlenen, fakat daha seneyi devriyesi tamamlanmadan boşanan insanlar hiç de az değil. Ve yarım kalmış, bölünmüş ailelerin çocukları olarak artık hayata merhaba diyen çocukların sayısı da az değil. Ne eksik Hocam hayatımızda bizim, neden çabuk boşanıyoruz, neden çabuk bıkıyoruz birbirimizden?





-Efendim daha ilk günden itibaren nefisler çarpışıyor. Benim bir arkadaşım vardı; ciddi, çalışkan, hanımefendi bir kızıdı. Evleniyor bir üst düzey bürokratla. Daha birinci hafta dolmadan, sabahleyin eşi kalkıyor, benim diyor bir toplantım olacak, ben banyoya gireceğim, duşumu alacağım, abdest alacağım, çıkacağım. Hayır diyor, banyoya evvela kadınlar girer. Bakın belki inanmazsınız efendim, tekrar ediyor, bak yavrum diyor, benim toplantım var. Kendisi de genel müdür düzeyinde bir insan. Benim toplantım var, ben hemen abdestimi alıp çıkacağım diyor. Olmaz diyor hanım, banyoya evvela kadınlar girer. Onun üzerine adam Peki, diyor, hemen gidiyor banyosunu alıyor, çıkıyor, toplantı bittikten sonra da avukata gidiyor, boşanmak için vekaletname veriyor.





-Sadece bu hareketten?





-Evet efendim, inanılmayacak bir şey yani. Ben bunu gazetede okusam inanmazdım, böyle şey olmaz derdim. Ama oldu. Dikkat buyurun hep burada çarpışan nefisler oluyor. Benim dediğim olacak, senin dediğin olacak. Ben bunları gördüm evlenmeden evvel. Daha ilk gün kapıdan ilk adımımızı atarken Rânâ Sultan dedim, gel bir mukavele yapalım; bu evde ne senin dediğin olacak, ne benim dediğim olacak...





-Yine sizden duymuştum daha önce, yine Peygamberimize has o veciz ifadeyle “Ya hayır konuş, ya sus”... Evliliklerin, insan ilişkilerinin temelinde hayır konuşmadan, öyle sıradan şeyleri sarfettiğimiz zaman tamiri mümkün olmayan nice hatalara da kapı açmış oluyoruz. Hele ki evliliklerde. Bu Hadisi de esas alarak, gerçekten siz kendi evliliğinizde ve mutlu olan evliliklerde bu Hadisin rehberliğini görüyor musunuz, müşahade ediyor musunuz?





- Efendim ben bu Hadis-i Şerif’i hem evliliğimde yaşadım, hem şimdi yaşıyorum. Çünkü bu Hadis-i Şerif dünyanın en muhteşem sözlerinden birisi efendim: “Ya hayır söyle, yahut sus.” Birçok kavgalar, münâkaşalar, hatta hatta ayrılmalar, boşanmalar hep gereksiz bir sözden çıkıyor. Yani insan, ağzından bir söz çıkarken bir düşünmeli; benim bunu söylemekteki kastım nedir, benim sözümün aileme, insanlara faydası nedir diye bir düşünmeli. Bugün bu düşünülmüyor maalesef. Yani birçok insan konuşmak için konuşuyor.





-Kıymetli Hocam, evlilikler tabii yapılıyor, genellikle evliliklerin devam etmesinde mutlaka belli kıstaslar olması lazım, ama çoğu zaman erkeğin işi olmuyor, işten ayrılıyor, kadın tahammülsüzlük gösteriyor, ya da kadının bazı huyları oluyor, erkek tahammülsüzlük gösteriyor. Evlilikler maddi müreffeh bir hayat sürdüğünde mi sürmesi lazım, yoksa yokluk içinde de evlilikler devam edebilir mi?





-Efendim kesinlikle öyle bir şey yok. Yani yarınımızın ne olacağı belli değil ki. Bugün çok müreffeh bir hayat yaşayabiliriz. Ama yarın statümüz değişebilir. Görevden alınabiliriz, işimizi kaybedebiliriz. Onun için bunu müreffeh olmak kıstasına bağlamak kadar hayatta yanlış hiçbir şey olamaz. Gerekirse kuru ekmek yenilir, gerekirse aç kalınır, su içilir. Ama karşılıklı sevgi, saygıyla o evlilik devam eder.





-Biz aşklarımızı, duygularımızı, başkasına olan gönül dostluklarımızı herhalde kimlik değiştirerek artık yaşıyor olduk. Aşkın adı tutkuya dönüştü, delicesine aşık olan insanlar birkaç ayda boşanır hale geldi. Ve çocuklarımız mutsuz anne baba modelleri görerek hayata bakyorlar. Yeni evlenen ya da evlenme arefesinde olan insanlara bu anlamda nasıl rehberlik etmek lazım?





-Efendim böyle bir genç gelse bana sorsa, ona derim ki, aman yavrum, eşinle aynı inançta mısın? Aynı değer yargılarını paylaşıyor musun? Aynı güzellik inancında mısın? Paraya karşı tutumunuz aynı mı? Kendinize örnek aldığınız ölçüler acaba Allah’ın, Peygamber’in Gösterdiği ölçüler mi, yoksa filan gazetecinin, filan filozofun, filan televizyondaki konuşmacının sözleri mi? Bunlara dikkat edin derim. Müşterek güzellikler olmadan inanın bir kafede iki kişi medenice çay bile içemez. (Gülüşmeler)





-Kaldı ki bir ömür, bir hayat yaşanacak...





-Öyle tabi efendim.





-Şimdi tabi evlendi insanlar, çocukları da oldu, fakat evliliklerimiz çocuklarımızla bir neşe, bir meyve sahibi olması gerekirken çocuk erkil bir aileye dönüştük. Çocuklara bir şey öğretmek gerekirken çocuklardan bir şey öğrenmek ya da onları hayatın merkezine koyarak onlara göre yaşamak gibi bir noktaya geldik. Yani çocukarı sevelim, çocukara da saygı gösterelim ama acaba onların her dediğini yapmak bir ailenin mutluluğu için olmazsa olmaz mıdır?





-Efendim bilirsiniz Kur’an-ı Kerim’de bir Ayet var; şöyle Buyruluyor: “Biliniz ki malınız ve evladınız sizin için fitnedir.” Fitne, Arapça imtihan demek. Yani biz malımızla ve evladımızla imtihan oluyoruz. Bu gün ne yazık ki buyurduğunuz gibi birçok evlerde, hem de sözümona okumuş, iki-üç diploma almış kimselerin evlerinde bir çocuk saltanatıdır gidiyor. Çocuk ne emrederse o oluyor. Çocuk ne isterse o yapılıyor. E böyle olmaz efendim. Yerine göre annenin, babanın, -eğer evde varsa, o ada artık kalmadı gibi- büyükannenin, büyükbabanın “Yeteer, Dur!” demesi lazım. O “dur” denmedikçe yarın o çocuk o annenin, babanın kafasını keser. Kesiyor da nitekim.





-Allah korusun.





-Öyle efendim maalesef. Çocuk put haline getirilmiş birçok evde. Ben onları gördükçe inanın ürperiyorum.





-Tabi Hocam çocuklarımızı sevelim, çocuklarımıza değer verelim, çocuklarımıza saygı gösterelim ama sizin dediğiniz gibi acaba biz ölçüyü mü kaçırıyoruz, olması gereken yerde duramıyor muyuz?





-Muhterem efendim biliyorsunuz bazı kimseler çay içerken şeker koyar. Çok insan bir şeker atar çayına. Bazı insanlar iki şeker atar. E ama yedi-sekiz şeker konursa o çay zehir olur. Hayatta her şeyin ölçüsü vardır. Gayet tabii evladımızı seveceğiz, üzerine titreyeceğiz, ama put haline getirmeyeceğiz. Bir de kendimiz örnek olacağız efendim. En güzel örnek anne-babanın kendisidir. Çocuk nerede durulur, nerede durulmaz onu anne babanın gidişine bakarak anlayacak.





-Yani kitaplardan okuyarak, çocukara nasihat ederek bunun oluşması çok kolay görünmüyor.





-Hatta imkansız görünüyor. Biliyorsunuz ben kitap meraklısıyım, ömrüm kitapçılarda geçer, pek çok çocuk kitapları var. Ama bugün yolda giderken annesini babasını tekmeleyen, onlara tüküren, onlara hakaret eden çocuklar görüyoruz. Ve bunlar toplum hayatında bir yerlere gelmiş insanların çocukları. Olmuyor ama efendim.





-Hocam elinizde imkan olsa, evliliklerinden mustarip insanlara tekrar güzel bir aile kurma fırsatı verilmiş olsa, nelerin olmasını arzu ederdiniz, nelerin değiştirilmesini isterdiniz.





-Efendim bence en güzel örnek, örnek aileler. Birbirilerine sevgi, saygı duyan aileler. Mesela Rânâ ile benim kurduğum aile yapısı. Bizi tanıyan binlerce insana sorun, deyin ki acaba siz hayatınız boyunca Sabri ile Rânâ’nın aile hayatı kadar güzel, muntazam, örnek bir aile gördünüz mü? Bütün mesele örnek olabilmek. Bakın ne diyorum. Ben hayatımda bir kere Rânâ’nın önünde ayak ayak üstüne atarak vallahi oturmadım. O kadar saygı duyardım ki eşime; aman onu kırmayım, aman onu incitmeyim diye. Çünkü onu çok seviyordum.





-Yardım da ediyor muydunuz mutfakta...?





-Hem de nasıl... Mesela arada bize yemeğe misafirler gelirdi. E Rânâ gündüz çalışıyor zaten, savcılık zor bir meslek, akşam yorgun argın gelir, sofralar kurulur, servisler yapılır, misafir gidince Rânâ bööyle yorgun yatar kalırdı. Ben usulca mutfağa girerdim, yavaş yavaaş ne kadar bulaşık varsa hepsini, hem de en güzel şekilde yıkardım. Ondan sonra lavaboyu pırıl pırıl temizlerdim. Sabahleyin Rânâ mutfağa girdiği zaman kaplar yıkanmış, yerlerine yerleştirilmiş ve lavaboyu da böyle pırılı pırıl teftişe hazır bulurdu. (Gülüşmeler) Yani Rânâ’ya yardım etmek bence bir ibadetti...





-Tabi Rânâ Hanım da böyle bir eşi sevmez mi?





-(Gülüşmeler...) Onu bilmem artık.





-Hocam sizin bu yaptığınızı kazak erkekliğinin içine sığdırmayanlar da vardır...?





-Efendim bir kere o kazak erkeklik çok çirkin, ilkel, bayağı bir şey. Ne demek kazak erkek? Kadın-Erkek evlenir, el ele bir yuva kurulur. O evin işleri beraberce görülür. Kazak ne demek? Benim hafsalam almaz bunu...





-Hocam sohbetiniz o kadar tatlı ki, zamanın nasıl geçtiğini biz de anlayamadık. Çok teşekkür ediyoruz. Bu güzel zamanı bizlerle değerlendirdiniz. Gönülden, yürekten sevgilerimizi ve saygılarımız sunuyoruz, tekrar görmek istiyoruz inşallah.





-İnşallah efendim, hayırlısıyla. Ben de sizlere teşekkür ediyorum.





-Sevgili seyircilerimiz güzel bir aile, mutlu bir aile hepimizin arzusu. Ama bu tek taraflı hiçbir zaman olmuyor. İki tarafın da fedâkarlığı, sevgisi ve saygısıyla gerçekleşen bir şey. Biz de ümit ediyoruz ki milletimizin temel taşı olan ailelerimiz daime güzelliklerle dolsun ve kalsın. Sevgi ve saygılarımızla efendim.


 

TRT FM DEĞERLERE YOLCULUK PROGRAMI

 



...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]