Kıymetli yavrum,
Olgun insan denince akla önce; aklı başında, dengeli, haddini bilen, edepli, hoşgörülü, içi sevgi ve saygı dolu, insanlara hizmeti bir aşk haline getirmiş, güvenilir, itimat edilir, dürüst, temiz, efendi bir insan geliyor. Olgun insanlar hayatın üç asli unsurunun; sevgi, saygı ve hoşgörü olduğuna inanırlar. Onlar olmadan hangi çağda, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, bu insanların olgun sıfatını kazanabileceklerine inanmıyorum. Bugün toplumun bütün kesimlerinde ortaya çıkan kavgalar, dövüşler, çirkin ve kaba münakaşalar, lüzumsuz çekişmeler, dargınlıklar, küskünlükler, boşanmalar incelenecek olursa hep aynı gerçekle karşılaşılır: Sevgiden, saygıdan ve hoşgörüden yoksunluk. Olgun insan bir nevi ekmekteki maya, yapıdaki harç gibidir; hayata renk veren, ışık veren, güzellik veren, bütün acılara ve ıstıraplara rağmen hayatı yaşanılır kılan hep o güzel insanlardır. Bir tek olgun insanın yaşadığı aileye, çalıştığı işyerine, oturduğu mahalleye, bulunduğu şehre derece derece yayılan sayısız faydaları vardır. Sonradan Müslüman olan değerli Fransız bilim kadını Profesör Eve Hanım: "Çay içerken, çay fincanının tabağa çarpmasından çıkan ses biraz sonra en uzak galaksilerde duyulur." der. Yaşamak, adına olgun insan dediğimiz o değerli kimselerle, hanımefendilerle, beyefendilerle; onların hayata kattıkları, varoluşa getirdikleri edepler, incelikler, güzelliklerle bir ihtişam kazanır. Hayatı güzel, inanılmayacak kadar güzel hale getiren onlardır. Onların bazen incelik dolu bir jesti, insan ruhlarında ürpertiler uyandıran güzel bir sözü nesilden nesile intikal eder. Bir gün kainatın efendisi Müslümanlardan orduya yardım ister; herkes der, imkanları nispetinde yardım yapsın. Derhal yardımlar başlar, insanlar imkanları nispetinde, güçleri oranında bir şeyler getirirler; sıra Hz. Ebu Bekir'e gelir, o güzeller güzeli, inceler incesi büyük insan kalkar, neyi var neyi yoksa, A'dan Z'ye her şeyini getirir. Herkes hayret içindedir, Peygamber Efendimiz sorar: "Ya Ebu Bekir, sana ne kaldı?" Cevap müthiş! Ne zaman okusam yüzümün rengi değişir, titrer, ürperir, heyecanlanırım, bazen ağladığım olur. Mübarek başını kaldırır: "Ya Resullah" der, "bana senin aşkın kaldı, başka ne isterim?" Bu müthiş söz kıyamete kadar nice gönüllerde ürperişler uyandıracak. Olgun insanlar yemeğin içindeki tuz gibidirler, nasıl tuzsuz bir yemek güzelliğinden çok şey kaybederse, olgun insanlardan mahrum bir cemiyet veya olgun insanlara önem vermeyen cemiyet de öyledir, tuzsuz yemek gibidir. Gerek evlilikteki karı-koca ilişkileri, gerek okuldaki öğretmen-öğrenci ilişkileri, gerek toplumun bütün katmanlarındaki sosyal ilişkiler sevgi, saygı ve hoşgörüden mahrumsa o tür yaşanan hayatın cehennemden ne farkı kalır ki?
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Allah Ondan ve Yakınlarından Razı Olsun