.
Saygılar sunarım değerli büyüğüm ;
Sitemizin her üyesine de saygılarımı sunarım. O kadar güzel sorular sormuşlar ki çok istifade ediyorum. Hepsine teşekkür ederim.
Birkaç sorum olacak, cevaplarınız her zaman olduğu gibi ufkumuzu genişletecektir.
1) Hz.Mevlana, "Bu alemi ağzına kadar, ilimle, güzellikle dolu bir testi bil, bu testi o güzellik denizinden bir damla, bir ıslaklıktır" buyurmuşlar. Bu cümleyi açıklayabilir misiniz?
2) Dış dünya dediğimiz,beş duyumuzun, hepimize farklı algı düzeyleriyle tanıttığı bir enerji midir?. Çünkü bugün kü kuantum fiziği hemen hemen bunu söylüyor. Esasında nedir? Biz "dış dünya" derken nefsimizin, "iç dünya" derken öz benliğimizin kapısını mı çalmış oluyoruz?
3) Bilimin, teknolojinin durumu hep kıyıdaki taşları toplama seviyesinde mi kalacak? Denize hiçbir zaman vasıl olamayacak mı? Bu noktadan insanoğlunun maddi boyutu ile mana boyutunun nasıl kaynaştığını,mananın maddeye nasıl hakim olduğunu açıklayabilir misiniz? Bilim esma sıfatlarının hangi kısmında yer alır?
4) Ben klasik Türk müziğini, klasik batı müziğini,özellikle opera eserlerini dinlemeği çok seviyorum. Opera eserlerinde tasavvufi boyutu sadece yüzeysel yakalayabiliyorum, derinine varamıyorum. Bu konuda ne gibi öğütler verirsiniz. Dinleme usulü nasıl olmalı.?
Teşekkür ederim, ellerinizden öperim.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Esra Hanım,
10.6.2007 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, mailinizde sorduğunuz birinci sorunun cevabı:
1- Bizler, aramızda çeşitli nüans farkları da olsa hepimiz sınırlı yeteneklerle dünyaya gelmişiz. Hayattan, insanlardan, doğadan algılayabildiklerimiz ancak sahip olduğumuz, kullanabildiğimiz yeteneklerimiz kadar. Allah’ın ilmi o kadar sonsuz, o kadar büyük ki hayal bile edemeyiz. Hafsalamıza sığdıramayız. Ancak sınırlı imkanlarımızla neyi anlayabilirsek, neyi öğrenebilirsek bilgimiz o kadar. Olay bu. Onun için bazı bilimsel ilerlemelere bakıp da herşeyi anladık, herşeyi biliyoruz sanmak aptallığın ötesinde geri zekalılıktan başka birşey değildir. Belki bugün daha bilim merdiveninin birinci basamağında bile değiliz. İşte bunun için namaz kıldıktan sonra “sübhanallah” diyoruz. Sübhanallah, demek bir hayretin, bir muhteşem alemin karşısında duyulan şaşkınlığımızın ifadesinden başka nedir? Yunus, bir karıncaya bakar, bakar da titrer, ürperir, heyecanlanır, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” der. Haddimizi bilelim, daha işin başında olduğumuzun idrakine varalım. Bilmediklerimizin yanında bildiklerimiz okyanustaki bir damla su bile değildir.
2- Kıymetli yavrum, bizim bir iç dünyamız var, bir de dışımızdaki evren. Bugün, her iki dünya da pek çok insana kapalı. Modern kuantum fiziği mevcut bütün teorilerden daha çok hayatı ve insanı açıklıyor. Bir bilinmeyenden gelip, bir bilinmeyene gidiyoruz. Bildiğimizi sandığımız hususlar, bilmediklerimizin yanında o kadar devede kulak kalıyor ki şimdi bir bilinmeyeni, bir başka bilinmeyenle açıkladığımız zaman meseleyi çözdüğümüzü sanıyoruz. Hikayeyi bilirsin, Nasreddin Hoca kahveye gitmiş, camın önünde oturuyormuş. Oradan bir hindi sürüsü geçiyormuş. Bir köylü yaklaşmış, ve sormuş: “Hocam, bunlar nedir?” Nasreddin Hoca hayret etmiş, bir köylü nasıl olur da hindiyi bilmez. “Onlar, onlar” demiş. Onun üzerine adam, “Sağol, hocam” demiş, “O çenelerinin altından sarkan nedir?”, Hoca biraz sertçe, “bilmeyecek ne var evladım, onların, o’su” demiş. Adam, “Hocam”, demiş, “çok teşekkür ederim, bugüne kadar bilediğim bir şeyi öğrettin bana, sağol, varol”. Şimdi kıymetli yavrum, biz de bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle açıkladığımız zaman meseleyi hallettiğimizi sanıyoruz. Ve ne kadar aldanıyoruz. Oysa bu aldanmaların yerini sürekli arayışlar, incelemeler, soruşturmalar alsa daha iyi olmaz mı? Evet, aczimizi bilelim, itiraf edelim. Ama sürekli araştırmaktan da geri durmayalım.
3- Günümüzde kendini alim sanan, bilgin sanan bazı kimseler bilimi haddinden fazla abartarak her şeyi çözdük diyorlar. Bu küstahlıktan, haddini bilmezlikten, gafletten, cehaletten başka birşey değil. İşte burada devreye İslami tevhid anlayışı giriyor. Peygamber Efendimiz miraca çıkarken yanında Cebrail Aleyhisselam vardı. Bir yere geldiler, orada Cebrail “Ben, buradan daha ileriye gidemem, yoksa yanarım” dedi ve ayrıldı. Bu bize madde ile mana arasındaki sınırı çok iyi gösteriyor. Dünya gözüyle elimizdeki imkanlarla bir yere kadar gidebiliyoruz. Ama bir yerde gücümüz tükeniyor, imkanlarımız bitiyor. İşte orada mana alemi, onun kanunları ve onun bilimleri başlıyor. Bu ikisini birbirine ulaştıran, kaynaştıran yalnız İslami tevhid anlayışı oldu. İslami tevhid anlayışına yükselmedikçe hiçbir zaman madde ile mana, ruh ile beden, iç alemle dış alem arasında bir güzellik, bir hoşluk olmayacak. İnsanlık bugün bu nahoş durumu yaşıyor.
Çaydanlığa su koyalım. Ateşin üstüne oturtalım. Bir süre kaynatalım. Kaynatmaya devam edelim. Bir kere ben tamamen kaynama olayı bittikten sonra çaydanlığın kapağını açıp bakacak olursam ne görürüm? Sadece hiç değil mi? Şimdi aynı suyu alalım, buzdolabının buzluk kısmına koyalım. Bu sefer suyun buz haline geldiğini, kitleleştiğini müşahade ederiz. Sıvı halden katı hale dönüştü. Madde, mana arasındaki ilişki de böyle. Her an, her vesileyle birbirini etkilemektedir. Dünyada her şey daimi bir dönüşüm içindedir. Kur’an-ı Kerim’de herkesin üzerinde uzun süre düşümesi gereken bir Ayet var: “Allah her an yeni bir şe’n üzeredir”. Mütemadiyen hayat, o hayatın içindeki bizler halden hale giriyoruz. Onun için Yunus Emre, “Hiç kimse bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz” diyor. Bu kısa açıklamadan anlaşılacağı üzere madde ve mana daima birbirini etkilemektedir.
4- Klasik Batı müziğini anlamanın en iyi yolu önce bir bestekarı, onun bir eserini seçip, bol bol dinlemektir. Böylece yavaş yavaş o eserin derinliklerine nüfuz etmiş olursunuz.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun
Himmetleri Üzerimize Olsun