Konu : Bizim yolumuzda sevgi var, saygı var, kin ve nefret yok.
Gönderen :
Edip Demir
Tarih :
9/7/2016 12:02:38 AM
.
Tasavvuf konusunda benim bir takım tereddütlerim var, hayatın gerçekleri ile tasavvufun gerçeklerini birbiriyle bir türlü bağdaştıramıyorum.
Tasavvufun temel ilkelerinden birisi kimseyi incitmemek ve kimseden incinmemek. İncinmemeyi bir ölçüde anlayabiyorum ancak kimseyi incitmemeyi insanların nasıl başarabileceğini anlayabilmiş değilim. Hayatda öyle aşağılık, kötü ve tehlikeli insanlar varki bunları incitmeden kötülüklerine engel olmaya imkan yok, eğer onları incitmezsek bu durumda iyi insanlara kötülük yapmış olmazmıyız?
Tasavvufun önemli bir ilkesi de dünyadaki bütün insanları fark gözetmeksizin sevmek. Yunus 72 milleti bir görmek gerektiğini söylemiş. Ben dinimi hak dini olarak görmeyen,peygamberi ve milletimi hor gören, aşağılayan insanları nasıl sevebilirim? Hristiyanların ve Yahudilerin tamamına yakını İslamı Hak dini olarak görmüyorlar ve çoğu Türk ve İslam düşmanı . Budistler, Hindular ve diğerleri zaten Allah'a inanmayan sapkın dinlere mensup insanlar. Bu gerçekler ortadayken ben bütün insanlara nasıl sevgiyle kucağımı açabilirim. Kuran’da Maide suresinde Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin, kim onları dost edinirse onlardandır buyrulmaktadır. Sadece dışarıda değil içimizde de bir çok hain ve bölücü var. Bunların nefretden başka bir şeyi haketmediğini düşünüyorum. Zaten siz de bu insanların ne kadar aşağılık insanlar olduğunu sürekli belirtiyorsunuz. Bence insanın sevgi kadar gerektiğinde nefret de etmesi gerekir. Herkesten merhametli olan Allah bile bütün insanları sevmiyor. Dolayısıyla tasavvuftaki bir takım kavramlar bende büyük soru işaretleri oluşturuyor.
Değerli fikirleriniz ışığında beni aydınlatırsanız sevinirim.
Sevgi ve saygılarımla ellerinizden öperim.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Değerli yavrum, Kur’an-ı Kerim’i besmeleyle açıyoruz, okumaya başlıyoruz.
“Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun”
diyoruz. Dikkat buyurun. “Rabbül Müslimin” değil “Rabbül Alemiyn”. Allah yalnız bizlerin değil, bütün kainatın Allah’ı. Bizim görevimiz ilk etapta Allah’ın yarattığı herşeye sevgi ve saygı duymak. Çünkü her zerreden zikreden Allah’tır. Şimdi gelelim ince noktaya. Siz evinizin ihtiyacını almak için bir süpermarkete gittiniz diyelim. Beyaz peynir, yumurta, tereyağı alacaksınız. Ne yaparsınız? Pek tabidir ki o ürünlerin satıldığı reyona doğru gidersiniz. Onları alırsınız, kasada ödersiniz, çıkarsınız. Biz de kainata baktığımız zaman mesela hayvanlar aleminde kediyi, köpeği, kelebeği, kuzuyu görüyoruz. Ne tatlı, ne güzel değil mi? Onları seviyoruz. Bir Hanım evladımız gibi kuşları doyuruyoruz. İyi güzel. Ama tabiat aleminde yılanlar, (hem de çeşit çeşit), su aygırları, timsahlar, aslanlar, kaplanlar var. Onları da Allah yarattı. Onları da seviyoruz, Allah yarattığı için. Ama bir yılanı koynumuza alıp yatmıyoruz. Ondan mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışıyoruz. İşte insanlar da böyle yavrum. Onların içinde kuzu gibi olanları da var, kobra yılanı gibi olanları da. Bütün mesele bu ayrımı yapabilmekte. Gözleri, bakışları tertemiz, melek gibi olan bağrınıza katacağınız insanlarla da tanışıyorsunuz. Bakışları, yılan gibi soğuk, kin dolu, nefret dolu insanlarla da karşılaşıyorsunuz. Caddede giderken bazan bir veli görüyorsunuz. Bazı bekliyen bir fahişe. Bütün mesele yaklaşımda yavrum. Zararlıyı alıp, zararlıyı bırakmak. Vücudumuz da öyle değil mi? Alınan gıdaların yararlı kısmı sindiriliyor, kana karşıyor. Zararlı kısmı posa olarak dışarı atılıyor. Yeryüzündeki bütün insanlar bizim kardeşimiz. Ama bir kardeşimiz kendini yetiştirebilmek, öğrenebilmek, insanlara faydalı olabilmek için gecesini gündüzüne katıyor. Mesela şimdi vakit gece yarısı, ben size sabahleyin mailinizi okuyabilmeniz için uykumu, istirahatimi feda ediyor, bu satırları yazıyorum. Hayat böyle yavrum. Her zaman, her an dikkatli olacağız. Mesela yazın sokakta gidiyoruz. Aşırı açık dekolte giyinmiş, tahrik edici bir kıyafet ve yürüyüşte bir hanım gördük. Görüş bir kere olacak. Sonra hemen başımızı çevireceğiz. O görüntüden uzaklaşacağız. Ama ona kötü gözle bakmayacağız. O, belki o anda bizi imtihan etmekle görevli. Gözlerimizi ısrarla onun vücut çizgilerinde dolaştırıp onu hafızamıza alacak olursak sınavı kaybetmiş olacağız. Mes’ele bu ayrımı yapabilmek. Biz bu dünyaya adam olmaya geldik. Öğrenmeye geldik. Yontulmaya geldik. Tekamül etmeye, olgunlaşmaya, insan-ı Kamil olmaya geldik. Hazret-i insan olmaya geldik. Onun için gecemizi gündüzümüze katıp insanlara faydalı olmak için elimizden geleni gayreti göstereceğiz. Hazret-i Ömer, yatacağı zaman endisine şu soruyu sorarmış: “Bugün Allah için ne yaptın?”
Aman yavrum, bu çok hassas, çok ince bir bölge. Aman burada ayağın kaymasın. Nice insanlar burada yanılgıya düşüyor, maçı kaybediyorlar. Biz, kalbimizi kin ve nefretle değil sevgiyle doldurmak durumundayız. Şu şunu demiş, bu bunu yazmış, bu gibi sözler beni hiç ilgilendirmiyor. Önemli olan Yüce Peygamberimizin mübarek yaşantısı. Şimdi soruyorum size, eğer bu insanların en büyüğü, en güzeli, en muhteşemi içini kinle, nefretle mi doldurdu, sevgiyle mi? Biz buna bakacağız. Gerisi laf-ü güzaf. Bir insan düşün. Üç kardeşi var. Biri içki müptelası, biri sigara müptelası, biri de uyuşturucu alıyor. Şimdi diyelim bu insan benim. Ben, bu kardeşlerimden tiksinip nefret mi edeceğim? Yoksa onların kurtuluşu için elimden geleni yapıp, hayır dua mı edeceğim? Bunu, insan yerine milletleri de koyarak aynı şekilde düşünebiliriz.
Bilmiyorum yavrum, sana ne demek istediğimi anlatabildim mi? Eğer, hala içinde şüphe, tereddüt kaldıysa lütfen yaz.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Allah Ondan Her Daim Razı Olsun.
|