Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Kendi dünyamızı kuralım, orada mutlu, mesut yaşayalım.
Gönderen : Sabri Babadan Selam
Tarih : 9/10/2016 8:16:36 AM


.


Kıymetli yavrum,



Evet, bir toplumda çeşitli nedenlerle, zaman zaman kötü fiiller işleyenler çoğalabilir, bozukluklar artabilir. Ama unut­mayalım ki, güneşin doğmasına en yakın anlar, hep gecenin en karanlık olduğu zamanlardır; daima kötünün yanında iyi, ba­yağının yanında asil ve büyük olan vardır. Aslında yaşamın diyalektiği, hep zıtlıklar üstüne kurulmuştur. İyi-kötü, güzel-çirkin, gece-gündüz, hayat-ölüm, sağlık-hastalık gibi... Zıtlıklar biraraya gelmekte ve onlardan muhterem bir sentez doğ­maktadır. Pilin artı ve eksi uçları olmadıkça radyonuzu çala­mazsınız. Bir konserde her çalgıdan ayrı bir ses çıkar. Keman sesi ayrı, viyolonsel ayrı, flüt ayrı, obua ayrıdır. Birinden çıkan ses öbürüne benzemez. Erbâbı olan hemen anlar. Önemli olan, bir senfoni orkestrasında, hepsinden çıkan seslerin birbirini tamamlaması, bir senteze varması, genel bir âhenge ulaş­masıdır. Yaşamın özü de öyledir. Önemli olan, bu kesret âleminden, vahdet âlemine ulaşabilmek, çoklukta birliği bu­labilmektir. Varoluşumuzun asıl nedeni de bu değil midir? Görüş alanımız yerde yürürken başka, bir gökdelenin üst katından bakarken başkadır. Farklı şeyler görülür. Algılamamız da farklı olur, kıpır kıpır, cıvıl cıvıl bir kaynaşma... Tıpkı, bir karınca yuvası gibi görünür yaşam... Önemli olan, bu binbir renkli, sonsuz hareketli, tâkat getirilmez güzelliklerle dolu hayatın içinde, kör gibi yaşamamak. Önce bakmak, sonra görebilmek ne akıl almaz, doyum olmaz, harikulâde bir olaydır... Gö­rebilmek… Çevremizdeki sonsuz kaynaşma ve hareketlilik içinde, bir çiçeğin açılışındaki erişilmez güzelliği ve ürpertiyi görebilmek... Seslerdeki, sözlerdeki, renklerdeki güzelliği ya­kalayabilmek... Bir güzellik aracı olabilmek… Adına hayat de­nilen binbir sorunla çevrili bu karmakarışık ortamda kendi dünyamızı kurabilmek. Ama ışık dolu, renk dolu, umut ve bekleyiş dolu bir dünya kurabilmek…


Evet, şimdi görür gibi oluyorum. Bu satırları okurken, sabah çayını yudumlayan bir okuyucum, nasıl olur diyor. Mümkün mü? Malûm dertleri sayarak bu toplumda diyor...


Mümkün sevgili okurum. İnanmazsan gel sana nicelerini göstereyim. Birtakım güzel insanlar... Büyüklüklerini tevâzu hır­kalarının içinde gizlemiş, iç dünyaları bütün bu vıcık vıcık pisliğin, anlamsızlığın, karmakarışıklığın içinde ışık dolu, renk dolu, sevgi ve saygı dolu, edep ve incelik dolu, umut ve bekleyiş dolu güzel insanlar... Bir düşün, Nemrut ve Hz. İbrahim kıs­sasını. Putlara tapmayı reddettiği için, zamanın zâlim sultanı Nemrut tarafından yakılmak üzere, alevleri göklere yükselen bir ateşin içine atılan, bir güzel, bir yüce insan... Sonra… O kor­kunç anda bile inancını ve sükûnetini bozmamanın mükâfatı olarak verilen bir mucize... O ateşlerin arasında tecelli eden bir gül bahçesi ve arkasında, dudaklarındaki masum tebessümü ile, büyük sınavdan başarı ile geçen o muhterem insan...


İtirazınızı hisseder gibiyim. Efendim, diyeceksin. O, o za­mandı, şimdi yok. Bitti bunlar. Hayır dostum, bitmedi. Günü­müzde de Nemrutlar, İbrahimler var. Neden sen de, bir İbrahim olmak için gayret göstermiyorsun? Neden sen de, çevrendeki ateş içinde, ışık dolu, renk dolu, bütün âIemi kucaklayacak kadar sevgi, saygı, edep, incelik dolu bir güzel insan olma­yasın? Karanlıkta kalan insanlara kucak kucak sevgi dağıtan, şefkat ve dostluk dağıtan bir insan olmayasın? Unutma ki dağıtımIa tükenmeyen, bilâkis çoğalan bir hazinedir sevgi...


İki mahkûm gece hapishanenin penceresinden bakıyorlardı. Biri yerdeki çamurları gördü, arkadaşına döndü, “Yarabbi” dedi, “ne kadar kötü, iğrenç bir gece... Her yer vıcık vıcık çamur içinde...” Arkadaşı cevap vermek için başını gökyüzüne çevirdi, “Allah’ım, ne muhteşem, ne harikulâde bir gece... Anlatı­lamayacak kadar güzel... Bütün yıldızlar gökte pırıl pırıl...”


Evet dostlar, çektiğimiz ıstırapları da, sıkıntı ve hastalıkları da şükranla karşılamamız gerekiyor. Onları bizim olgunlaşma­mız, hamlıktan, çiğlikten kurtulmamızı sağlayan birer egzersiz gibi kabul etmemiz gerekiyor. En güzel malzeme ile hazırlanan börek, pişmedikçe neye yarar! Onun da acılardan, ıstıraplardan, çilelerden geçerek arınması, temizlenmesi gerek. İmkânsızı mümkün kılan her yöntemi, Yüce Önderimiz göstermiş. O’nun izinden sapmadan yüründüğü takdirde her şey olabilirlik sınırına girecektir. O, bizlere sözleri ve davranışları ile iyi olan, güzel olan, temiz ve asil olan her şeyi gösterdi.


Peşin hükümlerle, yarım yamalak tecrübe ve kültürleri ile, susam tanesi kadar akılları ile hayata bakanlar, kendi karanlık ve zavallı dünyalarının daracık perspektifleri ile insanı ve hayatı algılamaya çalışanlar, her zaman hüsrana uğrayacaklardır. Ama onlara rağmen güneş yine doğacak, gökte pırıl pırıl yükselecek, karanlıkları aydınlatacaktır.


“Yarın elbet bizim, elbet bizimdir,


Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir”


Hepinize güneş gibi günler diliyor, selâm, sevgi ve say­gılarımı sunuyorum…


Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Onun ve Hakka Göçen Yakınlarının Aziz Ruhlarına Fatihalarla


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]