Muhterem efendim,
Böyle bir cevabı ancak siz yazabilirsiniz. Ancak Siz ,yani sizin gibi yetişmiş birisi yazabilir. Kendisini kristal haline getirebilmiş bir güzellik yazabilir. Yaşamın her alanının zirveleri size çıkıyor. Maşallah.
Sonra son yazılan yazıları okudum. Ve ağladım. Manevi bir gariplik hissettim. Neler olduklarını yeniden yazmamak için sadece yazılar diyorum. Çünki artık di.dı lı konuşmaların olumsuzluğu iyice görüldü. İncitmemeyi öğreniyorum ama incinmemeyi hiç öğrenemiyeceğim galiba. Büyük bir kırılma dönemi yaşıyorum. Ben hayatımda bu dönemi çeşitli zaman dilimlerinde birkaç kere daha yaşadım. Kendimle yüzleştiğimde ve de kendimi hesaba çektiğimde ne yapmam gerektiği konusunda da karşıma hep "hicret "çıktı.
Bir seferinde siz insan kendisini "İlahi akış'a "bırakmalı demiştiniz. Bugün itibariyle bunların yaşanması gerekiyormuş demek ki diye düşünüyorum. "Demeyesin niye böyle, yerincedir o öyle".
Tasavvuf yolu dar geçitlerle doludur oradan herkes geçemez diye okumuştum. Geçebilenlere ne mutlu. İnşallah o mertebeye ben de bir gün gelirim.
Sizin birkaç günlük yazılarınızdan çıkardığım bir diğer sonuç ta "sessizliğin sesini" dinlemek oldu. Bu sefer bunu deneyimlemek istiyorum. Uzlete çekiliyorum efendim.
Başta siz Sayın büyüğümden fıtratım yüzünden sebep olduğum en ufak bir üzüntü varsa Yüce Allah'ın huzurunda af diliyorum. Buraya yazı yazan ve de benim de yazılarımı okuyan arkadaşlardan da helallik diliyorum.
Sonsuz hürmetlerimle...
________________________________________
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz’nin cevaben yazdıkları :
Sayın Hatice Hakeri,
Efendim, Batı edebiyatında normal, güzel, başarılı şiirlerin çok üstünde olan, bir şimşeğin parıltısı gibi çakıp, gözleri ve gönülleri kamaştıran şiirler için “Senfonik Poem” deniliyor. Sizin mailinizi okuyunca ben de işte dedim bir “Senfonik Poem”. Maşaallah, Allah nazardan esirgesin, ne kadar güzel yazmışsınız. Allah devamını nasip eder inşallah.
Efendim, manevi büyükler bağlılarına nasihat ederken “Aman yavrum, diyorlar, bir hususa çok dikkat edin. Bir incitmeyin, iki incinmeyin”. İncitmemek kolay, zaten belli bir kültür düzeyine gelmiş, hassas, ince ruhlu, zarif insanlar yediden yetmişe kimseyi, bazıları sadece insanları değil hayvanları da, bitkileri de, eşya ve cemadatı da incitmemeye özel bir dikkat gösterirler. Mesela evinde Afrika menekşesi yetiştiren bir kimse onu sade sulamakla yetinirse belki yaprakları ayakta durur. Ne var ki o harikulade renkli çiçekler zuhur etmez. Çünkü onların çiçek verebilmeleri için Afrika menekşesi özel bir ilgi bekler, sevgi bekler, güzel sözler bekler. Öpülmeyi, okşanmayı bekler. Hayat böyle. Vakkodan binbir özenle aldığınız bir bluzun, bir eteğin de sizden özel bir ilgi ve sevgi beklediğini biliyor musunuz? Ben, eşya ve cemadatın da bizden bir sevgi beklediğine bütün kalbimle inanıyorum. İleride bu ilmen de ispat edilecek. Hassas bir insan, zaman zaman gardrobunun kapılarını açar, giysilerini okşar, öper, güzel sözler söyler. Telefona giderken veya kapıyı açmak için acele hareket ederken masaya çarpmışsak o masa bizden özür bekler. İşimiz bittikten sonra dönerken onu öpüp, okşarsak bizi affeder. Bazı veliler gece yatarken “Allah’ım derler, doğduğum andan şu ana kadar kırdığım, incittiğim ne kadar insan, hayvan, bitki, eşya ve cemadat varsa hepsinden af diliyorum, bağışlanma diliyorum; onların beni affetmelerini, bağışlamalarını nasib eyle Allah’ım”.
Buraya kadar olanlar işin bir yanı. Bir de maçın ikinci devresi var. İncinmemek... Asıl güç olanı, çetin olanı, müşkül olanı bu. Siz, bu konuda o temiz, o hassas, o ince kalbinizle negatif bir tavır takınıyorsunuz. Sanki bu kadar ağır bir yükü ben kaldıramam, buna gücüm yetmez der gibisiniz. İfadenizden bu seziliyor.
Size bir şey söyleyeyim mi, ama bunu lütfen unutmayın, hayatta zor olan, imkansız olan hiçbir şey yoktur. Tasavvufta bir kural vardır: “Allah insanlara kaldıramayacağı yükü vermez” diye. Bu kural, “incinmemek” konusunda da geçerlidir. Bütün mesele her işte olduğu gibi bu konuda da “işin püf noktası” nı yakalayabilmekte.
Haklısınız efendim, Ahmetler, Ayşeler bizi kırıp incittikleri zaman onları karşımızda sadece Ahmet olarak, Ayşe olarak görürsek gerçekten incinmemek çok zor. Bazen imkânsız. Bu konuda size hak veriyorum. Ama meseleye tasavvuf açısından baktığımız zaman “Söyleyene değil, söyletene bak”, “Nakışta nakkaşı gör” buyruklarını dikkate alacak olursak o zaman birden gözümüzün önünde Ahmetler, Ayşeler siliniyor. Azize Anne’nin dediği gibi “Çekil aradan, kalsın Yaradan” zuhur ediyor. İşte Sayın Hakeri, bütün mesele Azize Annenin birkaç kelimede söylediği bu ezeli ve ebedi hakikati günlük yaşantı içinde “Hal” haline getirebilmekte. Bunu yapabildiğimiz zaman bütün müşküller çözülecek, bütün karanlıklar ışıkla, nurla dolacak. Madem ki “her fiilin faili Allah”, madem ki “her sıfatta mevsuf olan Allah”, madem ki “her vücutta mevcut olan Allah”, madem ki parolamız “çekil aradan, kalsın Yaradan”, o zaman geriye ne kalıyor, sadece çirkin dişleriyle, çarpık suratıyla pis pis sırıtan korkunç bir nefsaniyet.
İşte bu nedenlerle Sayın Hakeri, büyüklerimiz, “İncitmeyeceksin, incinmeyeceksin” buyurmuşlar. Bize düşen görev bu manevi emaneti “hâl” haline getirebilmek.
Efendim, binlerce kitap okumak kolay, birçok fakülteler bitirmek kolay, ama önemli olan demir leblebi benzeri bazı tasavvufi “Yasaları” , günlük hayat içinde yaşayabilmek. Onun için Ramazan ayında televizyonlarda dinlediğimiz
“Güzel aşık, cevrimizi çekemezsin demedim mi
Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi”
gibi ilahileri;
“Deme neden bu böyle
Yerindedir o öyle
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler”
sözlerini hazmedebilmekte, yaşayabilmekte, “hâl” haline getirebilmektedir hüner.
Gençlik yıllarımda Ankara’da Hacı Bayram Camiinde Yuvalı Hoca vaaz ederdi. Allah rahmet eylesin, hocamız nur yüzlü, hâl sahibi bir insandı. Çok güzel konuşurdu, çok güzel örnekler verirdi. Konuşmasının sonunda “Bunları söylemek kolay, dinlemek de kolay. Bütün mesele tatbik etmekte” derdi.
İşte Sayın Hakeri, bizim asıl görevimiz bu. Ben şunu okudum, bunu okudum, ben şu fakülteyi bitirdim, bunu bitirdim demek fazla birşey ifade etmiyor. O demir leblebi gibi olan gerçekler yaşanmadığı sürece bütün söylediklerimiz bir laf yığını olmaktan öteye gidemez.
Şimdi burada çok ince bir nokta var. İyi ama benim omuzlarım bu kadar yükü nasıl kaldırabilir, ben bu kadar yükün altında ezilmez miyim? diyebilirsiniz. Ezilmezsiniz Sayın Hakeri, siz de ezilmezsiniz, başkaları da. Çünkü Allah, insanlara kaldıramayacakları yükü vermez. Allah adildir, Allah yardım edicidir, Allah Rahmandır, Rahiymdir.
Önemli olan aşk ile, ihlas ile ilk adımı atabilmektir. Gerisi kendiliğinden gelir. Arabanın ön tekerleği nereye giderse, arka tekerleği de oraya gider.
Sizin içinizdeki imanla, yaşadığınız tertemiz ilahi aşkla bu işi de kolayca halledeceğinize bütün kalbimle inanıyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla…