.
Kıymetli yavrum,
Hayatta en zor anlaşılan varlık insan. Zahir planındaki görüntüler bizi çok defa aldatıyor. Zaman zaman merak ederim. Dilin asıl vazifesi anlaşmak mıdır, yoksa konuşmalar bizi birbirimizden büsbütün uzaklaştırıyor mu? Shakespeare “Bir kimseyi sevdiğiniz zaman onu hemen söylemeyin, açığa vurmayın bir süre içinizde kalsın. Size renk versin, ışık versin, güzellik versin. Sizi ısıtsın, ışıtsın, enerji versin” diyor. Ahmet Muhip Dranas bir şiirinde
“Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılan bir şiir”
diyor. Yüce Peygamberimiz “Bir kimse, bir kimseyi sever de çeşitli nedenlerle açığa vurmadan içinde saklarsa öldüğü zaman şehit olarak ölür” Buyuruyor.
Yıllarca evveldi. Bir gün Danıştay’dan çıktıktan sonra Vakko’ya gittim. O zamanlar Kızılay’daki Vakko şimdi Armada’daki Vakko gibi bütün rengini, ihtişamını kaybetmiş, uyuzlaşmış bir müessese değildi. Muhteşem bir mekandı. Vakko’da sana’at, estetik, zarafet, güzellik iç içe geçmiş bir pırlanta gibiydi. Beşinci katında bir resim galerisi vardı. Bu galeride o zamanki Vakko gibi muhteşemdi. Önce sergideki tabloları seyreder, güzelliklerini içimize sindirir, sonra bir köşedeki dinlenme mekanında çaylarımızı yudumlardık. Yarabbi, o günler ne güzeldi. Tadına doyulmamış güzellikleri damıtırdık Vakko’da. O zamanlar Nuri Bey isminde bir müdürü vardı. Nuri Bey, zarif, hazmedilmiş bir kültüre sahip, beyefendi, pırıl pırıl, müstesna bir insandı. Personeli öyle eğitirdi ki her biri leydilik yüksekokulundan diploma almış bir prenses gibiydi. Erkek personel de saraylarda yetişmiş birer prensti sanki. Müşteriye yaklaşımları o kadar farklı, o kadar ince, o kadar zarifti ki çayları getiren personel bile insanda alabildiğine bir edep, bir saygı duygusu uyandırırdı. Ne yazık ki Nuri Bey’in gidişinden sonra Armada’daki Vakko renksiz, tatsız, zibidi bir yer oldu. Bütün ihtişamını kaybetti.
İşte Kızılay’daki o görkemli günlerden birinde bir resim sergisine gitmiştim. İstanbul’dan bir ressam, sanırım güzel sanatlar akademisinde öğretim üyesiydi, bir sergi açmıştı. Konu gecede boğaz görüntüleri idi. Renk içinde, şıkır şıkır sahil, boğazdan geçen bir masal, bir rüya güzelliği içinde ışıklarını yakmış gece vapurları. O kadar güzeldi ki sergi, içim doldu, doldu. Duyduğum estetik heyecanı taşıyamıyordum. Tıpkı Nazım Hikmet’in mısraındaki gibi:
“Ferhat Usta, Ferhat Usta
Neden güzellik ağlatır insanı”
Belki binlerce defa okudum, bu mısraın güzelliğine doyamıyorum. O anda içimde coşup taşan duygularımı bir insanla paylaşmak ihtiyacını duydum. Yanıma baktım, bir hanım vardı. Kısa boylu, çirkin, çarpık çurpuk, tıpkı Picasso’nun resimlerindeki gibi ağzı bir tarafta yüzü bir tarafta bir kadın (eğer ona kadın denirse). Ama duygularıma hakim olamıyordum. Ona döndüm, “Hanımefendi, ne muhteşem bir sergi, değil mi?” dedim. O hanım, ağzını yüzünü büsbütün çarpıttı, tam Picassovari bir pozla, lütfen, tenezzülen “Olabilir” dedi. Bu olabilir kelimesi ağzından bir küfür gibi çıkmıştı. Hiçbirşey demedim, başımı önüme eğdim, ordan uzaklaştım. Ama o içimdeki pırıltılar, renkler birdenbire söndü. Karanlıklar içinde kaldım. Duygularım, o coşup taşan, kabına sığmayan duygularım bir anda sıfırlandı. Bu anımı hiç unutmam. Hep hatırlarım. Demek ki duygular ve düşünceler herkesle paylaşılmıyor. Özdemir Asaf,
“Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmazdı”
derdi. Demek ki iletişimde en önemli nokta kelimelere dökülmezden evvel gözlerin, kalplerin birbiriyle anlaşmasıdır. O rabıta kurulmadan duyguların, düşüncelerin kelimelere dökülmesi ne kadar çirkin oluyor. Günümüzde öyle evlilikler var ki insan onlara bakınca aşk adına, kültür adına, insanlık adına tiksinti duyuyor. Aynı çatı altında pansiyoner olan kadın müsveddeleri, erkek müsveddeleri. Cyrano de Bergerac ne güzel söylüyordu: “Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun”. Sevgi yok, heyecan yok, ürperti yok, güzelliklerde, doğrularda, inanışlarda ve yaşantıda müştereklik yok. Ne kadar acı ve ne kadar utanç verici. Bugün kocasından dayak yiyen kadın profesörler var. Nice üniversite mezunu, meslek sahibi kadın kocasından dayak yiyor ve kendisini döven o şerefsiz adamla oturmak zilletine katlanıyor. Bu mu insanlık, bu mu aşk... Gerçekten insanları tanımak çok zor. Bazan insanın zahiriyle batını arasında öyle çirkin görüntüler oluyor ki insan hayretler içinde kalıyor.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.