.
Nefsini bilen Rabbini bilir, ne var ki bilen çok azdır. Onu bilmek bir yana, onun varlığını anlamak yoluna girenler dahi aziz sayılır. Onu anlamadıktan sonra, şerrinden kurtulmak çok zordur. Kapıdan kovulsa, bacadan girer. Nice insan nefsin şerrinden kurtulduğunu sanır, bir gurur, bir kibir içinde sağa sola saldırırlar. Kalp kıranlar, gönül incitirler. Ama bir bilseler ki, nefislerini gerçekten Müslüman etselerdi, bu işleri yapabilirler miydi? Mağrur bir totem gibi etrafa kılıç sallayabilirler miydi? Ya o şahıslar, o hor gördükleri, hakir gördükleri şahıslar yarın din gününde davacı olurlarsa, ne yapacaklar? Bugünün yarını da var. O vurup kırmanın, o atıp savurmanın faturasını ödetirler bir gün. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. Şimdi soruyorum: Peygamber Efendimiz kime çattı, kimi horladı, kimi küçük gördü, kimin kalbini kırdı? Buyurun cevap verin. Okudukları bir iki kitapla, yaptıkları bir ibadetle, kendilerini Hüccetül İslâm sananlara soruyorum: Peygamberimiz kime çattı, kime saldırdı. Örnek gösterin… “İlim, ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin Ya nice okumaktır…” Yunus Emre Tek istisna olmadan, Allah cümlemizi nefsin oyuncağı olmaktan korusun. Nefsin oyunlarını bilmedikten, görmedikten sonra marifet yolu nasıl tutulabilir? Nefsini bilen bir kimse için, bir an dahi rahat yüzü yoktur. Bu sebeple, artık başkası ile uğraşmaya vakti kalmaz. Peygamberimiz, “Allah’ım, beni bir an, bir andan da kısa bir süre nefsime bırakma.” Buyuruyor.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.