.
En kalbi güzellikler sizlerin olsun kardeşlerim...
Hazret-i Mevlânâmız :
" Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahkumlarız. Zindanı del kendini kurtar...!
Dünya nedir ALLAH'tan gafil olmaktır. Kumaş , para, kadın, ölçüp tartmak, ticaret yapmak dünya değildir. "
" Tane arayana tane tuzaktır. Fakat Süleyman arayan ; Hem Süleyman'ı bulur hem de taneyi elde eder. "
Hz. Ali (R:A) Efendimiz ise " Ne ki ; Senin ALLAH'la arana giriyor o senin dünyandır " buyurmuşlardır.
Önceki yazımızda Kenan'la meşgul olan neden Yusuf'a erişemiyordu biraz bahsetmiştik.
Eşrefi mahlukat olarak yaratılan insanın, sürekli Kenan'la meşgul olup bin bir heves arasında koşarken ruhu zindana hapsolmuştur. Arzular içinde tutkularının esiri, o hırstan başka bir hırsa doğru koşarken tuzaklara yakalanıp iki dünyasını da mahvederek bir müflis olması genellikle kaçınılmazdır.
İnsanın nakışlarla oyalanıp nakkaşı görmemesi ya da hiçe sayması onun değerini düşürmekte kendini ucuza satmış olmaktadır. Bu elmas varken cam kırıklarıyla oyalanmak gibidir.
Bu dünya nimetlerini yok saymak faydalanmamak demek değildir. Bunların Cenab-ı Hakk'a vuslat yolunda bize eşkiya olup yolumuzu kesmesi, hızımızı yavaşlatıp yerimizde saymamıza sebep olmamasıdır . Bizleri Cennetten Cemalullahtan ayırıp esfeli safiline düşürmemesi, asıl cevherle aramıza perde olmamasıdır esas olan.
Geçen sene evimize bir buket çok güzel çiçek gelmişti. İçinde güller zambaklar ve mimozalardan oluşan eşsiz güzellikteydi. Bir süre sonra baktım çiçekler biraz pörsümeye başlamış. Onları artık atmak lazım diye düşünürken gözüm çiçeklere takıldı. Üzerinde bir şeyler hareket ediyordu. Yakına gidip baktığımda çiçeklerin içi kocaman kocaman ürkütücü tırtıllarla doluydu. İçimden dedim işte dünya böyle bir şey dıştan allanıp pullanmış içindeyse zehir dolu. Güzelliklerin içine kim bilir ne korkunç şeyler tuzaklar gizlenmiş olabilir...
Her gün televizyonlardan tane peşinde koşarken feci şekilde yiten ve biten kaybolan hayatları acı içinde izliyoruz.
Oysa Süleyman'ı ya da Yusuf'u arayıp o uğurda hayatını canını harcayan her ikisini de elde edip ebedi saadeti bularak sonsuz mutluluğa kavuşuyor.
İstanbul'un manevi mânâ fatihi Akşemseddin Hazretleri bir gün sofrada on iki çocuğuna tebessümle bakar ve ALLAH'a derinden bir hamdü sena gönderir. Bunu orada bulunan herkes kendisine birbirinden hayırlı on iki evlat verdiği için ALLAH'a hamdettiğini sanırlar.
Kendisine mânâda en yakın olan oğlu Nurûl Hûda:
" Babacığım ben senin neye hamdettiğini biliyorum " der.
" -Söyle yavrum neden hamdettim ? "
" ALLAH sana bu kadar evlat verdiği halde gönlünü onlardan hiçbirine kaptırmadığın ; ve kalbinin tahtına RABBİN'den, Hakk'tan gayrıyı oturtmadığın " için buyururlar.
" - Çok doğru bilmişsin evladım " diye oğlunun ferasetine gülümseyerek bakar...
Semnûn Muhib isimli bir Hakk dostu, uzun zaman evlenmemişti. Hayatının son dönemlerine doğru, evlenme sünnetine de uymak için evlenir. Bu evlilikten sevimli bir kız çocuğu meydana gelir. Üç yıl sonunda Semnûn'da bu kıza karşı büyük bir sevgi ve alaka meydana geldi.
Gece rüyasında kıyametin koptuğunu, her biri bir kavme ait olan sancakların dikildiğini gördü. Nuru arafatı tutan göz kamaştırıcı bir sancak daha vardı ki " Bu sancak kimindir ? " diye sual etti.
" Haklarında ; " O onları sever, Onlar da Onu sever "( Maide/54 ) buyrulmuş olan kavmin " diye cevapladılar. Bunun üzerine kendisini onların arasına attı, biri gelip kendisini oradan uzaklaştırdı. Bunu üzerine Semnûn ,
" Niçin beni dışarı atıyorsun ? " Diye feryat ve figanı bastı.
"Çünkü bu muhib olanların sancağıdır, ve sen onlardan değilsin ! "
" - Beni neden muhîb olarak çağırmıyorlar mı ? Hakk Teâlâ benim kalbimi , kalbim de Onu sevdiğimi bilmiyor mu ?"
Bunu üzerine hafiften bir ses " Ey Semnûn Sen muhîblerden idin, ama gönlün O küçüğe meyledince ismini aşıklar defterinden sildik " diye yankılandı.
Bunun üzerine Semnûn uykuda ağlayıp inlemeye ve sızım sızım sızlanmaya başladı.
Ve Yalvarıp yakararak " Ya ilahi Ey güzeller güzeli Rabbim ! Eğer bu tıfıl yumurcak yolumu kesecekse Onu yolumun üzerinde kaldır ! " diye yakararak dua etti.
Uykudan uyanınca bir feryat duydu küçük sevimli kız damdan düşüp çoktan ölmüştü.
Erenler işte kalplerine dünyada ki her şeyden çok önem veriyorlardı. Çünkü kalpleri sevgilinin eşsiz güzelliğini yansıtan miratı mücella olmuş bir aynaydı.
" Aşksız gönüle sahip olan padişah ta olsa, mezara gömülmüş ölüden başka bir şey değildir. Allah aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir. "
İnsan her şeyi sevmeli elbette ama kalbini onunla doldurmadan, gelip geçici olduğunu unutmadan takılmadan, hayat hedefi , yalnızca bunlardan ibaret olmadan sevmeli.
Ne demişler "ekseri nakşında kaldı, görmedi nakkaşını "
" Gölgeler senin gözünden kaybolduğunda,
Gölge sahibi senin gözüne görünür olur. "
( Seyyid/ AbdulKadir Belhi Hz.)
Yunus murada erdi
Zevk ile sâfâ sürdü
Aşık maşukun buldu
Seyrettim Muhammedi
Vesselâm
Müzeyyen Cihangiroğlu
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
"Allah aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir." Yazan Müzeyyen
Cvp: "Allah aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir." Yazan Site