Konu : Geçmişten ders alarak yarınlarımıza şekil vermeliyiz..
Gönderen :
Özden Çiçek
Tarih :
10/27/2016 9:44:52 AM
.
Son günlerde artan milli bilinç ve tarihimize sahip çıkma düşünceleri, kendi kimliğimizi ve benliğimizi unutmama, unutturmama, gelecek kusaklarımıza aktarıp yasatma istekleri ışığında ben de rahmetli dedemin ve büyük büyük dedemizin yasadıği olmus hikayeleri (kızlarımın deyimi ile) hatırlıyorum yeniden.
Rahmetli anneannem Bulgaristan da dünyaya gelmis Balkan Türklerinden. Anneannemin annesi rahmetli hacı annem ben universitede ogrenci iken vefat etmisti. Hakka yürüdüğünde 98 yasında idi asırlık bir çınar, yürüyen bir tarih gibiydi. Her istediğimizde hiç bıkmadan anlatırdı anılarını. Anıların en ilginçlerinden biri de anneannemin bebekliğinde yasadıklarıydı.
Balkanlarda en karışık dönemler. Hacı dedem o zamanda bütün eli silah tutan erkekler gibi askere alınmış. Hacı annemiz en büyüğü üç dört yaşlarında en küçüğü alt aylık üç çocuğu ile yalnız kalıyor köydeki evlerinde. Köyün ağası sayıldıklarından evleri koyun az dışında, kocaman bahçelerin ortasında bir tepenin uzerinde. Bir sabah cok erken uyanmıs günlük islerine baslayacakken, bir bakıyor uzaktan kocaman birlik halinde Bulgar askerleri geliyor. Koyu basacaklar diye dusunuyor, evlerden epeyce uzakta olduğundan onlari koruyacak kimse yok. Hemen çocuklarını birer koltuğunun altına alıyor arka patikadan tepenin öte yanındaki koye dogru tarlaların, ekinlerin arasından kacmaya baslıyor. Evlerin yanına ulaştığında haber veriyor askerlerın geldiğini. Hepsi kadın, coluk cocuk, samanlıklara ekinlerin aralarına saklanıyorlar. O zaman farkediyor ki en kucuk evladı, bebek yani anneannem evde tavandan sarkan asma salıncakta uyurken unutulmus. O telase ile kacarken, aklı başından gitmiş ve unutmuş bebeği. Ağlıyor yalvarıyor evime donup alayım diye, koymuyorlar gitsin. Zaten o zamana kadar asker gelmis eve girmiş. Evde mutfak, kiler, ambar dolu. Askerler yerleşiyor eve. Bütün ekinleri, ambardakileri, yiyecek kıymetli ne varsa yüklüyorlar atlarına. Akşama kadar kalıyorlar evde. Köye gelip bakıyorlar evler boş, oradan da her seyi topluyorlar işlerine yarayacak. Rabbimin inayeti ile saklananları bulamıyorlar. Hayvanları da önlerine katıp uzaklasiyorlar oradan. Ortalık sakınleşip askerler tamamen uzaklasınca ümitsizlikle evine kosuyor hacı annem. Ağlayarak bebeğini arıyor. Kesin öldürmüşlerdir diye düşünüyor. Bakıyor bütün ev talan edilmis, esyalar kırılıp dökülmüş, her yan darmadağın, bebekten eser yok. Bakıyor salıncak tavandan sarkıyor hala. Bebek uyuyunca yukarı çekerlermiş hala öyle yukarda duruyor. Indiriyor aşağıya bebek icinde hala uyuyor nerdeyse koca gün gecmis, uyanmamıs , ağlamamış, askerlere yerini belli etmemis, Rabbim öylece koruyup kollamış. Ağlayarak kucaklıyor evladını….
Hacı dedem ise askerde esir düşmüs o sıralar. Hacı dedemiz Hakka yürüdüğünde ben lise son sınıfa gidiyordum, o ise 103 yasında idi. Koca bir cınar gibi sapasağlamdı. Sadece son yıllarda etrafındakileri tanımaz olmustu. Sadece geçmişi ve savas yılları kazınmıştı belleğine hep onları anlatırdı. Esir dustugu yılları, nasil iskenceler gordugunu, tırnaklarının sokulduğunu (hala izlerini taşırdı o iskence gunlerinin) , tam idama götürülürken idam mangasından kaçışını, uzun ekin başakları arasında nasıl süründüğünü, biçilmis ekin yığınlarının içinde saklanıp günlerce çıkmadığını, bir köye yaklaşıp icinden Kur’an okunduğunu duyduğu bir evin bodrumuna saklandığını ama yine de başları derde girmesin diye kendini göstermediğini, bodrumdaki elma cuvallarından elma yediğini haram olmasın diye yerine boynundaki künyeyi bıraktığını ….
Sonra köyüne dönüşünü ve askerlerin artık oralara kadar geldiğini öğrenince de çiftini çubuğunu, evini herşeyini öylece bırakıp bir gece Edirne’ye geçtiklerini ve hayata yeniden başlamalarını….
Buyukbabamın dayıları ve amcaları da Çanakkale’ye gidip donmeyen kahramanlardan. Buyukbabamın annesini kocababanneyi hatırlarım. Kocaman kara gozluklerinin ardındaki yaslı gozlerini unutmam. Sessiz sessiz aglayarak ” Canakkale icinde aynalı çarşı Ana ben gidiyom dusmana karşı….” Diye baslayan turkuyu mırıldanısını. Orada sehit dusen kardeslerinin en kucugu 16sında imis. Gidip donmedi onlar derdi…masal isteyince onları anlatırdı masal yerine…
Her kandilde mahallenin fırınından beyaz tereyaglı kurabiyeler alır mahellenin cocuklarına dağitırdı kardeslerinin ruhuna fatiha isterdi onlardan. Simdi ben bayilıyorum beyaz tereyaglı kurabiyelere ve alıp dağıtıyorum cocuklara ve fatiha okuyorum butun isimsiz kahraman sehitler icin.
Babannem 93 yasında simdi. Artık hatırlamıyor hicbirseyi. Ama birkac yıl oncesine kadar hep anlatırdı. Bizde ana yok, baba yok, kardes yok hepsi kaldı geride hicbirini görmedik derdi. Babasi şehit düştüğünde doğmamışmış daha. Üç kez evini yurdunu terketmis "Öylece kurulu düzenim kaldı, tenceremde yemeğimi, ahırda sağılmamıs koyunumu, tarlamda biçilmemis ekinimi, ambar dolusu yiyeceğimi öylece bıraktım, aldık cocuklarımızı bir gece yarisi goctuk "derdi. Üç kez hayata sıfırdan baslamak. Türkiye'ye vardıklarında nasıl öpmüşler toprağı anlatırken ağlardı.
Rahmetli Hakkı dedemin bir gün camide abdest alırken cüzdanını çalmışlardı da gunlerce ağlamıstı. "Ben buralara geldim, Yunanın , Bulgarın zulmunden canıma tak demisti ama hiç biri beni bu kadar yakmamıstı, üzmemişti diye. İçindeki paraya değil Türkiye'de hem de cami önündeki şadırvanda hırsızlık yapıldığı için ağlamıstı.
Hikayeler cok, duygular yoğun. Hiç bir şey kolay elde edilmiyor… Ancak medeniyet dediğin tek dişi kalmıs canavar da boş durmuyor, o tek dişiyle içimizi kemirmeye devam ediyor. Ne yapalım diyoruz simdi. Bir fidan dikermis gibi cocuklarımizı eğiterek başlıyalım. Bir kibrit çakalım karanlıkta. Kimliğimizi, kültürümüzü, dinimizi, tarihimizi anlatalım onlara, anlatabildiklerimize, inandığımız gibi yaşayalım önce… Maddi dünya nimetleri icin taviz vermeden….
Rabbim yardımcımız olsun inşallah.
Allah’a emanet olun, en içten sevgi ve saygılarımla…
Creative Wood Painting Lady
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Efendim, ömür boyu unutulmayacak muhteşem bir mail göndermişsiniz. Size nasıl teşekkür edeceğimizi bilmiyoruz. Yeryüzünde teşekkürü ifade eden kelimelerden bir buket yapsam da size sunsam acaba kabul eder misiniz? Öyle canlı, öyle sıcak bir anlatım ki sanki o günleri beraber yaşadık. Sağolun, varolun.
Efendim, bir atasözü var “Düşman çiçek göndermez” diye. Öyle oluyor. Rahmetli babaannem “Ayıdan post, gavurdan dost olmaz” derdi. Ne yazık ki bu sözde büyük hakikat var. Dünkü düşmanlarımız bize bugün de düşman. Ne yapsak, ne etsek kendimizi sevdiremiyoruz. Bu hep böyle devam edecek. Ama ne yazık ki devam eden birşey daha var: Bizim gafletimiz, delaletimiz, ihanetimiz. İhaneti ne yazık ki kendi kendimize yapıyoruz. Efendim, Ankara’da Çankaya’da bir Karum çarşısı var, içindeki beşyüze yakın dükkanın büyük çoğunluğunun isimleri Türkçe değil. Bu beni o kadar üzüyor ki. O çarşıya gittiğim zaman eziliyor, utanç duyuyorum. Bir Avrupa birliği tutturduk, gayemiz ne, amacımız ne, ne yapmak istiyoruz, nereye gitmek istiyoruz, kimse bilmiyor. Mütemadiyen bizi azarlıyorlar, itiyorlar, kakıyorlar, tekmeliyorlar. Bir insanın vatanını, bayrağını, Atatürk’ünü seven bir insanın böyle hergün küçümsenmesi, zillet içinde yaşaması ne kadar acı! Eskiden düşman sınırdan içeri girerdi, sizin anlattığınız gibi. Şimdi ne yazık ki düşman içimizde yaşıyor. Kahroluyorum üzüntümden, ölen yakınlarıma gıpta ile bakıyorum. Ne idüğü belirsiz bir adam çıkıyor, milletime hakaret ediyor, iftira ediyor. Böyle yaptığı için de, milletine ihanet ettiği için de Nobel armağanına layık görülüyor. Ne yazık ki Türkiye’de gazeteler onu alkışlamak, onu göklere çıkarmak için yarışa giriyorlar. Yine yazık ki adına İslamcı denen gazeteler bile (ki onlara müslüman demeğe dilim varmıyor) çarşaf gibi yazılarıyla bu çirkin şakşakçılığa öncülük ediyorlar. Bunlara televizyonlar da ekleniyor. Adı “objektif haber veriyor”a çıkan bir kanal Orhan Pamuk geliyor bayrağını kapan koşsun, onu karşılasın diyor. Yarabbi, bunları da mı duyacaktık, bunlara da mı şahit olacaktık, pek gücüme gitti. Oturdum hıçkıra, hıçkıra ağladım. Adam, ne idüğü belirsiz bir adam kerametini yağcılardan, şakşakçılardan alan bir adam çıkıyor milletime ecdadıma, atalarıma, Atatürk’üme hakaret ediyor, iftira ediyor. Böyle yaptığı için de en büyük mükafata layık görülüyor ve bir televizyon kanalı haydi diyor, “koşun, koşun, elinize bayrağınızı alın koşun Orhan Pamuk’u
karşılamaya koşun”...
Özden Hanım, üç buçuk yaşında okuma yazma öğrendim. İlkokula başladığım zaman bir kütüphanem vardı. Bütün ömrüm geceli gündüzlü okumakla geçti. Sanırım Türkiye’de benim kadar çok yönlü okuyan çok az insan vardır. Bu arada Orhan Pamuğun bütün kitaplarını okudum. Daha doğrusu okumaya çalıştım. Merak ettim, edebi kültürüne inandığım kırk arkadaşıma da o kitapları verdim, okumalarını rica ettim. Bir tek kişi dahi (benim dışımda) kitapları bitiremediler, “gitmiyor” dediler, “okuyamayacağız, al kitabını”. Bu tecrübeyi bugün de yapabiliriz. Edebi kültürü olan, belli bir düzeye gelmiş kimselere verin o kitapları, aynı sonucu alacaksınız. Orhan Pamuk diyor ki “beni çekemiyorlar, beni kıskanıyorlar”. Kardeşim sen kimsin, necisin ki seni kıskanalım. Sen sadece memleketine, onun güzelim insanlarına hakaret eden bir zavallıdan başka nesin? Üstelik kitapların hepsi çalıntı. Bu defalarca yazıldı. Çalıntılardan örnek gösterildi. Ama ne hikmetse bizim İslamcı yazarlarımızın bile alkışını durduramadı bu yazılanlar. Nihayet bir televizyon kanalında milli kahraman olarak gösterildi. “Koşun” diyorlar, “koşun, elinize bayrağınızı alın, Orhan Pamuğu karşılamaya koşun”. Özden Hanım, benim memleketimde değer yargıları ne kadar değişti, eskiden kahramanlar alkışlanırdı, şimdi hainler... Çok kıymetli edebiyatçı Profesör Tahsin Yücel yıllar önce bu adamın hakiki hüviyetini açıklayan bir yazı yazmıştı da zavallının başına gelmeyen kalmadı. Öyle haksız hücumlar yapıldı ki, öyle hakaretlere uğradı ki.
İşte böyle Özden Hanım, hal-ü keyfiyet böyle. Ama bütün bunlara rağmen biz yine yılmayacağız, mücadeleye devam edeceğiz. Bu bir bayrak yarışı, son nefesimize kadar elimizdeki bayrağı bir başkasına ulaştırmaya çalışacağız. Ölüm bahasına da olsa iyiyi, güzeli savunacağız. Objektif olacağız, iki günümüzü birbirine eşit kılmayacağız. Daha iyiye, daha güzele, daha ileri bir Türkiye’ye kavuşmak için gerekirse şehit düşeceğiz.
Allah cümlemize sabır, dayanma gücü versin. Yarın çocuklarımıza daha medeni, daha temiz, daha pırıl pırıl bir Türkiye bırakalım.
Size selam, sevgi ve saygılarımı sunuyor, hayır dualarınızı bekliyorum efendim.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.
|