Çok Değerli Babacığım,
Merhaba... Güzel bir İstanbul sabahına gözlerimizi açtık.Sonbahar mevsiminin bu tatlı, güzel serinliği gönlümüzü mana iklimlerine sürüklüyor. Hiçbir mevsimde gökyüzü bu kadar ihtişamlı olmamıştır belki... Bir yanda gümüş rengi;biryanda gri bulutlar... Her an değişen renk ve görüntüsü ile, bakışlarımızı Allah'a, güzelliğe ve sonsuzluğa çevirmemizi bekliyorlar...
Peygamber Efendimiz(s.a.v) Kur'an-ı Kerim'in ilk hafızı idi.Cebrail (a.s) her yıl Ramazan ayında her gece gelir, Ramazan'ın sonuna kadar Kur'an-ı Kerimi Peygamberimiz (s.a.v)e mukabele ederdi.; Yani Hz. Cebrail (a.s) okur, Peygamberimiz (s.a.s) dinler; Peygamberimiz okur, Cebrail dinlerdi. Burada amaç,Allah'ın emirlerini hatırlamak,canlı tutmak, eksik veya yanlış bilinen varsa düzeltmek... Kur'an-ı Kerim'in nuru ile nurlanmak.. Onunla hemhal olmak..
Mukabele, belki en önemli sünnetlerden biridir. Bunun idraki ile uygulanması çok önemlidir. Kur'an-ı Kerim huşu içinde okunmalı ve dinlenmeli.. O zaman feyz dediğimiz o güzel hal yaşanıyor. Ezbere okumak pek bir şey ifade etmiyor. Ancak Kur'anın manasına ermiş,onu anlamış ve yaşamış olan bir gönülden, dudaklara inen Ayetler insanı etkiliyor.
Geçen gün bir dost beni evine davet etti.Kur'an-ı Kerim'den ayetler okunacaktı... Genç bir hanım,kağıda bakarak duaya başladı.. Sonra Yasin Suresini okudu...Yüreği ile değil dudakları ile okuyordu.. Biz de kulaklarımızla dinledik.. Ev sahibi Hanım benden de bir sure okumamı istedi.. Her zaman gerek yalnız iken gerek toplulukta okuduğum bir sure idi bu..İnanırmısınız okuyamadım... Çünkü dinleyenler gönülden dinlemiyordu... Herkesin kafası farklı şeylerle meşguldü... Ben de gönülden okuyamadım. Özür dileyip sustum. Böyle okumanın hiçbir anlamı yoktu. Gönülden,gönüle akmayınca hiçbir şeyin tadı, tuzu yoktu.
Aklıma sizin konferanslarınızda, dinleyicilerden, sohbetin hayırlı, feyizli geçmesi için kalbi dualarınızı istirham ediyorum.. diyen niyazınız geldi. O an bunun önemini kavradım. Söyleyenin diline hikmet dinleyenin bakışından gelirmiş. Nalınlar dışarıda çıkarılıp, içeri tertemiz girilirse bir güzellik yaşanabiliyor... Gönül telleri o zaman titriyor...
Bir ay kadar önce idi. Nermin Ablamın babasının vefatının 40. günü evinde toplanmıştık. Allah'ın izni ile duaya huşu ile başladık. Amacımız Rahmetlinin ve cümle Hakk'a göçenlerin ruhlarını şad etmek, Yasinlerle, Fatihalarla onları anmaktı.. Ellerimizi ve gönlümüzü Hakk'a açtık.. Huşu içinde okuduk ... Dinleyenler de huşu içinde dinledi.. Ulvi bir atmosfer oluşmuştu. Ayetlerde okunan manaya göre, bazen gözlerimiz doluyor,bazen haşyet ve korku içinde kalıyor, bazen seviniyorduk... Gönül birliği, duygu birliği yaşanıyordu.. İnsanları o ulvi atmosfere taşımaktı önemli olan. Gecenin sonunda,herkes mutlu ve ruhen tatmin olmuş bir hal içinde idi.. Güzel sohbet edildi sonra huzurlu bir halde evlerimize dağıldık...
Efendim izninizle yaşadığım ilginç bir anı da paylaşmak isterim...
Geçen gün banliyö trenindeyim... Bir kadın kucağında birini taşıyordu. Önce çocuk sandım. Dikkatle bakınca,yüzhatlarından 30 yaşlarında bir yetişkin olduğunu farkettim. Hemen bakışlarımı çevirdim. Hayatımda öyle ucube birşey görmemiştim.Tıpkı bir karikatürün canlı hali gibiydi.. Çocuk bedeninde küçük ama olgun bir yüz.. Saçlarını tepesinde toplamış. Hiç de estetik olmayan kafa yapısı daha da belirginleşmişti. Bakışlarım arada bir oraya kayıyordu. Bir ara gözgöze geldik.. Gülümsedim.. Ona acımıştım.. Belki gülümseyerek bir iyilik yapabilirdim onun için... Onun da yüzünde aydınlık bir gülümseme belirdi. Olanca içtenliğiyle, saf, temiz bir gülümseme idi. Gülerken Birkaçkez gözlerini kırptı..Ne güzel gözleri varmış.. Bu kadar anlam yüklü bakışlarla pek nadir karşılaşmıştım. inci gibi dişleri çıktı ortaya ...Sonra gözlerindeki ışıltıyı farkettim..Bu kez hayret içinde kaldım..Karşımda sanki bir şahsiyet duruyordu... Bakışları ile bana ne çok şey anlatıyordu... Bir kez daha dış görünüşe aldanmamak gerektiğini anlamıştım.
Hatırlarsanız..İstanbul'a geldiğinizde, Özgür Bey ve eşi Özden hanım bizi evlerine davet etmişlerdi. Yemekten sonra, meyve ikram etmişlerdi. Sofrada görüntüsü hiçte güzel olmayan acaib bir şey duruyordu. Özgür Bey,manava gitmiş,"benim çok değerli misafirlerim gelecek. Onlara güzel meyveler ikram etmek istiyorum. Bana ne tavsiye edersiniz demiş.. O da diğer meyvelerin yanında Hatay şeftalisini önermiş. Siz ikram edin gerisine karışmayın demiş... O da almış.. Hakikaten o ucube gibi görünen meyvenin tadı hala damağımızda.. Diğer meyvelerden çok daha lezzetliydi.. O zaman şekle aldanmamamız gerektiğine Hatay şeftalisinin ne güzel bir örnek olduğuna dem vurmuştunuz. Sizin sık sık tekrar ettiğiniz gibi hayat binbir sırlar ve güzelliklerle dolu... Ve ilave edersiniz... Kör aynada ne görebilir..
Bu sabah N.F.Kısaküreğin "Halkadan Pırıltılar"adlı eserinden bir sayfa açtım. Şu bölüm çıktı karşıma; Hasan Basri Hz.lerinin bir duası; "Allah'ım, bana nimet verdin şükredemedim;Bela verdin sabredemedim. Böyleyken şükrüm az diye nimetini kesmedin; Sabrım az diye de belanı sürdürmedin.. Allah'ım, Senden lütuf ve keremden gayrı ne gelir.."
O sırada Rahime Abla aradı.. Telefonda onada okudum bu duayı... O da memnun oldu.. Paylaşmanın güzelliğini yaşadık.. Yıllar önce Rahime Ablayı ilk tanıdığımda...Ki sizin danıştaydaki büronuzda karşılaşmıştık,ilk kez... O gün bu gündür,dostluğumuz devam ediyor. O yıllarda, sizden gelen ilhamla...Okuma , öğrenme aşkı uyandırmıştınız bende... Deli gibi okuyordum... Ama okuduklarımı da paylaşmak arzusu vardı içimde.. Sizinle ve Rahime ablamla paylaşabiliyordum, duygularımı, düşüncelerimi, okuduklarımı... Rahime ablaya mektup yazıyordum , çoğu 5-6 sayfalık uzun mektuplardı bunlar.. Genelde coşku dolu yazılardı ..bir çoğu da okuduklarımın özeti... Ve bende uyandırdığı düşünceler idi... O da bana kısa fakat özlü dörtlükler yazardı...Müsaade ederseniz Rahime Ablamın dörtlüklerini kendisininde izni ile sizlerle paylaşmak istiyorum...
Fatmagül, coştum yine,
Durmaz oldu kalemim,
Gönlünü fethedersin,
Bu gidişle alemin...
Can coşar dile gelir
Bülbüller güle gelir
Sen böyle söylersen
Dilsizler dile gelir...
Güle gülmek yaraşır,
Bakan gözler kamaşır,
Can veren,sır vermesin,
Sana böyle yaraşır...
Sana uzanan eller,
Birgün budanır elbet,
O zaman selamını,
Getirsin bana yeller....
Gül,Fatmagül...
Can Fatmagül...Yar Fatmagül,
Sana hoşluk yaraşır,
Gül,Fatmagül...Fatmagül...
Ko eller ne eylerse eylesin...
Sen dosta koş,dosta koş...
Satırlarla....Orda coş..
Bırak eli,ne söylerse söylesin...
Sevgili Rahime Abla... Böyle kısa dörtlüklerle bana umut,yaşama sevinci,şevk verirdi..Hasta olduğu duaya,ilgiye ihtiyacı olduğu bu dönemde ona Yüce Rabbimden acil şifalar diliyorum...Ve bir çok güzelliği onunla paylaşmaya devam ediyorum...Biiznillah..
Canım Babacığım satırlarıma şimdilik son verirken ,mübarek, Ramazan-ı şerifin size ve cümle dostlara hayırlar, bereketler, güzellikler getirmesi niyazı ile hürmetle ellerinizden öpüyor, kusurlarımı bağışlamanızı niyaz ediyorum...Müsaadenizle...
Kızınız Fatmagül
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Fatmagül Hanım,
10.9.2007 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, mesele Allah karşısında, hayat ve insanlar karşısında içi dışı bir, samimi, yürekten olabilmek, davranabilmek. Gülten Akın, bir şiirinde
“Gönülce söyle bana, dilinden bilmem”
diyor. En güzel anlaşma gönülden gelen, gönülden gönüle olandır. Biz, birtakım kelimeleri sıralamakla iş yaptığımızı sanıyoruz. Bu, kendi kendini aldatmaktan başka nedir? Hitaplarımız, mesajlarımız, sözlerimiz gönülden gelmedikçe neye yarar? Özellikle günümüz insanları söze değil, öze bakıyorlar. Ve kendilerine hitap eden kimseler yürekten söylemiyorsa omuz silkip gidiyorlar. Bu o kadar önemli bir mesele ki yürekten seslenemediğimiz zaman en yakınımız bile omuz silker, sırtını döner, geçer gider. Bir şarkıda
“O kadar yürekten çağırma beni
Bir sabah ansızın çıkagelirim”
deniliyor. Bir zamanlar devrimci geçinen, ilerici geçinen bazı kimseler Mehmet Akif’e dil uzatıp, ileri geri konuşurlarken Nazım Hikmet, ona sahip çıkmış,
“Akif, inanmış insan, büyük adam”
demişti. Bu o kadar önemli bir mesele ki içten, yürekten gelmedikçe insanların konuşmaması daha güzel olur. Hiç olmazsa kendilerini küçük düşürmezler. Yunus Emre
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ide bir söz”
diyor. Aman dikkatli olalım, rol yapmayalım. Kimseyi kandırmaya çalışmayalım. İnsanın içi neyse, dışı da odur. Her kap içinde bulunanı sızdırır. Yağ küpünden yağ sızar, bal küpünden bal sızar. Bu gerçeği unutmayalım.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.