.
Çok Kıymetli Büyüğüm,
Sonsuz selam, saygı ve sevgilerle size ve sizinle birlikte bu site çatısı altında sayısız güzellikleri birlikte yudumlayan ve inşallah nice yıllar gönül birliği içinde daha pek çok güzelliklere ulaşmayı sürdürecek olan bütün gönül dostlarına merhaba...
Efendim, insanı insan eden vasıflardan birisi de ahde vefa ve sadakat...Bugün günümüz insanları olarak toplum hayatında zaman zaman özlemini duyduğumuz bu özellikler belki de birçok insanın içinde bulunduğu olumsuzluklardan çıkışının bir anahtarı...Gerek sağlam bir aile yapısı için, gerek iki dünyada geçerli dost ve arkadaş ilişkilerinin kurulabilmesi için olmazsa olmaz kavramlar... Ölüm bahasına bile olsa, şartlar ne şekilde gelişirse gelişsin davasına sadık kalmak, dostluğuna sadık kalmak, verdiği söze sadık kalmak ne güzel vasıflar...Hiç şüphesiz bir ruh asaleti ile mümkün olabilecek bu vasıflara sahip olanlar, bu lütfa mazhar olanlar, bunun gayreti içinde olup güzelliklerini yaşayabilenler ne güzel insanlar...Aksi durumda olanlar ise, insan eliyle ne ekerse her iki dünyada da onu devşirir, ilkesine göre hayatları boyu bir güzelliğe asla tam olarak ulaşamayacak, hayat yolculuğunun bir deminden itibaren sevgiden, saygıdan, gerçek ve halis dostluklardan mahrum kalmaya mahkum zavallılar...
İnsanlık aleminin en büyük sadakat örneği, her konuda olduğu gibi zirve insan, Resulullah Efendimiz hiç şüphesiz...Bir eline güneş, diğerine ay verilse bile davasından dönmeyecek bir bağlılık, en yakın dostlardan gelen eleştiriler, onca kınamalara, onca imkansızlıklara rağmen yolundan bir nebze dönmeyiş, ne pahasına olursa olsun hep Hakkın ve haklının yanında oluş, “Allah’a kasem ederim ki dünya üzerinde hiçbir insan benim kadar sıkıntı çekmedi” dedirtecek kadar çileli yıllar ve nihayet büyük zaferin doğuşu, İslamın ebediyyen söndürülemeyecek olan aydınlık yüzü...
Efendim, yine insanlık aleminin yüz akı, tam bir sadakat örneği olarak hatıra geliveren bir yüce insan; Hz. Ebubekir. “O söylüyorsa doğrudur”, diyecek kadar tam bir teslimiyet ve sadakat örneği, üstelik o günlerin şartları içinde, bilimin şimdilerde daha yeni ortaya koymaya başladığı gerçekler hayal olmaktan öte değilken...Hicret esnasında saklanılan mağarada Resulullah Efendimize zarar verebileceği endişesiyle ayağıyla kapattığı yılan deliğinden defalarca sokulduğu halde kucağında uyumakta olan Efendimizin uyanmaması için gözlerinden dökülen yaşlara ve onca ıstırabına rağmen kımıldamadan öylece bekleyiş...
Ve yine diğer sahabiler, Hz. Zeyd’ler, Ammar bin Yasirler...Reva görülen onca eziyet ve çileye rağman yolundan, davasından dönmeyen, döndürülemeyen yüce, asil insanlar...Hepsi ellerinden, ayaklarından öpülesi, ahde vefa ile güzelliklerin zirvelerine tırmanmış insanlığın yüz akları, mana göğünün yıldızları...
Kıymetli Büyüğüm, sadakatin bir başka güzel örneği de hiç şüphesiz Hz. Mevlana’nın Mesnevisinde verilir. Bir köy çocuğu iken bazı meziyetlerini farkeden Sultan Mahmut’un daha sonra sarayına getirerek kendisine yardımcı olarak aldığı güzeller güzeli Ayaz...Ayaz, zaman zaman mahzene iner ve orada bir gizli odacıkta kalır saatlerce. Sultanın kendisine olan muhabbetini çekemeyen bazı saray erbabı onu Sultana şikayet ederler ve onun bu gizli odada bir hazinesi olduğuna inandırmak isterler. Sultanın Ayaz’dan en ufak bir şüphesi yoktur, ancak diler ki onu çekemeyip iftira etmek isteyenlerce durum anlaşılsın. O beylerle birlikte Ayaz’ı takip eder ve gözler o odaya girişini. Ayaz köyde iken giymekte olduğu eski elbiseleri hatırlamak için oradadır, ve kendi kendine, “Sakın ola Sultanın lütfuna mazhar oldum diye kendini birşey sanmayasın, bilesin haddini, şimdi üzerinde yeni elbiseleri var diye daha dün giydiğin bu elbiseleri unutmayasın” diye nefsine serzenişte bulunmaktadır. Yine bir gün Sultan, bütün beyleri etrafında toplayarak, paha biçilmez bir pırlantayı kırmalarını ister. Beylerin hepsi sırayla özür beyan ederler, böyle kıymetli bir mücevheri kırmaya ellerinin varmadığını söylerler. Sıra Ayaz’a geldiğinde ise o hazırlıklıdır, hiç tereddüt göstermeden yeninin altından çıkardığı taşla, bütün beylerin hayret dolu bakışları arasında tuzla buz eder mücevheri. Ve yerden gözlerini kaldırarak hayretle kendini kınayan beylere sadakat ve bağlılığın zirve örneği olan inceler incesi sözünü söyler: “Sultanın buyruğunda daha mı değerli ki?”
Efendim, şanlı Türk tarihi de sadakatin, ahde vefanın en güzel örnekleriyle dolu hiç şüphesiz. Türk insanı vatan için, namus için, bayrak için asla çekinmeden veregelmiş canını. İşte yakın tarihimizden insanlık alemine ibret bir bağlılık, direniş ve yolundan dönmeyiş örneği: Çanakkale. Başlarında Mustafa Kemal Paşa ile düşmanın son model donanımına meydan okuyan kahraman yürekler... Rahmetli Şair Mehmet Akif Ersoy’un dizelerinde olduğu gibi, Zulmün topuna, güllesine, kal’asına karşı, Hakkın bükülmez kolu, dönmez yüzü olan genç kahramanlar...
Efendim, Türk Milleti eskiden olduğu gibi bugün ve gelecekte de sadakatin, ahde vefanın en güzel örneklerini vermeye ve insanlığın onuru olan büyük hakikatin bayraktarlığını sürdürmeye en çok layık olan millettir hiç şüphesiz. Bugün duyageldiğimiz birçok olumsuz haberler, gaflet ve dalalet örnekleri, insan onur ve haysiyetiyle bağdaştırılması mümkün olmayan birçok durumlara rağmen sesi belki duyulmuyor olsa da pek çok güzel insan davasına bağlılığın en güzel örneklerini sunuyor. Ve Mehmet Akif Ersoy’un dizelerinde olduğu gibi “Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır” sözünü haykırıyor her dem, her nefes...Bir atasözü karanlığın en koyu deminde iken tanyeri ağarır der. Işık gelince bütün karanlıklar aydınlığa dönüşür çünkü İbrahim Alaaddin Gövsa’nın bir şiirinde
“Zulmette barınır belki bir zaman
Ruhu bedbin eden hiyleyle yalan
Hakikat doğacak güneştir, inan
Mümkün mü geceler sabah olmasın?”
diye belirttiği gibi...
Efendim, siz çok değerli büyüğümüzün ışığında toplanan çok değerli gönül dostları da sayısız güzelliklerin paylaşıldığı bu siteye sahip çıkarak ne güzel bir bağlılık ve dostluk örneği sunuyorlar günden güne artan güzelliklerini paylaşmak üzere...İnşallah sadıklardan olabilmek, kalabilmek dileği ve çalışmalarınızın sağlık, huzur, ve afiyetler içinde nice zamanlar sürmesi ve en güzel sonuçlara ulaşması niyazı ile...
Allah’ın selamı bütün sadıkların üzerine olsun...
Müsaadenizle...
Çiğdem
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Çiğdem Hanım,
Efendim, kıymetli mailinizi gözlerim yaşararak okudum. Çok heyecanlandım. Yalnız, ahde vefayı herkesten beklemeyelim. Ahde vefa er kişinin karıdır, her kişinin değil. Evet, günümüzde vatan toprakları satılırken, bankalarımız satılırken, fabrikalarımız, işyerlerimiz satılırken, Türk tarımcılığınının, hayvancılığının ölmesi için, yok olması için, ortadan kalkması için içerden ve dışardan her türlü çabalar gösterilirken bakıyoruz bazı kimseler inanılmaz bir vurdumduymazlık içinde sol omuzlarını iki santim kaldırarak “Bana ne, bana ne” diyorlar. Tek tük bazı insanlar, “bu doğru değildir, vatan elden gidiyor” diye hıçkırarak çırpınırlarken yine bazı kimseler “aman boşver” diyorlar. “Para gelsin de nerden gelirse gelsin. Ha Türk’ten, ha ecnebiden”. Geceleri elektrik direkleri dibinde müşteri bekleyen zavallı fahişeler de aynı şeyi söylüyorlar: “para gelsin de diyorlar kimden gelirse gelsin”. O garibim hiç olmazsa vatanını satmıyor. Sadece ekmek parası için etini satıyor.
Bu anlatılanlar realitenin bir yüzü. Ama bir de öbür yüzü var. Her banka satılışında, her karış vatan toprağının satılışında, her fabrikanın, firmanın, üretim yapan işyerlerinin satılışında sabahlara kadar ağlayan, hıçkırıklar içinde “Allah’ım, bu memlekete bir sahip gönder, şu anda inanacağımız, güveneceğimiz, itimad edeceğimiz, bel bağlayacağımız hiç ama hiç kimsemiz yok. Sen bir sahip gönder Yarabbi” diye sabaha kadar dua edenler, kendi yiyeceği ekmeği Allah rızası için kendinden daha aç olanlarla paylaşanlar, Hacca gitmek için biriktirdiği parayla çok fakir, gariban bir insanı tedavi ettirenler, kimsesiz, gariban bir kızın evlenirken çeyizini yapanlar, istidatlı, çok zeki memleket çocuklarını yurt içinde ve yurt dışında okutanlar, hastanelerde uzun zamandır yatıp hiç bir ziyaretçisi olmayan kimsesiz, gariban insanları kucak dolusu karanfiller alıp ziyaret edenler, gece sabahlara kadar odunu kömürü olmayan fakirler için, içecek çorbası olmayan kimsesiz yaşlılar için, ıstırabını kimseyle paylaşamayan, insanlarla beraber olup onların gözyaşlarını paylaşanlar...Bunlar da realitenin öbür yarısı. Onlar ki adı Nene Hatundur, Şerife Bacıdır, Seyit Onbaşıdır. Onlar ki Çanakkale’nin ve Kurtuluş Savaşının tarihe geçen abideleridir. Herşeye rağmen yurdumuzda o kadar temiz, asil, büyük, yüce insanlar var ki onlar namsız, nişansız, isimsiz, rütbesiz tarih yapanlardır. Gazeteler ve televizyon kanalları sağcısıyla, solcusuyla, yalnız birinci guruptakileri söylerler, onları yazarlar. Onları ön plana çıkarırlar. Çünkü onlara verilen rol efendileri tarafından öyle emredilmiştir. İnsanın bütün bu olup bitenler karşısında sükunetini koruması çok zor ama biz yine de elimizden geleni yapacağız. Bu toprağın ekmeğini yedik, suyunu içtik, okullarında okuduk. Son nefesimize kadar toprağımız ve insanımızın mutluluğu ve selameti için elimizden ne gelirse onu yapacağız. Ölmek var, dönmek yok. Bir şairimizin mısraında olduğu gibi
“Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”
diyeceğiz. Ve elimizden gelen her gayreti göstereceğiz. Hayat bütün güzelliğini aşktan alır. Allah aşkı, Peygamber aşkı, vatan aşkı gibi. Falanca sözünde durmayabilir, filanca menfaati için vatan ve bayrağına ihanet edebilir. Bize düşen görev bu insanları elimizin tersiyle çöplüğe itmek, parolamız hep daha iyiye, daha güzele, daha ileri olana yürüyerek en güzeli, en iyiyi kucaklamak olacaktır. Kıymetli yavrum, eskiler “Nakıs, emsal olamaz” derlerdi. Şu şunu yapmış, bu bunu yapmış bize ne? Biz hep yerdeki kum tanesinden gökyüzündeki samanyoluna kadar bütün varlığı aşk ile kucaklayalım. Ve diyelim ki “Aşk gelicek cümle eksikler biter”. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla