.
Merhaba Sabri amcamız,
Biz Ondokuz Mayıs Üniversitesi matematik öğretmenliğinde okuyoruz. Toplandık ve aklımızdaki bazı soruları size danışmak ve sizin görüşlerinizi arkadaşlarımıza aktarmak istedik. Bir sunum yapacağız. Size bir soru sormak istiyoruz.
Dil yozlaşması hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce toplum olarak bu sorunun nasıl önüne geçebiliriz?
Teşekkür ederiz.
Merve, Özlem, Sinem, Büşra, Ramazan, Tülay, Aykut
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Merve, Özlem, Sinem, Büşra, Ramazan, Tülay ve Aykut,
Kıymetli yavrularım,
Dil yozlaşmasının asıl sorumlusu öz Türkçe diye bir saçmalığı ortaya koyan, bunun düdüğünü çalan Nurullah Ataç ve onun yardakçıları olan birtakım soytarılardır. Bunlar Türk diline ihanet etmişlerdir. O Nurullah Ataç, benim nazarımda Türk diline en büyük darbeyi indiren insandır. Ne demek öz Türkçe, dünyanın neresinde görülmüş böyle manyaklık? Öz İngilizce var mı? Öz Rusça var mı? Öz Almanca var mı? Dünyanın her diline başka dillerden kelimeler karışmıştır. Mesela İngilizlerin Webster sözlüğü var. İçinde 900 bin kelime var. Bunların içinde İspanyolca’dan tutun, Almanca’ya kadar, Arapça’dan tutun Fransızca’ya kadar binlerce yabancı dillerden geçen kelimeler vardır. Ama hiç bir İngiliz yazarı çıkıp da bu kelimeleri atalım, yok edelim, boğalım, ortaya öz İngilizce çıksın demedi. Çünkü önemli olan İngilizcenin kuralları. Diğer milletlerden gelen kelimeler bu kurallara uyar, tabir caizse İngiliz tebaasına geçer. Bu gün lisede, üniversitede okuyan bir İngiliz genç kız, delikanlı pekala onbeşinci asırda Shakespeare’nin yazdığı o dünya güzeli piyesleri rahatça açıp okuyabiliyor. Ama bugün bir Türk genci Atatürk’ün nutkunu bile doğru dürüst okuyamıyor. Divan edebiyatının o harikulade güzel beyitleri artık kapalı bir hazine gibi. Yıllarca önceydi, genç bir lise öğrencisiydim. Her gün Ataç’ın saçmalıklarıyla beynimiz yıkanıyordu. Yok efendim, kitap demeyecekmişiz, betik diyecekmişiz. Kalem demeyecekmişiz, yazgıt diyecekmişiz. Kağıt demeyecekmişiz, söğük diyecekmişiz, hasta demeyecekmişiz, sayrı diyecekmişiz. Bu adam ya hastaydı, deliydi, yahut da Türk dilini bozmaya memur bir görevliydi. İnsaf be kardeşim. Kitap denince, hasta denince üniversitedeki profesörden dağdaki çobana kadar herkes anlıyordu. Bunu o saçma kelimelerle değiştirmeye ne gerek vardı? Bu bir ihanet değil miydi? Bu, güzelim Türk diline karşı işlenen bir cinayet değil miydi? O zaman (şimdi olduğu gibi) herkes susuyor, bu çılgın adam Türk diline kurşun sıkıyordu. Böyle böyle insanlar Türkçenin güzelliğinden uzaklaştılar. Kitaptan uzaklaştılar, okumaktan uzaklaştılar, araştırmadan, incelemeden uzaklaştılar. Ortaya yoz bir nesil çıkardılar. Okumayan, düşünmeyen, araştırmayan, tefekkür etmeyen diplomalı cahiller ortalığı kapladı. Cumhuriyetin ilk yıllarına gidelim. Ne güzel insanlar yetişti. Yahya Kemal’ler, Ahmet Hamdi Tanpınar’lar, Faruk Nafiz’ler, Necip Fazıl’lar, Nazım Hikmet’ler, Kemalettin Kamu’lar, Cahit Sıtkı Tarancı’lar, Ahmet Muhip Dranas’lar, Fazıl Hüsnü Dağlarca’lar, Ziya Osman Saba’lar, Gülten Akın’lar, Edip Cansever’ler, Turgut Uyar’lar, Behçet Necatigil’ler Türk dilini oya gibi işlediler. Ortaya Türkçenin zaferi olan anıt şiirler koydular. Bugün edebiyat dergilerini okuyoruz. Bir tek mısra bile bulamıyoruz. Çünkü Türkçe öyle yozlaştırıldı ki bu dille birbirimizle konuşamıyoruz, anlaşamıyoruz, iletişim kuramıyoruz. Sevgili gençler, şimdi sizlere soruyorum: Bu bir ihanet değil midir? Lütfen o tertemiz, o bembeyaz vicdanlarınızla kararı siz verin. Nerde Peyami Safa gibi, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, Reşat Nuri Güntekin, Samiha Ayverdi gibi, Nezihe Araz gibi, Cemil Meriç gibi, Mehmet Kaplan gibi, Tarık Buğra gibi, Sait Faik gibi pırıl pırıl Türkçeyle o güzelim eserlerini ortaya koyan yazarlar? Ne kadar dövünsek azdır. Dildeki yozlaşma kültürel yozlaşmayı getirdi. Bizim gençlik yıllarımızda gazetelerin ikinci sayfasında birbirinden güzel hukuki, iktisadi, mali, sanatla ilgili, edebiyatla ilgili, tıpla ilgili, felsefeyle ilgili, tarihle ilgili, tasavvufla ilgili makaleler çıkardı. Onları kese kese bazan kollarımız yorulurdu. Sonra konularına göre dosyalara koyardık. Şimdi o güzelim sayfaların yerine hepsi birbirinden rezil, birbirinden kepaze porno resimler konuyor. Bu konuda o kadar mustaribim ki ben de Gülten Akın gibi
“Öylesine içli, öylesine doluyum ki bu sabah
Dokunmasalar da ağlayacağım”
diyeceğim geliyor.
Bu rezaletin önüne geçmenin tek yolu var: Demin isimlerini yazdığım şairleri ve yazarları tekrar tekrar okuyalım. Onlar bir özsu gibi damarlarımızda dolaşsın. Şuuraltımız onlarla dolsun. Onlarla oturup onlarla kalkalım. Dostlarımıza onların kitaplarını hediye edelim. Dergilerde onların eserlerine ait incelemeler yayınlayalım. Aramızda onların eserlerine ait tahliller yapalım.
Hepinize ayrı ayrı selamlar, sevgiler, saygılar.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla...