.
Soru-Cevap
Efendim,
Çocukluğumdan beri elimden geldiği kadar, herkese yardım etmeye çalıştım. Dertlilere derman oldum, gözyaşlarına ortak oldum. Ekmeğimi onlarla paylaştım. Gün oldu, mânen, gün oldu maddeten elimde ne varsa dağıttım. Onlara faydalı olabilmek için çırpındım. Şimdi dönüp de arkama baktığım zaman bir pişmanlık duyuyorum. Gördüğüm hep nankörlük, anlayışsızlık, kadir bilmezlik oldu. En güzel, en temiz duygularla uzattığım ellerim, cevapsız kaldı. Şimdi, küskün ve kırgın bir ruh hâli içindeyim. Bundan sonra, kimseye yardım etmemeyi, el uzatmamayı düşünüyorum. Böyle bir karara vardım. Acaba doğru mu?
Sabri Tandoğan Efendi Hz:
Değerli yavrum,
Tamamen yanılıyorsunuz. Kesinlikle böyle bir karara varmayın. Bu sizin hayatı, varoluş nedeninizi, insanı, insanın hayattaki fonksiyonunu bilmemekten doğan, aceleci, sabırsız ve çocuksu bir kararınızdan başka bir şey değil. Efendim, iyilik Allah rızası için yapılır. Bir kimsenin yaptığı iyiliğe karşılık, teşekkür bile beklememesi gerekir. Hayatta bir insan için Allah’ın rızasını kazanmaktan daha büyük, daha güzel, daha yüce ne olabilir ki? Atalarımız ne güzel söylemiş, iyilik yap denize at, balık bilmezse, Hâlik bilir, diye...
Efendim, hepimiz bir sınavlar dünyasındayız. Hepimiz her an sınanıyor, deneniyoruz. Ve hayat sahnesinde herkes kendi rolünü oynuyor. Allah rızası için el uzattığımız, iyilik ve hayır yaptığımız, sevgi ve saygı gösterdiğimiz insan bunların tam aksini yapıyor, gidip orda burda konuşuyor, bizi kötülüyor, yerden yere vuruyorsa, ben neden yaptıklarımdan pişman olayım? Neden hayata küsüp, insanlardan uzaklaşayım. Bir daha kimseye iyilik yapmama kararı alayım. O kendine düşen görevi en güzel şekilde yapıyorsa, alçaklığın, nankörlüğün, nâdanlığın en çarpıcı örneğini veriyorsa, bana ne, ben de onun gibi mi olayım? Unutmayalım ki, herkes kendi cebindekini harcar.
Mahşer günü herkes kendi hesabını kendi verecek. Madem ki zerre kadar iyilik veya kötülük yapan, karşılığını görecek. O halde...
Tabiat âlemine bakalım. Bir bal arısı, bir de eşek arısı var. Eşek arısı gidiyor, zehirli bitkileri dolaşıyor, onların özünü, zehrini kovanına taşıyor. O böyle yapıyor da, bal arısı ona küsüyor mu? Darılıyor mu? Gidiyor, en güzel çiçeklerin en güzel usâresini, rayıhâsını, lezzetini topluyor, kovanına götürüyor. Adına bal dediğimiz, şifâ veren, ağız tadı veren, sağlık ve mutluluk veren bir güzeller güzeli gıda ortaya çıkıyor. Eğer bal arısının işi gücü, eşek arısını kınamak, kötülemek olsaydı, bütün zamanını buna harcasaydı, hangi birimiz adına bal denilen o tabiat mucizesini tadabilirdik? Dikkat buyurun, aslolan, vericiliktir. Çiftçi toprağa tohumunu atmadan nasıl ürün bekleyebilir? Resûlullah Efendimiz “Veren el, alan elden hayırlıdır” buyuruyorlar.
Yağmur, iyi kötü demeden herkesin üstüne yağıyor. Güneş, ayırım yapmaksızın herkesi ısıtıyor. Deniz, balığını herkese ikram ediyor.
O halde, biz neden onlar gibi olmayalım. Kendi sesimizi duyurmayalım. Kendi şarkımızı söylemeyelim. Köpek hırlayınca biz de mi hırlayalım. Evet, her kap kendi içindekini sızdırır. Necip Fazıl ne güzel söylüyor.
Çıbanımız derinde işletmiyor yakılar
Nerede bizim şarkımız, nerede öbür şarkılar
Efendim, şu sözü hayatınızın hiçbir döneminde aklınızdan çıkarmamanızı rica ediyorum. Bu dünya, darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır. Valery, “deha mukavemettir” der. Bir gülün yetiştiği ortama bakın. Kara toprak, kireçli su, hayvan gübresi. İşte bu ortamda, adına gül dediğimizi güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir tabiat mucizesi tezâhür ve tecelli ediyor. Neden biz de o gül gibi olmayalım. Neden hayatımızı bir renk, ışık ve güzellik içinde yaşamayalım, bir şiir haline getirmeyelim. Güller gibi yaşayıp, ardından güzel kokular bırakıp, güller gibi Hak’ka göçenlerden olmayalım. Allah cümlemize imân ile çene kapamayı nasip etsin.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Makamları Âli Olsun