Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : İnançlı iki insanın düğünü nasıl olmalıdır?
Gönderen : Göksu
Tarih : 12/21/2016 9:33:07 PM


.


Saygılar Sabri Bey Amca,
Müsaade ederseniz bir konuyu Size arz etmek istiyorum. Müsaadenizle…


Birkaç gündür kafamı kurcalayan bir konu var Sabri Bey Amca. Hafta sonu çok sevdiğim bir arkadaşımın düğünü oldu. Allah mesut etsin, inşallah hayırla başlayıp ölene kadar hayırla bitecek bir evlilikleri olur. İnşallah evlatları olur ve o evlatları da analı babalı, Allah’ın yolunda, ülkelerine faydalı birer insan olarak sevgiyle yetişirler.


Bu arkadaşımın düğününde içim o kadar sıkıldı o kadar bunaldı ki kendimi belki 5-6 kere dışarı attım. Düğündeki insanlara bakıyorum, kimse sıkılır gibi gözükmüyor, herkes ya kalkmış ortada oynuyor ya bulunduğu yerde kahkahalar atıyor vs. Düğün boyunca da içimi aslında neyin sıktığını düşünmeye başlamıştım. Bu düşünme düğün sonrası da hatta ertesi günüde devam etti. Hala da devam etmekte. Mesela orada bana inanılmaz yüksek gelen bir müzik sesi vardı. Müzik başlayınca ilk düşündüğüm “düğünler böyle müzikli mi olmalı” sorusuydu. Ardından ortada oynayan kadınlar ve erkeklerin görüntüsü beni rahatsız ediyordu. Diyeceksiniz ki daha önce hiç düğüne gitmedin mi, oynayan insanları görmedin mi? Evet Efendim gittim, oynayan insanları da gördüm hatta ben bile oynadım; Allah affetsin. Ama nedense o zamanlar beni “düğünlerin nasıl olması gerektiği” düşündürmüyordu. Nedense bu hafta sonu gittiğim düğün beni “düğünler nasıl olmalı” sorusunu uzun uzun düşündürmeye başladı.


Pazar akşamı, yatsı namazımı hemen evimin arkasındaki büyük camide cemaatle kılmak niyetiyle kıldım. Ardından eve gelip vitir namazımı ifa ettikten sonra, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin, kendimi tam konsantre etmek niyetiyle de “Fûtuhul Gayb” kitabını okumaya başladım.Kısa bir süre sonra evimin yakınında ki düğünün müziğinin sesi o kadar çok gelmeye başladı ki beni çok rahatsız etti. Ama kitabımı okumaya devam ettim. Sonra “damadın dayısından iki bilezik, hani alkış” sonrası birde “zılgıt” çekiliveriyordu. Ardından “damadın amcasından ikiyüz lira, yok mu alkış?” gene aynı olaylar, ardından… devam ediyordu. Kitabımı okuyamadım, Çok sinirlendim. Kitabımı kapattım ve Size bu konuda yazmak istedim ve soluğu bilgisayarın başında aldım.


Sabri Bey Amca, Düğünler nasıl olmalı? Bir düğünün edep ve adabı nasıl olmalı? Bizler düğünlere gittiğimiz zaman hangi edep ve adaplarla hareket etmeliyiz? Düğünlerdeki takı merasimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Müslüman iki insanın düğünü nasıl olmalıdır?


Saygılar Sabri Bey Amca, SEVGİLER, ellerinizden öperim.


--------------------------------------------------------------------------------


Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :


Sayın Göksu Bey,


Kıymetli yavrum, seni o kadar iyi anlıyorum ki. Orada hissettiklerin, yaşadıkların, şahit oldukların aynen gözlerimin önünde. Sevgili yavrum, böyle mekanlardan sıkılmak, yer yer utanç duymak o kadar doğal ki. Eğer aksini söyleseydin o zaman sana karşı olan sevgim ve saygım da büyük azalmalar olurdu. Ta çocukluk günlerimden beri bu tür düğünlerden hep sıkıldım, rahatsız oldum. Zaman zaman tiksindim, iğrendim, midem bulandı. Bir kere düğüne gelen hanımların kıyafetleri beni rahatsız etti. Ne yazık ki birçok hanım kendilerini teşhir eden kıyafetleri giymeyi zorunlu sayıyorlar. İkincisi bu yüksek sesli müzik kulakları tırmalıyor, insanın iç dünyasını delik deşik ediyor, yaralıyor. Sonra o oyun denilen kepazelik. Koca koca yaşını başını almış, enseli göbekli, sözümona beyefendiler, sözümona hanımefendiler çıkıp şıkır şıkır çingenelere taş çıkartacak şekilde göbek atıyorlar, kıvırıyorlar. İşte bu bölüm tiksindirici, iğrendirici, hatta kusturucu oluyor. İş bununla da kalmıyor. Birçok düğünde marifetmiş gibi gelen hediyeler ilan ediliyor. Aman Yarabbi, insanlık bu kadar düşebilir, küçülebilir... Kim bu adeti çıkarttıysa rahmetli babannemin tabiriyle “Sinde, mezarda rahat yatmasın”. Bana akıl almayacak kadar iğrenç geliyor bu adet. Ne demek ilan etmek. Herkes kendi imkanlarına göre birşeyler getiriyor. Belki bir insanın gönlü çok yüce, en büyük hediyeleri getirmek istiyor, ama imkanları o kadar kısıtlı ki, o kadar zor şartlar altında yaşıyor ki küçücük bir hediye getirebiliyor. Şimdi o hassas, temiz, ince ruhlu insanın, yüce gönüllü insanı orada teşhir etmenin ne anlamı var? Onu ıstırap içinde bırakmaya kimin ne hakkı var? İnsanlardüğünden çıktıkları zaman dayak yemiş gibi oluyorlar. Düğünden çıkan bir insanın huzur içinde, melekler gibi bir uyku uyumasına imkan var mı? İşittikleri, şahit oldukları, gördükleri, hissettikleri onu günlerce tedirgin ediyor. Arkasından dedikodu furyası başlıyor. Efendim, böyle düğün mü olurmuş, şu noksan, bu noksan, bu olmamış, bu neye benzemiş, bu ne biçim ikram, doğru dürüst bir şey ne yedik, ne içtik filan filan.


Kıymetli yavrum, küçüklüğümden beri bunları göre göre bu düğün denilen olay bende sadece tiksinti uyandırdı. Kendim evlenirken kesinlikle düğün yapmadım. Nikahımız oldu, sonra annemlerin evine geldik. Rahmetli Rana Hanım’ın ve benim bazı yakınlarımız, aile dostlarımız ile beraberce bir yemek yenildi, dualar edildi. Sonra Çavuşoğulları camiinin imamı Rıza Çöllü Hocaefendi geldi, nikahımız kıyıldı. Sonra vedalaşarak ayrıldık. Yeni evimize gittik. Kapıdan içeri girerken bir sözleşme yaptık. “Bak, Rana” dedim, “şu andan itibaren yeni bir hayat başlıyor. Bundan böyle bu evde ne senin dediğin olacak, ne benim dediğim olacak. Allah’ın ve Peygamberin emirleri neyse o geçerli olacak” dedim. Ve tarihte bir örneği görülmemiş muhteşem bir evlilik böyle başladı. Kırk dört yıl bir masal, bir aşk rüyası yaşadık. Sadece sevdik ve sevildik. En ufak bir kavgamız, münakaşamız olmadı. Kırkdört yıl içinde bir kere bile para lafı edilmedi. Bir kere bile ne yiyeceğiz diye düşünmedik, Allah ne verdiyse şükrederek onu yedik. Ve kırkdört yılın sonunda Rana Hakka göçtü. İki kişilik mezar yaptırdım. Yakınlarıma söyledim, Hakka göçünce beni Rana’nın yanına gömün dedim. İnşallah nasip olur. Tek düşüncem, mana aleminde de Rana ile beraber olmak.


Sevgili yavrum, düğün nasıl olmalı diye soruyorsun. Bugün ne o düğünü yapacak düğün sahipleri kaldı, ne o düğüne gelecek davetliler. Hepsi “Beyaz atlara binip uzaklara gittiler”. Şaka bir tarafa düğün öyle tertiplenmeli ki düğüne gelenler öyle edepli, öyle hassas, öyle zarif, öyle ince olmalı ki düğündeki süreç bir masal gibi, bir rüya gibi, bir şiir gibi geçmeli. Orada beşeri kültürün bütün nüansları, bir gökkuşağı gibi sergilenmeli. Orada ruhlar arınmalı, temizlenmeli, bembeyaz olmalı.


Kıymetli yavrum, düğünde müzik de olabilir, ama insana huzur veren, mutluluk veren, dinlendiren, derinlerden gelen bir müzik, bir meltem gibi okşayan, bir sevgili eli gibi insana yaşama sevinci getiren bir müzik olmalı. Oradan ayrıldığı zaman insanlar huzur içinde, mutluluk içinde dualar içinde olmalı. Allah’ım bu gençler birbirlerini çok sevsinler, birbirleri üzerinde titresinler, aşkları o kadar büyüsün, o kadar büyüsün ki Allah’a ulaşsın. El ele, diz dize, gönül gönüle birbirlerini her gün, her saat, her dakika daha çok severek, daha çok saygı duyarak evliliklerini bitmeyen bir senfoni haline getirsinler diye dualar edilsin.


Kıymetli yavrum, bilmem ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Ben böyle düşündüm, böyle yaşadım. Hiç de pişman olmadım. Bütün ömrüm huzur ve mutluluk içinde geçti. Artık karar senin.


Yeni maillerini bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.


Sabri Tandoğan Efendi Hz.


Aziz Ruhları Şad Olsun

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]