Sayın Hatice Hakeri,
10.3.2007 tarihli mailinizi aldım.
Efendim, şimdi ikinci mailinizin cevabını yazıyorum. Yine çok ilginç bir temayı ele almış, bir oya gibi işliyorsunuz. İnsanı anlamak, kainatın en zor işi. Gerek kendimizi anlamak, gerek başkalarını anlamak bir noktadan sonra acaba mümkün mü? Bizler bir hayat içinde yaşıyoruz ve o hayattan değil hergün, her an değişik izlenimler alıyoruz. Ve bu izlenimlerle bazan seviniyor, bazan üzülüyoruz. Ama sürekli sarsılıyoruz.
Modern sanatta bir tür heykel var: mobil diyorlar. Son derece ince, küçük, minicik parçalar birbirine eklenerek bu sanat ortaya çıkıyor. Bir yerine en ufak bir şekilde dokunduğunuz zaman o heykel uzun bir süre mütemadiyen sarsılıyor. Bazıları bunu saçma buluyor. Ama beni çok düşündürüyor. Biz de öyle değil miyiz? Bazan işittiğimiz, gördüğümüz, okuduğumuz, seyrettiğimiz bir husus bizi fevkalade üzebiliyor, dünyamızı yıkabiliyor. İçimizden ağlamak geliyor (ama başımızı koyup küçük bir çocuk gibi sarsıla sarsıla, hıçkıra hıçkıra ağlayacağımız o omuz nerede). Yeryüzünde kaç insan böyle bir omuza sahip? İçinde yaşadığımız toplumda o mobiller gibi mütemadiyen sarsılıyoruz. Bununla da kalmıyor, mütemadiyen kirleniyoruz. Birtakım kimseler ekrana geçip sizi aptal yerine koyup, göz göre göre utanmadan yalan söylüyorlar. Birtakım rakam oyunlarıyla gerçekleri tersine çeviriyorlar. Ve siz sadece kahroluyorsunuz. Elinizden birşey gelmiyor. Hayatında sevginin S’sinden bile habersiz birtakım oyalı, boyalı, modanın maskarası, sosyetenin arsızı barbi bebekler ekrana geçip din, iman, ahlak nutukları atıyorlar. Hayatında bir kere ilahi ürperişle başını secdeye koymamış insanlar ellerine mikrofon geçirince kendilerini zamanın kutbu sanıyorlar. Haydi bakalım, gelin de çileden çıkmayın. Gülten Akın’ın dediği gibi:
“Gün günden ezilen siz, kırılan siz, üzülen siz
Siz, düşünmeden edemezsiniz”
Istırap içinde kalıyorsunuz. İçinizden bağırmak, feryad etmek geçiyor. Ama sizi dinleyen mi var, ama sizi anlayan mı var? Havalar ısınmaya görsün, bir rezillik yarışı başlıyor. Caddeler iğrenç bedenlerini utanmadan, haya etmeden teşhir eden soytarılarla doluyor. Estetik açıdan baktığınız zaman bir kadının göbeğini teşhir etmesi ne kadar iğrenç. Hassas, ince ruhlu, kültürlü bir erkeğin böyle bir görüntü karşısında cadde ortasında midesi bulanabilir, iğrenebilir, kusabilir. Ama bunu kime anlatacaksınız? Dikkat buyurun bu söylediklerim sadece estetik bakımından. Bu sözleri o zavallı teşhircilerden birine söylemeyegörün, alacağınız cevap tokat gibi yüzünüzde patlıyor: “Ne olacak, gerici, çağ dışı, yobaz”. Biz böyle bir toplumda yaşıyoruz. Elinize gazete alıyorsunuz. Konserveden, çikolataya kadar otomobil lastiğinden zayıflama aletine kadar hep aynı tema işeniyor; çıplak kadın. Çok satışlı bir gazetenin genel yayın müdürüne yüzlerce mektup geliyor, “Efendim diyorlar, lütfen arka sayfaya o çıplak kadın resimlerini koymayınız”. Adamın cevabı, o sosyete bozuntusu, çağın yüzkarası, manken müsveddesi kadınların cevabından farksız: “Arka sayfaya çıplak kadın resimleri koymaktan bizi kimse men edemez, siz ne derseniz deyin o resimler konacak”. Görüntü kirliliği öyle boyutlara ulaşıyor ki bizi fizyolojik olarak da etkiliyor. Başınız ağrıyor, mideniz bulanıyor, kusacak gibi oluyorsunuz. Artık, haberlerin yarısı magazin. Falan iş adamı, filan mankenle dün gece nerede basıldı? Bana ne kardeşim, canları cehenneme. Bu iğrenç haberin haber programında işi ne? Cevap hazır; “dinleyici böyle istiyor”. İş o hale geliyor ki sabahtan akşama kadar bu pis, bu iğrenç, bu mide bulandırıcı sesler, şekiller, görüntüler mütemadiyen insanların üstüne katran gibi yağıyor. Hassas bir insanın kalbi bu negatifliğe, ne dereceye kadar dayanacak? Mes’ele burada. Hepimiz bir kirlenme sürecinde yaşıyoruz. İster istemez etkisi altında kalıyoruz. Yalnız burada çok ince bir nokta var, bu pislikleri hissettiğimiz andan itibaren bir manevi oksijen çadırına girmek. Bu nasıl olacak? İbadet ederek, güzel bir kitap okuyarak, manevi yolda yürüyen bir dostla sohbet ederek, bir manevi büyüğü ziyaret ederek, bizi ruhen doyuracak güzel bir müziği dinleyerek, oturup güzel bir yemek pişirerek, bir güzel kek yapıp manevi duygularımızı paylaşacağımız bir dostu çağırarak ve daha bunun gibi yüzlerce şey. Mesele tek, o kirli havaya girmemek, kendimizi kaptırmamak, onun esiri olmamak. Özeti, Nemrutun ateşi ortasında İbrahimin bahçesinde yer alabilmek. İşte bunu yaptığımız zaman bütün müşküller çözülecek, bütün karanlıklar aydınlanacak.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Güzellik kainatın altın anahtardır Yazan Hatice Hakeri
Cvp: Güzellik kainatın altın anahtardır Yazan Sabri Tandoğan