Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Evlilik önce sen demek ve el ele gönül gönüle tekamül yolunda ilerlemektir.
Gönderen : Sabri Babadan Selam
Tarih : 12/25/2016 12:13:01 PM


.


Kıymetli yavrum,
Danıştay'da işe daha ilk başladığım gün, çalışacağım yer olan on altı kişilik salonun kapısını açtım, tam karşıda Rânâ Hanım oturuyordu. Üzerinde yakasının üst kısmı siyah kadife olan gri bir tayyör vardı. İçinde beyaz bluzu ile adeta bir melek gibiydi. Sanki Allah gökyüzünden bir melek göndermiş, anlaşılmasın diye kanatlarını kırmış...


O anda içimden bir ses “İşte Sabri,” dedi, “senin evleneceğin kız bu.” O güne kadar da etraftaki hoppa, züppe kızları göre göre evlenmemeye kesin olarak karar vermiştim. “Ölürüm de bu kızlarla gene evlenmem” diyordum. Buna rağmen o anda ne olduysa oldu. Kararımı değiştirdim. Çünkü o güne kadar Rânâ Hanım kadar edepli, zarif, ince bir hanımefendi görmemiştim.


Bir yıl boyunca, her gün onun bütün hareketlerini inceledim, ona kafamda notlar verdim. Çünkü aramızda sekiz yaş fark vardı. O benden büyüktü. O farkı kapattıracak, aramızda sorun olmasını engelleyecek bir şeyler bulmalıydım. Onda bunu kaldıracak olgunluğu görmek istedim.


Muhterem eşim Rana Hanımla 7 Mart 1962 yılında evlendik. Belediye nikah salonundan çıktık. Eve geldik. Yenimahalle 5. Durak Çavuşoğulları Camii’nin imamı Rıza Çöllü Hoca geldi. Dini nikâhımızı kıydı. Dualar edildi. Sonra Sıhhiye Cihan Sokaktaki iki odalı, mütevâzi, sobalı evimizin yolunu tuttuk. Besmele ile kapıdan girdik. Eşime döndüm. “Bak Rânâ,” dedim, “şu andan itibaren Allah’ın önünde ve kanun nazarında evliyiz. Kısmet olursa bir ömrü beraber yaşayacağız. Bir teklifim olacak. İkimiz de hukukçuyuz. Bir akit yapalım. Evliliğimiz boyunca bu evde ne senin dediğin olacak, ne benim dediğim olacak. Yalnız, ama yalnız Allah’ın ve Peygamber’in dediği olacak.” Ve kırk dört sene bir rüya gibi, bir masal gibi, bir şiir gibi geçti. Bir kere birbirimize kırılmadık, incinmedik. Bir an birbirimize dargın kalmadık, beraber dua ettik. Allah’ım bizi dünya hayatında da, mezarda da, âhiret hayatında da birbirimizden ayırma. Bana göre en azından son bir asrın en muhteşem aşkını ve evliliğini biz yaşadık. Çünkü kırk dört yıl hiç kavga etmeyen bir başka çift olmamıştır.


Biliyordum ki birçok evlilikleri yıpratan hep parasal sorunlar oluyordu. Evlendiğimizin ikinci günü rahmetli eşime teklif ettim. “Rânâ,” dedim, “Ben maaşımı alınca sana vereyim. Evi sen idare et. Benim sigaram yok, içkim yok, kumarım yok, yalnız kitapları çok seviyorum. Onları alabilmem için bana harçlık verirsin.” Eşim bu teklifimi kabul etmedi. “Hayır Sabri,” dedi. “Olmaz. Evi sen idare et. Bana harçlığımı ver.” Ve bir ömür boyu bizim evde para lâfı edilmedi.
Bizim her ânımız bir ibadet şeklinde geçti. Dedikodu ile, lüzumsuz konuşmalarla hiç vakit geçirmedik. Rana, evlendiğimiz gece bir rüya görmüş. Bir pir-i fâni rüyasına ona yaklaşarak “İntibah ve inşirah” demiş ve kaybolmuş. Sabahleyin uyandığında bana sordu, “Sabri, bu rüyadaki sözler ne anlama geliyor?” dedi. Dedim ki, “Rana, artık senin için yeni bir hayat başlıyor, tamamen yeni bir hayat. İntibah bu. İnşirah da bu yeni hayattan duyacağın ferahlık ve saadet demek”. Hakikaten de evliliğimiz bir intibah ve inşirah oldu Rana için.


Birbirimize hep Allah’ın emaneti olarak baktık. Bir tek gün münakaşa etmedik, birbirimize itiraz etmedik. Rana benim için “Sabri, benim mürşidim” derdi. Ben de kırk dört yıl boyunca ona hep saygı, sevgi duydum, hayranlık duydum. Onda her gün yeni bir güzellik bulurdum.



Evlendiğimiz günlerde hanımlar arasında bir çuval modası vardı. Hiç de estetik olmayan bir kıyafet tarzı idi. Bir akşam otururken çuval modası hakkında ne düşündüğümü sordu. Hiç beğenmediğimi, kadın vücudunu ortaya çıkardığını söyledim. Biraz sonra Rana birden ortadan kayboldu. Bekledim, bekledim..., yok. Merak ettim, gittim baktım. Eline makası almış, elindeki iki elbiseyi makasla dilim dilim doğruyor. Meğer evlenirken kendine iki tane çuval elbise almış. Ben öyle söyleyince kimse giymesin diye onları doğramış. Bu olaydan sonra ona olan saygım, sevgim daha da arttı.


Bir gün babam Hak’ka göçtü. O, kaloriferli bir daire almak istiyordu. Yıllarca para biriktirmişti. Ben onun ruhunu ancak onun istediği gibi bir daire alarak şâdedebilirdim. Daire alırken elimizdeki para yetmedi. Müteahhide bir miktar borçlandık. Müteahhit, uzun vade kabul edemem dedi. Aylık borcumuzu verdiğimiz zaman elimize ancak kuru ekmek parası kalıyordu. Borcumuz ödenene kadar kuru ekmek yedik. Çünkü borçlu bir insanın katık alması bile doğru değildi. Rana, bir tek gün bile şikayet etmedi, “Ben Danıştay savcısıyım, bu nasıl olur” demedi. Suyla ekmeğimizi yerken birbirimize “Şimdi biz Sheraton’da kahvaltı yapıyoruz, şimdi Hilton’da yemekteyiz” diye takılır, güle oynaya yemeğimizi yerdik. Sonra borcumuz bitti, eski günlerimize geri döndük. Sonra bazı günlerde de nefsimizi terbiye etmek için Rana ile kuru ekmek yediğimiz oldu. Çamaşır makinasını evlendiğimiz yedinci senede aldık. Danıştay savcısı olan eşim çamaşırlarımızı leğende çömelip yıkardı.


Kırk dört yıllık evlilik süresi içinde bir kere bile Rânâ Hanım’ın önünde ayak ayak üstüne atarak oturmadım. Bir gün midesi ağrıyordu. “Sabri,” dedi, “çantamda ilaç var, lütfen verir misin?” Çantayı aldım, götürdüm. Niye açmadığımı sordu. “Hiçbir za­man ne çantanı, ne çekmeceni açma saygısızlığında bulun­mam.” dedim. Bütün mesele, her an, saygı ve edep içinde olabilmek. Şuna inanıyorum ki, kendisine saygısı olmayanın, karşısındaki insana da saygısı olmaz. Evlilik hayatını güzel ve anlamlı kılan, müşterek zevklerin olması ve bir güzelliği beraber paylaşabilmektir. Birlikte kitap okumak, birlikte ibadet etmek, birlikte yürüyüş yapmak, birlikte yemek yemek, birlikte dostlarla görüşmek, birlikte seyahate çıkmak, birlikte mânevi büyükleri ziyarete gitmek evliliği pekiştiren, canlandıran, güzelleştiren ne güzel olaylardır. Biz Rânâ Hanım ile yürüyüşlerimiz sırasında çeşitli meseleleri görüşür, fikir teatisinde bulunurduk. Resûlullah Efendimiz: “Birbirinizle hediyeleşiniz, hediyeleşmek ne gü­zeldir, insanları birbirine bağlar” buyurur. Biz de sık sık hediyeleşir, birbirimizi mutlu etmeye çalışırdık.


Birbirimize sevgi, saygı ve hizmetten başka bir düşüncemiz olmadı. El ele, diz dize, gönül gönüle bir kırk dört yıl yaşadık. Ve bu kırk dört yıl bana kırk dört saniye gibi geldi. Rüya gibi başladı, masal gibi bitti. Yuvamızda egemen olan sadece aşktı. Rana’nın kabrini alırken, ısrarla iki kişilik olsun istedim. Allah’ın emri ne zaman bilinmez ama ben de Rana’nın yanına gömülmek istiyorum. Mezarda da, ahirette de Allah nasip ederse sevgili eşimle beraber olmak istiyorum. Onu hala deliler gibi seviyorum. Yattığı yer nurla dolsun. Allah’ı rahmeti, Peygamberin şefaatı sevgili Rana’nın üzerine olsun.


Bir atasözü vardır. “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.” diye. Ben o söze bütün kalbimle inanıyorum. Önemli olan aynı ruhta, aynı inanışta, aynı duyuşta olan iki insanın Allah’ın huzurunda el ele vererek birbirleriyle en güzel şekilde sevgi ve saygı ile hayatlarını sürdürmeleri değil midir? Ne olur günümüz insanları paraya, pula, mala, mülke, fiziksel güzelliğe aldanmadan bilinçli bir şekilde Allah’ın huzurunda ebediyet bağlılığı ile birleşecekleri bir eş seçseler. Önemli olan Allah’ın ve Peygamberin istediği şekilde nezih, temiz, güzel bir yuva kurmak değil midir? İnşallah sevgili gençlerimiz böyle yuva kurarak dünyalarını cennete çevirirler. Bunu, Allah bütün gençlere nasibeder inşallah.


Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Sabri Babamızın ve Rana Annemizin Aziz Ruhlarına Fatihalarla...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]