.
Pek Kıymetli Sabri Tandoğan Beyefendi,
Öncelikle, size, Trabzon'dan sonsuz saygılar ve hürmetler sunuyor, ellerinizden öpüyorum...
Pek Muhterem Sabri Bey, sizi, takriben on yıldan fazladır, özel televizyondaki konuşmalarınızdan, büyük, çok büyük ilgi ile izliyor ve sonsuz takdirlerimi sunuyorum... Televizyon ekranların da yansıyan, o büyük ve şerefli karakterinizden çok etkilenen bir insan olarak, biz Anadolu insanlarının yüreklerinden sökülüp atılamayan..., o büyük Osmanlı edebini görebilemek adına..., hissedebilmek adına..., kalbi şükranlarımı iletiyorum...
Bendeniz, ismim Süleyman İskender, merkezi Trabzon'da bulunan, "Karadeniz Yazarlar Birliği"nin kültür ve sanat danışmanıyım, ayrıca fotoğraf sanatı konusunda, gerek ilimizi, gerekse Ülkemizi tanıtmaya çabalıyorum, 1954 Trabzon doğumluyum.
Yıllar önce idi, sanırım sekiz veya dokuz yıl öncesine ait olabilir, kesin tarih hatırımda değil, yine bir "Pazar Sohbetleri" proğramınızda, öyle sanıyorum ki, Aydın veya belki de Uşak ilimizde yaşanan ve son derece anlamlı olan bir vefat haberini anlatmıştınız... O kadar etkilendim ki, size ulaşabilmenin çarelerini aradım, Ankara'da bulunan arkadaşlarımla temas kurdum, telefonunuza ulaşabilmeye çalıştım, ama başaramadım... Zira, mümkün olabilseydi, sizden, bu vefat haberiyle ilgili daha fazla bilgi istirham edecektim...
Konu şöyle idi :
______________________________
Aydın veya Uşak ilinde, doğuştan beri felçi olaray yaşayan, yaşlı bir gariban adam vardı... En sonunda "Emr-i Hakk" vâki olunca, adamcağızın son saatleri..., konu komşu toplanıyor, etrafında halkalanıp, Kur'an okuyorlar... Adamcağız, ömrü boyunca yatağa saplanıp kalmış ve bir kere yürüme şansı olamamış bir insan... Derken, ecel geliyor ve o anda inanılmaz bir olay oluyor... Adamcağız, ömür büyu yattığı yataktan bir hamlede arslan gibi fırlıyor ve epey bir mesafede olan kaıpının önünde secdeye kapanıyor...!!! Yanıda bulunan insanlar, şaşkınlıktan delirmiş durumdalar... O anda, yaşlı adamdan bir ses duyuluyor : "Ne zahmet ettiniz... Yâ Resuallah........!!!!! "
Gelen, alemlere rahmet, Hz. Muhammed ' dir...!!!
Yaşlı adamcağızla aralarında neler konuşuluyor belli değil... Herkes şok halinde... Etrafa inanılmaz bir gül kokusu yayılıyor...ve haftalarca gitmiyor...!!!
________________________________
Evet efendim, sizden bu konuşmayı duyunca, ben de delilere döndüm... Ve hâlen bu anlatımın etkilerinde olan bir insanım... Size ulaşabilmek ve bu olayın ayrıntılarını istirham etmek istedim... Ulaşamadım.
Şimdi, bugün, internette araştırma yaparken, sizin bir siteniz olduğunu keşfettim, çok çok sevindim ve derhal yazıp, hem bu konuyu tekrar gündeme getirmek, hem de mümkün olabilirse, size bahsini ettiğim bu olayla ilgili, acaba daha detaylı bilgi alabilme şansı olabilir mi, diye sormak istedim.
Bu vesile ile, tekrar zat-ı alinize selam ve şükranlarımı sunuyor, ellerinizden öpüyorum. Allah'tan size sağlıklar, esenlikler ve uzun ömürler nasip eylemesini temenni ediyorum...
En derin saygılarımla,
Süleyman İskender
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Süleyman İskender,
Efendim, önce gösterdiğiniz içten gelen sevgi ve saygıya çok teşekkür ederim. İnşallah dualarınızla dilediğiniz gibi bir insan olurum. Bahsettiğiniz olay İstiklal Harbi gazilerinden Hüsnü Aga’ya aittir. Hüsnü Aga, Eleşkirt’te kızıyla beraber çok zor şartlar altında yaşamaktadır. Bir gün benim hocam olan rahmetli operatör doktor Münir Derman, Eleşkirt’e hükümet tabibi olarak tayin edilir. O zamanlar hükümet tabibleri aynı zamanda Kızılay cemiyetinin de başkanıdırlar. Münir Bey, cemiyet binasına gider, uzun zamandan beri cemiyete ne bir para gelmekte, ne de en ufak bir faaliyeti görülmektedir. Münir Bey, Eleşkirtlilere sorar, “İçinizden geçim sıkıntısı olan, zor şartlar altında yaşayan kimse var mıdır?”. “Efendim”, derler, “çok şükür, geçinip gidiyoruz. Yalnız İstiklal Harbi gazilerinden bir Hüsnü Aga var ki, zor durumda. Eskiden kızı evlere hizmete gidip babasına bakıyordu. Şimdi o da hastalandı, gidemiyor. Zor şartlar altında yaşıyorlar”. Münir Bey, fırına gider, fırıncıya der ki “Her gün, Hüsnü Aganın evine iki ekmek götürün. Ama Kızılay cemiyeti gönderdi deyin. Aman kırılmasın, incinmesin”. Sonra arada sırada kendisi de Hüsnü Agayı ziyarete gider, hatırını sorar, sohbet ederler. Hüsnü Aganın ancak namaz kılacak kadar dini bilgisi vardır. Fakat fevkalade zarif, efendi, inançlarını yaşayan güzel bir insandır. Bir gece onu rüyasında görür. “Doktor Bey”, der, “bana üzüm getirir misin?”. Münir Bey uyanır bakar, lapa lapa kar yağıyor. O tarihlerde böyle kar altında üzüm bulunmasına imkan yok. Fakat Hüsnü Aganın hatırı için kalkar pazara gider. Bir de ne görsün: Pazarın kapısının önünde bir satıcı, üzüm, üzüm diye bağırıyor. Merak eder sorar, bu havada bu iş nasıl oluyor diye. Üzümcü, “Efendim” der, “kızımı evlendireceğim, çeyiz alacak param yok. Bu üzümleri samanların içinde sakladım. Satabilirsem parasıyla biraz kızıma çeyiz yapacağım”. Münir Bey üzümü alır, doğru Hüsnü Agaya gider. Kapıdan içeri girerken Hüsnü Aganın son anlarını yaşadığını hisseder. Hemen üzümleri yıkar, götürür, birer birer Hüsnü Aganın ağzına koymaya başlar. Biraz yedirir. Sonra Hüsnü Aga o halinden umulmayan bir çeviklikle kalkar, kapıya doğru gider, eğilir, Ya Resulallah, niye zahmet ettiniz” der. Ve son nefesini verir. Günlerce evin içi mis gibi gül kokar. Allah gani gani rahmet eylesin. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun.
Efendim, bahsettiğiniz hikaye budur. Nur içinde yatsın, aziz hocam, operatör doktor Münir Derman Hazretleri bir sohbetinde anlatmıştı. Ne zaman hatırlasam gözlerim dolar.
Muhterem efendim, yeni maillerinizi bekler, selam, sevgi ve saygılarımı sunarım.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla...