Sayın Hatice Hakeri,
11.3.2007 tarihli mailinizi aldım.
Efendim, ne olur, ne olur siz herşeyi bırakın, yazı yazın. Gerçi Orhan Pamuk gibi Türk Milletine hakaret ve iftira etmediğiniz için Nobel alamazsınız ama nice insanın gönlünde bahar çiçekleri açtırırsınız. Mailinizi okurken yanım, yörem hep pembeli beyazlı bahar çiçekleriyle doldu. Odam mis gibi kokmaya başladı. Yarabbi ne kadar canlı, diri, tertemiz bir üslup. Demek ki temiz gönüllerden temiz üsluplar çıkıyor. Allah sizden razı olsun. Hele sokaktaki hayvanlara evden getirdiği poşetinden ekmekleri çıkararak sofra kuran o mübarek hanımefendi beni o kadar duygulandırdı ki, gözyaşlarımı tutamadım. Allah ondan razı olsun. O ne güzel bir insan. Rahmetli babaannemi hatırladım. Egoist, bencil, nefsaniyetle dolu insanları anlatırken “Yavrum, o alma ağacının altında doğmuş” derdi. Ama o asil hanımefendi gibi, sizin gibi Allah’ın seçkin, güzide kulları “verme ağacının” altında doğuyorlar. Yüce Resulümüzün Hadis-i Şerifini hatırlamamak mümkün mü? “Veren el, alan elden üstündür”. Ne güzel birşey, vermek olayı. Yerine göre maddeten, yerine göre manen verebilmek. Bana dünyanın en zengin insanı kim diye sorsalar derim ki “Bir insan düşünün. Bütün varlığı yarım ekmekten ibaret. Karnı acıkıyor, yemek için oturuyor. O sırada kapı çalıyor. Bir kimse “Efendim, günlerdir açım, yardım istiyorum” diyor. Ev sahibi de gidiyor sofradaki yarım ekmeğini alıyor, eliyle ikiye ayırıyor, buyur kardeşim diyor, benim bütün varlığım bundan ibaret ama sanırım çeyrek ekmek seni de doyurur beni de doyurur. Afiyetle ye”. İşte benim için o an dünyanın en zengini o kimse... Verebilmek ne güzel birşey. İnsanoğlu verdikçe güzelleşiyor. Hayatı, bir değer, bir anlam kazanıyor. Yarabbi, bizleri de cümle alemi de veren kullarından eyle. İnsanoğlu ne kadar verirse o kadar zenginleşiyor, yücelik kazanıyor.
Mobil konusundaki yazdıklarınız da beni duygulandırdı. Biz de hepimiz de öyle değil miyiz? En ufak şeyler bizleri sarsıyor, artı veya eksi yönde etkiliyor. Fikret, bir şiirinde
“Bir örümcek götürür Hakka beni”
diyordu. Yunus,
“Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır”
diyordu. Ve ilave ediyordu
“Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi”.
Allah bizleri de görebilen, idrak edebilen, hissedebilen, anlayabilen kullarından eylesin. Görmek ne muhteşem bir olay. Ne ürpertici bir durum. Ama çok yönlü görebilmek, o görüşü “idrak mertebesi” ne çıkarabilmek... O zaman hayat yepyeni boyutlar kazanıyor. O zaman insan bir cennette yaşadığının farkına varıyor. Önemli olan farkındalığımızı her gün biraz daha üst boyutlara taşıyabilmek. “Görenedir görene, köre nedir, köre ne?” sözü ne kadar anlamlıdır. Ben, sevme olayının görme olayından sonra başlıyacağına inanıyorum. Göremediklerimizi, idrak edemediklerimizi, farkında olmadıklarımızı aynı zamanda sevemiyoruz da. Sevemedikçe de yaşayamıyoruz ki. Yaşamak ancak sevgiyle olduğu zaman bir anlam kazanıyor. Sevgisiz geçen bir hayat amiyane tabiriyle sürünmekten başka nedir? Fuzuli,
“Aşk imiş, her ne var alemde
İlim, bir kıyl-ü kâl imiş ancak”
diyordu. Allah, bizleri de seven, sevilen kullarından eylesin. Ve biz de Yunus gibi
“Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz”
diyelim. Sitemize güzellik ve ihtişam kazandıran çok kıymetli maillerinizi bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Aşk imiş her ne var alemde, İlim, bir kıyl-ü kâl imiş ancak Yazan Hatice Hakeri
Cvp: Aşk imiş her ne var alemde, İlim, bir kıyl-ü kâl imiş ancak Yazan Sabri Tandoğan