Yıllarca önceydi. İstanbul’da Göztepe’de Sahrayı Cedid’de bir Hayri Öğüt babamız vardı. Dünya güzeli bir insandı. Bir insan bakışı ancak bu kadar güzel, temiz, nezih ve etkileyici olabilirdi. Kış günü bile insanın içini ısıtırdı. Birden dünyamız değişirdi. Çevremiz inanılmaz güzellikte renklerle, ışıklarla, güllerle dolardı. Biz de o zaman Faruk Nafiz gibi,
Gülmezse yüzün, bahçelerin kalbi kan ağlar
Güllerle dolar, seni görse gülerken dağlar”
derdik.
Nice yıllar geçti aradan; ama hâlâ o bakışlar, yalnızlığımda, garipliğimde, kimsesizliğimde ışıklar serpiyor gönlüme, elimden tutuyor, bana dost, bana arkadaş, bana yâr oluyor. İşte Paşa Dede, edep, zerâfet, incelik, kibarlık kavramlarına, yepyeni mânâlar katan dünya güzeli bir insan. Onun yanında zaman dururdu. Onun yanında sonsuzluğu teneffüs ederdim. Onun yanında gökyüzü daha mavi, ağaçlar daha yeşildi. Tepeden tırnağa bir sevgi bütün benliğimi kaplardı. İşte Ömer Efendi Hoca, gülüşü, sabahın ilk ışıkları gibiydi. İnsana huzur veren, güzellik veren. Abdest alırken ona bakmaya doyamazdım. O başlı başına bir estetik olayıydı, seyrine doyum olmazdı. Ona bakarken kalbinizin en derin köşesinde, bir titreşim olurdu, ürperirdiniz. Giydiği içliğinin kıvrılışındaki, abdest alışındaki güzelliği, inceliği ve zarâfeti hiç ama hiç unutmuyorum. Sanki o an yaşayan, maddi varlığı olan, beden sahibi bir insan değildi. Beyaz bulutların arasından süzülüp gelen bir melekti sanki. Allah nasip etti, gönül âleminin niceleriyle görüşmek nasip oldu. Ellerinden öpmek, sohbetlerinde bulunmak, o inanılmaz güzellikteki mânevi havayı solumak nasip olduğu için, Yüce Rabbime her an şükrediyorum. Necip Fazıl’ın tabiriyle; “Ölçüden, ahenkten daha güzel olanlar, mânâ yolunun büyükleri, bastıkları yerde ebedi hasat olanlar” daha ilk görüşmenizde gönlünüzdeki bütün negatifleri yuyup yıkayanlar, hayatın özü, varoluşun en güzel çiçekleri değil miydiler? Hayat onlarla güzeldi. Yaşamak onlarla anlamlıydı. İnsanı, “içinde kendisi olmayan bir âleme götürüyorlardı”, hepsinin ayrı ayrı özellikleri olmasına karşın ortak özellikleri edepti, incelikti, saygı, sevgi, hoşgörü, tevâzu, sabır, kanaat ve şükürdü. Onlar dikeni olmayan gül gibiydiler. Onlar yeryüzünün en güzel yıldızlarıydılar. Geceler onlarla aydınlanıyor, gündüzler onlarla ışıyordu. O güzeller güzeli insanların hiçbiri ne Oxford’ta, ne Cambridge, ne de Sorbonne’da okumuşlardı. Onlar; edep, haya, incelik ve irfan okulundan mezun olmuşlardı. Onlar, “sevmek en güzel huyum” diyenlerdi. Bana göre gerçek kültür, o irfana, o inceliğe, o edep, hayâ ve zerâfete ulaşabilmekti.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Allah Ondan ve Hakka Göçen Ailesinden Razı Olsun.