Sevgili Sabri babacığım umarım sağlığınız çok daha iyidir. İzninizle bugün okuduğum bir derviş hikayesini paylaşmak istiyorum saygılarımla.
Vaktiyle bir derviş nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulunce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vaz geçecektir. Fakat iş yamalı hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden de arınması gerekmektedir.
Saç, sakal, bıyık, kaş ne varsa hepsinden. Derviş usulune uygun hareket eder, soluğu berberde alır. "Vur usturayı berber efendi" der. Fakat iş gereklidir.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendisini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam sol tarafa usturayı vuracakken; yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak; "Kalk bakalım kabak, kalk ta tıraşımızı olalım" diye kükrer. Dervişlik bu sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş, ses çıkarmaz, usulen kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder "Kabak aşağı, kabak yukarı". Nihayet tıraş biter kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar gayri ihtiyari sorar:
"Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?" Derviş mahzun düşünceli cevap verir: "Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı".
Hikaye böyle. Ama hayat da böyle...
Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen kabadayıların kabağın bir sahibi olduğunu, bu sahibin de affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayanlar koltuklarına, makamlarına, rantlarına yapışanlar anlayacaklardır.
Dr. Selahattin Aktaş