.
Değerli Büyüğüm,
Bu yazıyı size çok yazmak, fikirlerinizi almak ıstıyorum uzun zamandır. Ama hep kendi ailemden sitede bahsedıyormus tedırgınlıgıyle yazamadım. Ailece basımıza gelen bır olayla ılgılı.
Her zaman yazılarımda, rahmetlı agabeyım Ahmet Menteş'in ya bır sozunden ya da bır sıırınden alıntı yapıyorum. Maksadım sıte mensuplarına onu tanıtmak degıl,anne-babamdan sonra agabeyımden aldıgım terbıye,dunya gorusu,Allah sevgısı yazılarımın cogunda ondan alıntı yapmama neden oluyor.
Daha once de belıttıgım gıbı agabeyım arkeolog,1980 lı yıllarda Istanbul Kultur Mudurlugu, Eskı Eserler genel müdür yrd., 1990-1997 yılları arasında da Topkapı sarayı muze md.lugu gorevınde bulundu.Mayıs 1996 yılında Samanyolu Tv ve zaman gazetesının, zamanın kultur bakanı Agah Oktay Guner tarafından "Topkapı sarayında soygun" dıyerek, agabeyım gorevde bırakılarak 7 yardımcısı gorevden alındı, tomsonlarla muze sarılarak sorusturma baslatıldı. 80bın eser tek tek aylarca sayıldı. Sonra aynı bakan tarafından bır basın acıklamasıyla yardımcılar da gorevlerıne ıade edıldıler. Uykusuz gunler, geceler.
Ama bu uzuntulerın sonunda,canım agabeyım karacıger kanserı oldu. 7-8 ay ıcınde Hak'ka goctu (sadece dunya malı olarak 50 yasında yenı aldıgı, kullanamadıgı şahin bır araba, cocugu olmadıgı ıcın o da kızım Burcu'ya kaldı) Ama bızlere onun kardesı olmak serefı kaldı onurla tasıyacagımız. Arkasından Cumhurıyet,Mıllıyet gazetesınden, kultur ve sanat dergılerınden tutun bır suru ovgu dolu yazılar yazıldı. Hele bır tanesı var kı benı en cok etkıleyen Dr.Hıdayet Nuhoglu'nun Akra FM .de 16 agustos 1997 (agabeyım 9 agustos 'da vefat etmıstı.) her hafta bır kıtaptan bahsettıgı sohbetlerıne, o hafta okunması gereken bır kıtap olarak agabeyımın sahsıyetınden,yaptıkları hızmetlerden bahısle degerlı hattat Mustafa Uğur Derman beyefendı'nın agabeyım ıcın kulandıgı Ahmed_i Rabı,yahut Topkapı'nın dorduncu Ahmed'ı sozlerıyle bıtırdıgı sohbetıydı.
Efendım, bu satırlarla agabeyımı tanıttıktan sonra, kızım Burcu tıp fakültesinde okurken ogrencı degısım programıyla Avrupa ulkelerınden bırınde hastanede staj yapma ımkanına kavustu.
Kızım oncelıkle Macarıstan'ı tercıh ettı. Dayısı Kanunı Sultan Suleyman'ın bustunun Macarıstan'a dıkılmesı esnasında orada görevliydi.Yegenıne ecdadlarımızdan kalan Osmanlı yadıgarlarını oyle bır anlatmıstı kı. Kızımıza Pecs sehrınde kadın-dogum stajı cıktı.
Fakat Turkıye'nın dıger ıllerınden aynı staja katılacak arkadasları ıle gıdıslerı uymayınca bızı aılece telas aldı. Beraber gıdelım bır hafta da bız kalır, donerız teklıfımız kızım tarafından (ben buyudum,arkadaslarım anlarsa ne derler kuskusuyla ıstenmedı) Neyse bız de onu ıkna ettık bırlıkte Macarıs'tana gıttık. Anı bır gıdıs oldugu ıcın nerede kalacagız endısesıyle esım atese(askerı)arkadasını aradı O da bıze tarıhı Buda kalesı ıcınde bır pansıyon ayarladı bır haftalıgına.Ama pansıyon normal bır apartman daıresı,dısında pansıyon olduguna daır bır ıbare olmayan,bır oda-salon ama nasıl ıslevsel, bır duvarı boydan boya kıtap dolu bır kucuk ev. Ev sahıbı hanım alt kattakı komsusunda kalıyor.hergun gelıp cıceklerını suluyor.Kızım, raftakı kıtaplardan bırını aldı. Berkeley Üniversitesi'nin Dogu Avrupa'yı anlatan Ingılızce bır rehber kıtabı. Icınde sayfa aralarında kurdan cıktı bırkac tane. İrkıldık, olamaz dedık. Rahmetlı agabeyım sıgarayı bırakmıstı, onun yerıne ceplerınde kurdan tasıyordu sıgara yerıne. Zaman zaman da kıtap arasına ayrac olarak kullanıyordu.Olabılır mıydı? Agabeyımın Macarıstan'a gıdısınden 7 yıl sonra, bız gıtmıstık Macarıstan'a.Aynı yerde o da kalmıs olabılır mıy dı?Esım ,sen cok uzgunsun ,sorma dedı.Benım Ingılızcem, kızım -esım kadar olmadıgı halde ev sahıbesıne bu olayı anlattım.O da bana cevaben, "Fantastık, Lıke dream": Olamaz, dedı. Ve kalın bır kart dosyası cıkarttı. Agabeyımın kartvızıtını, hedıye ettıgı Istanbul kartlarını gosterdı ve dıger kalan Turk burokratlarının karvızıtlerıyle beraber. Urperdık. O evden yıllar sonra Agabeyımın kurdanlarını aldık, Ankara'ya donduk. Bu olay tesaduf muydu efendım? Neydi? Sız, hayatta hicbir seyin tesaduf olmadıgını, hayatın bizim anlayamacagımız inceliklerle dolu oldugunu ve olaylar zincirinin Yaradan tarafından duzenlendigini her zaman bizlere anlattıgınız üzere bu olayı nasıl yorumlarsınız efendim?
En derin saygılarımla.
Ayla Belen
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nincevaben yazdıkları :
Sayın Ayla Belen,
Efendim, mailinizin başında isminizi görünce ne kadar sevindim bilemezsiniz. Sizin gibi çok değerli, pırlanta bir insanın sitemiz sakinleri arasında yer alması beni ne kadar mutlu etti anlatamam. Allah bir gününüzü bin etsin. İnşallah daha nice maillerinizle sitemiz zenginleşir, güzelleşir, ihtişam kazanır.
Efendim, anlattığınız durum benim için o kadar tabii ki. Sizin gibi bir güzide insanın buna hayret etmesi, tereddüte düşmesi bile beni şaşırttı. Neden olmasın efendim, Macaristan öyle uzak bir yer mi ki? Başkentin “Buda” kısmında kalması o kadar doğal ki. Vaktiyle ben de gittim, oraları gördüm. Bir arkadaşım Ankara’dayken tenbih etmişti, aman demişti: “Gül Baba türbesini gez. O mübarek mekanı ziyaret et”. Otelimizden çıktık, güzel bir yaz günüydü. Yol bilmiyoruz, iz bilmiyoruz. Ama bu kaçıncı, en ufak tereddüdümüz yoktu. Rahmetli eşim Rana Hanım da ben de şeksiz şüphesiz inanıyorduk ki Allah karşımıza mübarek bir insanı çıkaracak ve o bize yol gösterecekti. Bugüne kadar hep böyle olmuştu. Otelden çıktıktan kısa bir süre sonra her halinden hanımefendi olduğu belli olan bir kimse ile karşılaştık. Kendisine meramımızı anlattık. “Efendim, dedi, burada trene binmek biraz zor, benim vaktim müsait, eğer müsaade ederseniz sizi ben götüreyim, ben de sevap kazanayım”. Allah ondan razı olsun, bizi aldı, bineceğimiz trene götürdü, sonra bahçesi inanılmaz güzellikte güllerle dolu olan türbeye getirdi. Şimdi, gelelim sizin olayınıza. Benim için bu küçücük dünyada anlattıklarınız o kadar tabii geliyor ki bana, neden olmasın? Her gün ne mucizeler, ne kerametler karşısında kalıyoruz, bunun lafı mı olur? O pansiyoncu hanım, aldığı materyalist terbiyenin tesiriyle kestirip atmış, olamaz demiş. Benim çocukluğumda kapımızın önünden bir satıcı geçerdi. Her gün değişik bir sebze veya meyve getirir, onu satardı. Birisi fiatını sorup da itiraz edip, yeni bir fiat söylediğinde satıcı hemen cevap verirdi, ve bu cevabı hiç değişmezdi: “Olur olur baba”. Bu onun aynı zamanda mahallede ismi olmuştu. Ve biz bütün mahalleli onun bu sözünü benimsemiş, kullanır olmuştuk. Hepimiz yeni bir durum karşısında kaldığımız zaman tatlı, yumuşak bir sesle o satıcı gibi cevap verirdik: “Olur olur baba” derdik. Sevgili Ayla Hanım, şimdi müsaade buyurursanız ben de size çocukluğumdaki gibi cevap vereyim: “Olur olur baba”. Şu anda o kadar mutluyum ki kanatlanıp uçabilirim. Çünkü bu söz beni çocukluk günlerime, sevgili anneme, sevgili babaanneme götürüyor. Allah sizden razı olsun. Vesile oldunuz. Çok teşekkür ederim.
1950’li yıllardı. Fakültede okuyordum. O günlerde bir şiir kitabı dilden dile dolaşıyordu. Bütün edebiyatseverler birbirlerine tavsiye ediyorlardı. Şair Özdemir Asaf’ın “Dünya Kaçtı Gözüme” isimli şiir kitabı. Bugün gibi hatırlıyorum, ince uzun bir kitaptı. Zaten Özdemir Asaf, bütün kitaplarını o boyutta çıkarıyordu. “Dünya Kaçtı Gözüme” nin arkasından “Sen, Sen, Sen” gelmişti. O zamanlar şimdiki gibi insanlığın taş kesildiği, dostluğun, arkadaşlığın, akrabalığın unutulduğu, yalnız paranın ve seksin ilah haline getirildiği günler gibi değildi. Bazan düşünürüm, yüreğim her an sevgi için çarparken, insan sevgisini bir ibadet haline getirmişken hiçbir akrabam beni aramaz, sormaz. Ne hikmettir anlayamam. Ben, bazan bir sinekten bile sıcaklık, dostluk, yakınlık beklerken aynı apartmanda oturduğumuz kimseler bile nezaketen dahi olsa beni arayıp, sormazlar. Arkadaş, yiyecek ekmeğin var mı, içecek çorban var mı demezler. O zamanlar şiir denen, edebiyat denen birşey vardı. Sohbetlerde, misafirliklerde insanlar birbirlerini yeni çıkan şiir kitaplarını tanıtırlardı. Şiirler okunurdu. Yeni çıkan sanat eserlerinden bahsedilirdi. Büyük sanatçıların eserleri ve yaşantıları dile getirilirdi. O zamanlar insanlar şimdikiler gibi soğuk ve küflü balkon demirleri gibi değildi. Onun için gerçekten ben de Özdemir Asaf’a katılıyorum. Dünya o kadar küçük, o kadar küçük ki. Yazın İstanbul’da oturuyordum. Telefon çaldı. Sitemizin çok değerli mensubu Özden Çiçek Hanımefendi, Dubai’den gelmiş görüşmek istiyordu. 23 Aralık 2006 tarihinde verdiğim konferansa “yalnız o bir saatlik konferansı dinlemek için ta Belçika’dan Nuray Hanımefendi gelmişti. Konferansı dinledi, uçağına bindi Belçika’ya gitti. Bazı dost bildiklerimiz, uğurlarında malımızı, canımızı vermekten çekinmediğimiz dostlar! onbeş dakikalık mesafeden gelmemişlerdi. Onun için anlattığınız durum beni hiç şaşırtmadı. Bir insanın nar gibi kızarmış, sımsıcak bir akşam simidi alıp, mis gibi bir bardak çayla yemesi kadar doğal geldi bana. Her an herşey olabilir. “Bakarsınız Fenerbahçe bile şampiyon olabilir”. Bu nedenle, darılmayın, gücenmeyin bu olayı ben o kadar doğal görüyorum ki. Yalnız, tatlı bir hatıra olarak o kürdanları saklayın, mübarek bir zatın rahmetle anılmasına vesile olur.
Efendim, yeni maillerinizi özlemle bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla...