.
Değerli Sabri Bey Amca,
Öncelikle hürmetle ellerinizden öper, saygı ve sevgilerimi sunarım. Biliyorsunuz 2 ay önce işe basladım.Gece 11.00de evde oluyorum. Çalışma saatlerinin uzun olmasına rağmen işimden cok memnunum. İş dönüşlerimde eve vardığımda annemi genellikle b.sayar başında oturmuş, size mail yazarken buluyorum. Bana hep "Gülşah gel bak oku, yazımı beğenecek misin?" diyor. Ben de okuyorum. Sonra sizin cevabınız geldiğinde annem büyük bir heyecanla sizin ona verdiğiniz cevabı okuyor defalarca... Bu sefer bende bu heyecana ortak olmak istedim.. Şu anda iş yerindeyim. Bir restaurantın çocuk departmanında çocuklarla ilgileniyorum. Görseniz beni o kadar cok seviyorlar ki.. 2 günde 1 sırf beni görmek için gelen aileler, Bana cicek getiren cocuklar oluyor. Hepsini tanıyorum artık.. Aileler gitmek için cocuklarını almaya geldiğinde odada kıyamet kopuyor, cocuklar gitmek istemiyorlar.. Garsonlar bile bazen onları kandırmak için yardımıma geliyor, ışıkları kapatıyoruz burası kapanıyor hadi bakalım diyoruz hatta ben bile paltomu giyip cıkıyorum kapıya kadar.. Cocuklar kadar anne-babalarıda cok seviyor beni.. E durum böyle olunca insan işinden sıkılır mı hiç di mi? Onlardan gördüğüm ilgi, alaka, sevgi, saygı cok yorulsam bile beni işime daha cok bağlıyor. Daha bir zevkle calışıyorum. Allah bozmaz inşallah.. Şu anda hiç çocuk yok ben de aldım kağıdı kalemi size yazıyorum...
Tüm bunlar iyi, hoş ama beni huzursuz eden bir konu var. Bu yıl 3.kez ÖSS'ye gireceğim ama ben bir türlü kendime bi calışma ortamı yaratamadım. Aslında söyle düşünüyordum Öss'ye 2 ay kala işten ayrılırım özel ders alarak yoğun bir tempoyla calışırım. Ama işten cıkmakta istemiyorum.Hem işi hem de calışmayı nasıl birarada yürütürüm acaba yapabilir miyim? Aslında benim asıl sorunum şu, sınavı kazanmak istiyorum bunun için ders calışmak da istiyorum ama bitürlü olmuyor calışamıyorum. Hep bi engel buluyorum sanki. Bahane desek daha doğru... Gecen yıl cok iyi bir puan aldım ama bölümüme yetmedi. Başka bölümlere yetiyordu ama meslek lisesi çıkışlı olduğum için tercih edemedim. Annemi dinleyip acıköğretim yazsaydım kazanmıştım ama o anki aklımla yazmadım. Bu yıl açık öğretime bile razıyım cocuk gelişimi ve eğitimi bölümü. Ama acıköğretim için bile calışmam lazım bölümümün puanı yüksek. Sizin bu konudaki önerileriniz ne olabilir? İçimde beni tutan, calışmamı istemeyen küçük bi şeytan var gibi... Ve ben bundan kurtulmak istiyorum. Umarım sizin önerileriniz bana ışık tutar. Şimdiden cok teşekkürler.. Saygı ve sevgilerimi sunarım.. Hoşçakalın mutlu kalın... GÜLŞAH MUNGAN
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Gülşah Mungan,
Kıymetli yavrum, gönderdiğin mail beni o kadar heyecanlandırdı ki gözyaşlarıma engel olamadım. Bu iki aylık süre içinde kendini bu kadar sevdirmen, kabul ettirmen her türlü tebrikin, takdirin çok üstünde. Hayatta taklit edilemeyen bazı hususlar vardır. Bunlardan biri de sevgidir. Sen, restoranda yemek yemek için gelen ailelerin çocuklarını bütün varlığınla kalbinin en temiz duygularıyla sevgi göstermesen bu kadar çok sevilir, beğenilir, el üstünde tutulur muydun? Dönüş zamanı çocuklarını almak için geldiklerinde niye çocuklar senden ayrılmak istemiyorlar ve niye gitmemekte direniyorlar? Kıymetli yavrum, bunun bir tek sebebi var. Sen onlara ağırlığınca sevgi veriyorsun. Sen onlara kimseden göremeyecekleri kadar ilgi gösteriyorsun. Mesele burada kızım. Sevgiden sevgi doğuyor.
Geçen yıl İstanbul’dan bir hanımefendi telefon etmişti. “Sabri Bey dedi siz bu kadar çok seviliyorsunuz? Bunun sırrı nedir? Sizi gören, tanıyan insanlar sizden ayrılamıyorlar. Bütün varlıklarıyla size bağlanıyorlar. Bunun sırrı nedir, lütfen açıklar mısınız?” “Efendim, diye cevap verdim, bunun sırrı filan yok. Bir kere beni herkes sevmiyor. Sevmeyenler de oluyor. Hatta nefret edenler de oluyor. Beni bir markette gördükleri zaman nefretle başlarını çevirip gidenler de oluyor, en temiz duygularla yapılan bir tebrik telefonunun arkasından yapılan ağız dolusu küfür ve hakaret edenler de oluyor”. Sevgili yavrum, tasavvufta bir kural vardır: Manevi büyüklerimiz “Her Musa’nın bir firavunu vardır” derlerdi. Bugüne kadar insanlık tarihinde istisnasız herkes tarafından sevilen bir tek kişi olmadı. Biz, kim oluyoruz ki. Ama bütün mesele şurada. Benim içimden çocukluğumdan beri bir yanardağ gibi bir sevgi fışkırıyor. İnsanları seviyorum. Beni sevmeyenleri de seviyorum. Beni markette görünce başını çevirip uzaklaşanları da seviyorum. Tebrik telefonu açtığım için bana hakaret edenleri de seviyorum. Bana göre onlar herkesten daha fazla sevgiye, şefkate susamış insanlar. Ama o zavallı insanlar yanlış algılalamalarının, değerlendirmelerinin kurbanı. Öylesine nefisleri elinde çırpınıyorlar ki susadıkça tuz yalayan insanlar gibiler. Bizim görevimiz bu kardeşlerimize su götürmek. Sabırla, edeple, huşu ile onlar için gece gündüz hayır dua etmek. Onların dünya ve ahiret saadetleri için, çocuklarının mürüvvetini görmeleri için niyazda bulunmak. Kıymetli yavrum, bizim görevimiz sevmek, daha çok sevmek, daha çok sevmek. Kuş uçar gibi sevmek, gök gürler gibi sevmek, ta göklere kadar hem, hem Allah’a kadar sevmek. Bütün kalbimle eminim, birgün bu sevgiler onların kaline de gidecek, ilahi gerçeği görecekler. Hayatın kanunu bu. Şair Gülten Akın ne güzel söylüyor:
“Bekleyin, bekleyin, durmaksızın bekleyin
Bir gün unutulmuş bir aynada
Bütün sevgiler size dönecek”.
Kıymetli yavrum, iki ayda eriştiğin bu olağanüstü başarının bir ömür boyu devam etmesini niyaz ediyorum. Hayat sevdikçe güzel. İnsan kalbindeki sevgileri kadar büyüyor, yüceliyor, içindeki kırgınlklar, küskünlükler, dargınlıklar kadar kinleri, nefreleri, düşmanca hisleri kadar küçülüyor, basitleşiyor. Aman yavrum, çok ama çok dikkatli olalım. İçimize şartlar ne olursa olsun negatif duyguların girip yerleşmesine müsaade etmeyelim. Allah’a giden yol sevgi kapısından geçer. Cehenneme varan yol, kin ve nefret kapısıyla başlar. Aman dikkatli olalım. İnsanlardan göreceğimiz anlayışsızlık, sevgisizlik, kötü muammele ne olursa olsun “Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyerek son nefesimize kadar yeryüzündeki bütün insanlara, bütün hayvanlara, bütün bitkilere, bütün eşya ve cemadata sevgimizi her an artan bir tempoyla hiç karşılıksız dağıtalım. Verdikçe çoğalan tek şey sevgidir, unutmayalım .
Gelelim sınava hazırlanma hususuna. Önemli bir konu. Yavrum, bu da bana göre bir aşk işi. Pekala insan çalışarak da sınavlarda başarılı olabilir. İlle işten ayrılmaya gerek yok. Biliyorsun dünyanın en büyük lügatı Larousse. İkinci büyük lügatı Littre. Littre onu yazan şahsın ismi. Littre, işi başından aşkın bir insan.kalabalık bir aileeye sahip. Onlara bakabilmek için gecesini gündüzüne katıyor. Ölesiye çalışıyor. Uykusundan fedakarlık ederek, daha doğrusu çalarak kazandığı iki saatle bu muhteşem sözlüğü hazırlıyor. Evet günde yalnız iki saat. Ve tarihe geçen insanlık adına, insanlık kültürü adına gurur verici bir eser.
Sevgili kızım, sen de saatlerini değil, dakikalarını değil, saniyelerini değerlendirerek her zaman, her yerde, sınava hazırlanabilirsin. Dediğim gibi bu bir aşk işi. Ay bugün canım istemiyor, ay şimdi sıkıntılıyım, havasına girince insan hayatta hiçbir baltaya sap olamaz. Eşek gelir, eşek gider. Bizim, ilkokul birinci sınıf okuma kitabında bir şiir vardı. Şöyle bitiyordu:
“Yüksel ki yerin bu yer değildir.
Dünyaya gelmek hüner değildir”
Aman yavrum, dikkatli olalım. Hayatın her anını değerlendirmeye çalışalım. Aleksi Carel’in dediği gibi hayat carcar radyo dinlemek değildir. Televizyondaki manyakça dizileri seyretmek değildir. Gazetelerdeki bir takım dağınık saçlı, sidikli, sümüklü kız çocuklarının cinsel bunalımlarla yazdıkları iğrenç saçmalıkları okumak değidir. Hayat güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel, muhteşem br olaydır. Hayat gece gökteki yıldılar kadar muhteşem. Bahar çiekleri kadar hoş, güzel ve latiftir. Aman dikkatli olalım, şahsiyet olamadıkları için, nefislerinin köleliğinden kurtulamadıkları için, beşeri kültüre ulaşamadıkları için ömrünü burjuva aile kavgalarıyla geçiren zavallı insanlara aldırış etmeyelim. Bırakalım onlar it gibi dalaşsınlar, bize ne? Yarın herkes ilahi mahkemede kendi hesabını kendi verecek. Kimsenin sorumluluğu kimseden sorulmayacak. Aman yavrum, çok dikkatli olalım. Yaşamak, varoluş çok kutsal, ürpertici bir olay. Her anın hakkını verelim. Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde
“Ve bir an yaşıyorum, bütün bir ömre bedel”
diyor. Biz de hayatımızı o kadar güzel yaşayalım ki her anıyla ebediyete ulaşan eşsiz bir senfoni olsun. Hayatımız gelecek nesiller için emsal olsun, örnek olsun. Biz öldükten sonra arkamızdan
“Helal olsun, bir hayat ancak böyle muhteşem bir şekilde yaşanır, o dünyaya insan olarak geldi, hazret-i insan olarak Rabbine döndü” dedirtebilelim.
Sevgili yavrum, senin böyle muhteşem bir hayat yaşayacağına bütün kalbimle inanıyorum. O hayatı şimdiden hayranlıkla kutluyorum.
Selam, sevgi ve saygı ile...
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla...