Eskiler hayatı o kadar nurani, o kadar temiz ve o kadar edep içinde yaşarlarmış ki;
Eskiden yollarda sadaka taşları varmış, ihtiyacı olan sadaka taşının üzerindeki keseden , yabancı elçilerin de şaşkın bakışlarıyla sadece ihtiyacı kadarını alırmış. Aynı şey yolların üzerinde vakıflar tarafından kurulan konaklarda da uygulanır, yolcu eğer ihtiyacı varsa yatağının başucundaki keseden alabilirmiş. Binitine ücretsiz bakılır, ücretsiz üç gün yemek verilirmiş.
Eskiden "Kapıyı kapat! " denilmezmiş. Allah kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş. Kapıyı ört, ya da sırla denilirmiş. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edebdenmiş.
"Lambayı söndür" demezlermiş, Allah kimsenin ışığını söndürmesin diye düşünülürmüş. Lambayı dinlerdir derlermiş. Lamba yakılmaz, uyandırılırmış. Uyuyan birisi uyandırılmak için sarsılmaz veya adı ile çağırılmazmış.“Agah ol erenler” derlermiş. Nezaket, incelik, edeb her işin başı imiş de ondan. Ona eren uyanık olurmuş. İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış.
Hanımlar; "Efendi " derlermiş beylerine,"siz" derler,hanımefendiliklerini gösterirlermiş. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırmış. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için, adı Karıncabasmaz Efendiye çıkan insanlar varmış.
Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edepmiş.Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş. “Git bir daha gelme! “ der gibi değil , “Gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsun” der gibi dizilirmiş.
Eskiler "Edep Ya Hu!" derler, Allah’ı görüyor gibi yaşamaya çalışırlarmış. Bizi takip eden her halimizi perdesiz engelsiz gören "Allah var" der gibi o mânâyı hatırlatmak için her yere "Edep Ya Hu!" yazarlarmış. "Allah'ın huzurunda edep" demekmiş bu.
Bu ve benzeri hususlarla ilgili Osmanlı hakkında araştırma yapan Avrupalı yazarların ve tarihçilerin birçok sayısız tespit ve itirafları olmuştur.
“Halkın üstleri başları ne kadar temizdir. Hâl ve tavırlarında ne büyük bir asalet ve yüzlerinin çizgilerinde ne tatlı bir sükunet ve nezaket vardır! Konuştukları dil de, ne tatlı ve ne kadar ahenklidir!”
“Sohbet edenlerin ifadeleri veciz ve telaffuzları da pek temizdir! Tebessümlerinde incelik ve el hareketlerinde ayrı bir zarafet ve sadelik vardır. Ecnebileri en çok hayrette bırakan cihet, birkaçının birden konuşmayıp, yalnız birinin söz söylemesidir. Söylenen sözlerde herhangi bir fenalık, koğuculuk, iftira gibi kötülükler ve edebe mugayir laubali sözler yoktur. Yaşlı ve büyüklere karşı hürmetle onların hakkına riayet, hayal edilemeyecek bir nezaket içindedir.”
Edmondo de Amicis de şöyle der: “Tetkik ve tespitlerime göre İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en nazik ve en kibar topluluğudur. Koca şehrin en ıssız sokaklarında dahi bir yabancı için hiçbir hakaret ve zarara uğrama tehlikesi yoktur. Halk arasında küstahça bir bakış şöyle dursun, fazla kötü bir nazara bile hiçbir zaman tesadüf edilmez. Kahkaha sesleri gayet nadirdir. Kapı, pencere ve dükkanlardan hiçbir kadın sesi aksetmez.”
Corneille Le Bruyn’in seyahatnamesinden:
“Türklerin hayrat ve hasenata çok düşkün olduklarını ve hatta Hıristiyanlardan çok daha fazla hayrat vücuda getirdiklerini inkâra imkan yoktur. Osmanlı mülkünde yok denecek kadar az dilenciye tesadüf edilmesinin başlıca sebeplerinden biri de hayır ve hasenat vakıflarıdır.”
Günümüzde savaşların, terörün, sömürünün, adaletsizliğin,ahlaksızlığın heryeri yangın yerine çevirdiği bir dünyada insanların bunalımlardan, endişelerden,huzursuzluktan,mutsuzluktan tek çıkış ve kurtuluş yolu İslam’ın emrettiği edep tacını yeniden giymek ve her anını Allah'ın huzurunda yaşıyormuş gibi edep içinde yaşamaktır.Bunu göremeyenlere yine eskilerin diliyle selenelim:
Edep bir tâc imiş nûr-ı Hudâ'dan
Giy ol tacı emîn ol her belâdan