Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sabri Baba'mızın dilinden Rana Tandoğan Hanımefendi...
Gönderen : Siteden
Tarih : 2/14/2017 9:10:47 AM


.















SABRİ BABA'MIZIN DİLİNDEN RANA HANIMEFENDİ...


Merhum Savcı Rânâ Tandoğan











Kırk dört yıllık hayat arkadaşım merhum Rânâ Hanım, 14 Şubat sabahı Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Allah gani gani rahmet eylesin. Allah’ın nuru, Peygamber’in şefaati üzerine ol­sun. Kırk dört yıllık evliliğimiz süresince Rânâ Hanım’a sadece sevgi, saygı ve hayranlık duydum. Zaman zaman düşünürdüm. Acaba Rânâ Hanım bir insan mı, yoksa gökten inen bir melek mi? Bir insanın bu kadar asil, bu kadar kibar, bu kadar hanım­efendi olacağı tasavvur bile edilemezdi. Dâima Allah’la beraber yaşadı. Allah aşkının somut bir örneği olarak yaşadı. Kırk dört yıl içinde bana bir kere abdestsiz çorba pişirmedi. Aramızda bir kere bile kavga, gürültü, münâkaşa olmadı. O, sadece bana karşı değil, herkese karşı bir melek gibiydi. Ufacık çocuklara da, yaşlı insanlara da, hep edep, saygı ve güzellik içinde davrandı. Kırk dört yıllık evliliğimiz süresince ağzından bir kere küfür, argo, kaba bir kelime çıkmadı. Hayatın bütün durumlarında aynı kaldı. Sanki edebin, inceliğin, zarâfetin erişilmez bir örneği idi. Bir kere dahi ağzından bir gıybet sözü çıkmadı. Hayatı boyunca kıskançlık duymadı. Bir günün namazını ertesi güne bırakmadı. Danıştay Savcılığından emekli oldu. Gündüz kılamadığı namaz­larını akşam eve geldikten sonra kazâ ederdi. On sekiz yaşında yakalandığı ülser, hayat boyu devam etti. Bir gün dahi orucunu tutmamazlık etmedi. Her zaman aynı şeyi söylerdi. Midesinin en rahat olduğu zamanın Ramazan olduğunu, bu mübârek ayda huzura kavuştuğunu, midesiyle ilgili en ufak bir şikâyeti olma­dığını söylerdi. Yardım etmek, hangi yaşta, statüde olursa ol­sun, insanları memnun etmek, sevindirmek en çok zevk aldığı bir durumdu. Bu yolda hep kafa yorar, acaba kime ne iyiliğim dokunur, kime ne hayır yapabilirim, kimi nasıl memnun ede­bilirim diye sürekli düşünürdü. Çok misafirimiz gelirdi. İkimiz de misafiri çok severdik. Evliliğimiz süresince bir kere bile hazır olarak dışarıdan şunu al, bunu al, demedi. Kısa bir süre içinde birbirinden güzel ikramlar hazırlar, istisnasız bütün misafirleri memnun ederdi. Her şeyi o kadar özenle, o kadar dikkâtle ya­pardı ki, bazen sofraya oturduğumuzda dakikalarca elim sala­taya gidemezdi. Sanki o bir salata değil, sanat eseriydi. Salata malzemelerini o kadar özenle, incelikle, renklerine dikkat ederek bir araya getirirdi ki, bakmaktan estetik bir zevk alırdım, yemeye kıyamazdım.











Yeni evlendiğimiz günlerde idi. Bir öğle tatilinde yemek için eve geldik. O zaman Sıhhiye Cihan Sokak’ta oturuyorduk. Ye­meğimiz yoktu. Tereyağına yumurta kırıp yiyecektik. Ben sofrayı hazırlıyordum. Rânâ yumurtanın başında idi. O kadar dikkâtle, hassasiyetle yumurtanın pişişini tâkip ediyordu ki, dayanama­dım; “Aman Rânâ” dedim. “Nihayet yaptığın bir yağda yumurta. Seni görenler de Nasa Üssü’nden fezaya hava gemisi gönde­riyor sanacaklar.” Rânâ hiç sesini çıkarmadı. O arada ben de sofrayı hazırladım. Sonra pişirdiği yumurtayı ortaya getirdi. Bu­gün gibi hatırlıyorum. “Bak Sabri,” dedi. “Yumurtanın bir pişme kıvamı vardır. Önemli olan o ânı yakalayabilmek. Eğer erken alırsan, yumurta çiğ kalır, sulu olur, tadını alamazsın, geç alır­san köseleye döner, yine tadını alamazsın. Önemli olan o has­sas noktayı hissedip tam zamanında ateşten alabilmek.” Eşime duyduğum saygı ve hayranlık o gün daha da çok artmıştı. Kırk dört senedir onu unutamadım. O, her konuda titizdi, dikkâtliydi, saygılıydı. Bulaşık yıkarken tabakları, bardakları, fincanları bes­meleyle eline alır, besmeleyle yıkar, besmeleyle durulardı. Ve yine besmeleyle kuruması için tele kapatırdı. Bütün evliliğimiz süresince Rânâ’nın bir kere, bir tabak, bir bardak, bir fincan kırdığını görmedim. Yemek yaparken o kadar dikkâtli, o kadar saygılı hareket ederdi ki, siz onu ibadet ediyor sanırdınız. En hafif, en kolay, en basit çorbada bile ortaya inanılmaz bir lezzet çıkardı.











Merhum Rânâ, hayatta her durum karşısında dâima itidal içinde, edeple, saygıyla davranırdı. Onun ne meslek hayatında, ne özel hayatında hiç kimseyle münâkaşa ettiğini, bir dargın­lığın, bir kırgınlığın ortaya çıktığını görmedim. Bazı çevreler ta­rafından yanlış anlaşılsa bile bunu mesele yapmaz, nasıl olsa gerçekler bir gün ortaya çıkar, Allah her şeyin iç yüzünü her­kesten daha iyi bilir, derdi. Evliliğimizin ilk yıllarında idi. Bir gün ona Abdulkadir Geylani Hazretlerinin “Fütuhul Gayb” isimli ese­rini hediye etmiştim. Onu o kadar çok sevdi ki, bir ömür boyu gece gündüz yanından ayırmadı. Rânâ Hanım bir Hadis âşığı idi. Sürekli olarak Peygamber Efendimizin Hadislerini okur, üzerlerinde düşünürdü. Sohbetlerinde sık sık zikrederdi. Hep dini ve mânevi konuların sohbet konusu yapılmasını ister, dedi­kodudan, malayaniden hiç hoşlanmazdı. Konuşma böyle bir mecraya dökülse, derhal rahatsız olduğunu, sıkıldığını belli eder, hemen oradan uzaklaşırdı.











Rânâ’yı resme ve yazıya teşvik ettim. Görenlerin hayranlıkla seyrettiği, çok güzel tablolar yaptı. Yıllarca günlük tuttu. Sonra onları “Günlüğümden” ismiyle bastırdı. Orada duyguları, düşün­celeri, hayat olayları karşısındaki tepkileri ve izlenimleri açıkça yazıldı. Birçok kimse, Rânâ’nın günlüklerini okumaya doyama­dıklarını söylediler. Rânâ aynı zamanda çok güzel dikiş dikerdi. Bir çok elbiselerini kendi dikmişti. Hangi evde oturduysak ince­liği ve zarâfeti ile orayı bir cennet köşesi hâline getirirdi. Her zaman Hak’la beraberdi, Peygamber sevgisiyle yaşadı. İslâm büyüklerine, velilerine sınırsız bir sevgi, saygı duydu. Hayatı boyunca ağzından bir kere negatif bir kelâm çıkmadı. Hep hayır söyledi, hayır konuştu, hayır diledi. Yattığı yer nurla dolsun. Me­kânı cennet olsun. Allah’ın rahmeti, Peygamber’in şefaati üze­rine olsun. Sizlerden ricam, bu mübârek hanımefendinin ruhunu Yasinlerle, Fatihalarla, indireceğiniz hatimlerle şâd edin. Ve içi­nizden bazı kimseler O’nun mübârek adını çocuklarına koyar­larsa beni de mutlu ederler.











Allah’ın selâmı üzerinize olsun.





Hepsinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]