Merhaba Çok Kıymetli Sayın Büyüğüm,
Ve Çok Değerli Gönül Dostları...Sizlerle yeniden beraber olmanın güzellikleri ile hepinize en içten selam ve sevgilerimi sunuyorum...
Efendim, hayatın akışı içinde bize önemli veya önemsiz gibi görünen birçok olaylarla karşılaşıyoruz. Sizin deyiminizle herbirisi aslında görünmez ipliklerle birbirine bağlı olan akıl almayacak ince durumlar bunlar. Hayatta bir insanın yaşadığı her anın aslında daha iyiye, daha güzele gitmek için bir fırsat olduğunu da sizin sohbetlerinizden ve yazılarınızdan öğreniyoruz. İnsanın her zerreden irşad olması, hayatta karşılaştığı her durum, insan ve olaya bir ibret gözüyle bakabilmenin gayreti içinde olması bir aşk işi şüphesiz. Hayatta hiçbirşey boş, anlamsız, gereksiz değil, Büyük Yunus’un dediği gibi hiç kimse uzak değil ve yine kimin olursa olsun bir gönül kırılmış, ise kılınan namaz bile tam bir namaz değil... Bir toz zerresi de, bir kum tanesi de bir yaradılış gayesine binaen kendine düşen görevin farkında ve rolünü en güzel şekilde oynuyor. Bu nedenle bizlere de hayat yolunda büyük, küçük, önemli, önemsiz ayrımı yapmadan her zerreye ibret gözüyle bakabilmek, bunun gayreti içinde olmak kalıyor. Rahmetli doktor Haluk Nurbaki Bey de bir kitabında “Bir insan, attığı her adımda ayağının altında bir orkestra salonu olduğunu düşünmeli” diyor, küçük büyük her zerrenin daimi zikir halinde oluşuna işaret ederek...
Efendim, bir insanın iyinin, güzelin, asil, temiz ve nezih olanın ardından yürüyebilmesi de veya farkında varmadan tam aksi bir yola koyulması da hep bir ilk adımla başlıyor. Minicik bir güzellik duygusu bir hayır deryasına dönüşebileceği gibi küçük ihmaller de büyük pişmanlıkların kapısını aralayabiliyor. Sizin bir yazınızda yer verdiğiniz “Bir mıh bir nal, bir nal bir at, bir at bir ordu, bir ordu bir savaş kaybettirir” deyişinde olduğu gibi. Büyük bir karanlık içinde kalmış bir insan, uzaklarda yakılan bir mum ışığı ile istikametini tayin edebiliyor. Önce değersiz, önemsiz, küçük olarak nitelendirilen bir adım daha sonra sürekli büyüyor, büyüyor, ya yepyeni güzelliklere, ya da olumsuzluklara dönüşüyor.
Sizin kitaplarınızdan birisinde İstanbul’daki “Sanki Yedim Camii” ni, bir hayırseverin canının fazladan çektiği şeyleri yemeyerek biriktirdiği paralarla yaptırdığını ve yine intiharı düşünen bir genç adamın omuzuna koyduğunuz sıcak bir dokunuşla bu düşüncesinden daha sonra vazgeçtiğini anlatmış olduğunuz örneklerinizde olduğu gibi...
Efendim, eski bir hikayede de bazı küçük şeylerin sonuçta ne kadar önemli noktalara varabileceği vurgulanıyor: Adaletiyle ünlü bir hükümdar olan Nuşirevan, bir gün maiyetiyle birlikte ava çıkar. Avlanıp, avlarını pişirdikten sonra farkederler ki yanlarına tuz bulunmuyor. Nuşirevan, hemen askerlerden birisini çağırtır ve en yakında bir köye uzanmasını, ve köylülerden bir tutam tuz almasını ister. Ancak, göndermeden önce de sıkıca tenbih eder, “Evladım, der, tuzu bedeli mukabilinde satın al, sakın ola ücretini ödemeden alma”. Oradakiler şaşırırlar, “Aman efendim derler, bir tutam tuzun Sultan için sözü mü olur? Neden böyle tenbih buyurdunuz?”. Nuşirevan gülümser, “Zulüm der, evvelce bir nokta idi, onu sonradan gelenler azar azar artıra artıra bugünkü haline getirdiler, eğer bugün bir köylünün malını bedeli mukabilinde almazsak, ileride bu ummadığınız çok başka zulümlere dönüşebilir”.
Efendim, bu durumlardan, bir güzelliğin yaşatılmasına, ortaya konulmasına velev ki bir tuğla konarak katkıda bulunulması ile nice güzel eserler ortaya konulabileceği gibi, yerine göre bir haksızlığın küçük bulunuluşu, görmezden gelinişi, veya bana dokunmuyor diye aldırılmayışı ile de çok büyük zulümlerin ortaya çıkabileceği sonucuna varılıyor. Bu da hayat yolunda bizleri atılan her adımda, her nefeste hep iyinin, güzelin, doğrunun, Hakkın ve haklının peşinde ve yanında olmaya götürüyor ve bunu gerekli kılıyor.
Çok Kıymetli Büyüğüm, size ve bütün dostlara küçücük adımlarla başlayıp sonsuz güzelliklere dönüşebilen iyiden, güzelden, hayırlı olandan yana her ne varsa hepsini bir bir diliyor, sonsuz saygı, selam, ve hürmetlerimi sunuyorum...
Müsaadenizle...
Çiğdem
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Çiğdem Hanım,
Kıymetli yavrum, küçüğün büyük içinde aldığı rolü ne güzel belirtmişsin. Mailini okuduktan sonra aklıma Japon dilindeki bazı özellikler geldi. Bu dilde küçük, basit, önemsiz, sıradan hiçbir şey yok. Herşey önemli. Eğer bunun farkına varabilseydik hayatta çok şey değişirdi. Herşey bir ilk adımla başlar. Vaktiyle Vehbi Koç’a bu kadar servete nasıl ulaştığı sorulmuştu. Rahmetli Koç, ilk bir lirayı kazanarak diye cevap vermişti. Dünya maraton şampiyonunun müsabaka başlarken yaptığı da ilk adımı atmaktır. Dünyanın en büyük edebi eserlerini yazmak için önce alfabenin a harfini öğrenmek lazımdır. Bugün kendi alanında bir cihan imparatorluğu kuran Mc Donalds işe önce iki masalı minicik bir dükkanda çalışmakla başlamıştı. Sonra o iki masalı minik restoran, büyüdü, büyüdü, bütün dünyayı kapladı. Ankara Gazi Lisesinde okurken, İngilizce hocamız Agop Dilaçar Bey’di. On yedi dil bilirdi. Atatürk kendisini Bulgaristan’dan getirtmişti. Bir gün kendisine sorduk, “Hocam dedik, bu on yedi dili nasıl öğrendiniz?” Cevap verdi: “İlk dilin birinci kelimesini öğrenmekle işe başladım. Arkası kendiliğinden geldi”. Demek ki hayatta herşey, minik başlangıçlarla oluyor. Onun için Japon dilinde küçük, basit, önemsiz, sıradan, lalettayin, alelade kelimeleri yok. Herşey önemli. Hiçbir şey sıradan değil. Önemli olan görmeyi öğrenmek, görebilmek. Ortaokuldan beri Leonardo De Vinci’nin La Jaconde (Mona Lisa) tablosuna hergün baktım. Yeni bir güzelliği yakalamadığım bir tek gün olmadı. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, Necip Fazıl Kısakürek’in bazı şiirlerini yüzlerce defa okudum. Yunus’un bazı mısralarını binlerce defa tekrarladım. Ama herbirinden ayrı bir haz duydum, lezzet aldım. Önemli olan “an’ın bilinci” içinde olarak gördüğümüz her zerreye yeniden bakabilmek, bir sevgiye her an yeni güzellikler katabilmek. Yunus’un
“Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi”
mısraının sırrına varabilmek. İşte o zaman hayat inanılmaz bir güzellik kazanıyor. Rana ile olan kırkdört yıllık evliliğimde ona hergün yeni bir gözle baktım, ve hergün yepyeni güzellikler yakaladım. En sevdiğim yemekleri yerken sanki ilk defa yiyormuşum gibi bir heyecan içinde kalırım. Onun her lokmasından ayrı bir güzellik damıtırım. Yaşamak, ancak böyle olunca bir ihtişam, doyumsuz bir güzellik kazanıyor. Biz de tez elden o güzellikleri yaşamaya çalışalım. “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyelim.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Allah'ın Selamı ve Rahmeti Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Üstlerine Olsun.