Sayın Ayla Belen,
16.3.2007 tarihli mailinizi aldım.
Efendim, mailiniz birçok yönlerden beni uzun uzun düşündürdü. Önce muayene meselesinden başlayalım, sizin sıranızla. Bir doktor tıp fakültesini bitirmekle veya Hacettepe’de profesör olmakla doktor olmaz ki. Doktor, önce insanlığıyla, efendiliğiyle, edebiyle, kalbindeki insan sevgisiyle, saygısıyla doktor olur. Ne olur günümüzün koşulları diye o pis, o iğrenç edebiyata başlamasın kimse. Bir doktor, hastasını bir nazi subayı edasıyla buz gibi, dondurucu bakışlarla karşılıyorsa o kesinlikle doktor olamaz. Hastanın herşeyden önce bir tebessüme ihtiyacı vardır. Kardeşim, böyle hasta karşılayacaksan git, dağda eşkıyalık yap. Otuz dokuz yıllık meslek hayatımda hiçbir davacıyı, hiçbir davalıyı böyle karşılamadım. Şartlar ne olursa olsun onlar oraya hak aramak için gelmişlerdi. Ve orası benim özel konutum değildi. Ah, hiçbir meslek mensubunun materyalist oluşu, kaba oluşu, ruhsuz oluşu, saygısız oluşu bir doktorunki kadar acı, ıstırap verici, ağlatıcı değildir. Tıp fakültesinde ders verenler, ne olur talebelerine önce insanlığı, önce sevgiyi, saygıyı, edebi, inceliği, şefkati, merhameti anlatsalar. Geçen gün, bir üniversitede görevli olan çok sevdiğim, çok saydığım bir yakınım anlatmıştı. Kendisi o üniversitede hoca-talebe ilişkilerine dair bir protokol hazırlamakla görevlendirilmişti. Kendi ruh asaletinin, inceliğinin, temizliğinin gereği olarak hoca “Önce talebesine sevgi ve saygı göstermelidir” diye yazmıştı. Görüştüğü bir kimse şiddetle itiraz etmiş, “ne yani” demişti, “artık ben işim gücüm yok, talebeme sevgi, saygı mı göstereceğim”. Bunu bana anlattığı zaman o gece sabaha kadar uyuyamadım. Düşündüm, ağladım. Yarabbim, düşman nasıl içimize girmiş. Sayın öğretim üyesi, sıfatına bakarak sen kendini adam oldum mu sanıyorsun?
Çanakkale savaşı yeni bitmiş, İngiliz parlementosu toplanmış, zamanın başbakanını tenkit yağmuruna tutmuşlar. Hücum...Hücum... Başbakan cevap vermek için kürsüye geliyor. “Arkadaşlar, diyor, siz ezbere konuşuyorsunuz. Biz öyle bir savaş verdik ki, değil İngiltere, dünya biraraya gelse Türkleri yenemez”. O sırada bir kitabı eliyle havaya kaldırıyor. “Ve şu kitabı görüyor musunuz (ki o kitap, bir Kur’an-ı Kerim’dir) bu kitapla Türk Milletinin arasını açmadıkça zafer bizler için bir hayalden başka birşey değildir...”
Galiba o başbakan haklıymış. Bugün bizden öyle şeyler kaybolup gidiyor ki
“Birşey koptu bizden, herşeyi tutan birşey
Benim adım bay Necip, babamınki Fazıl Bey
Utanırdı burnunun ucu görünse ninem
Kızımın gösterdiği kefen bezine mahrem”
Kıymetli yavrum, o doktor kızımızın durumu tamamen yaşadıklarıyla, gördükleriyle, aldığı eğitimle ilgili. Geçen sene inceler incesi, zarifler zarifi Hale hanımın yakını olan bir doktorun tavsiyesiyle Hacettepe’de profesör olan bir hanımefendiye gitmiştik. Kainatın Hazret-i Hatice’den sonra yetiştirdiği en müstesna kadın olan rahmetli eşim Rana Hanımın son günleriydi. Hanım profesör bize karşı o kadar kaba davrandı ki, eşimi de beni de ağlattı. Acaba yarın Allah’ın huzuruna çıktığı zaman bunun hesabını nasıl verecek? Doğrusu çok merak ediyorum. Yarabbi, bu insanları bu kadar taş gibi nasıl yetiştirdik. Bu memleket çocuklarına firavun ruhunu, bu nemrut katılığını kimler aşıladı? Bir insan nasıl bu kadar ruhsuz, duygusuz olabilir? Benim görüşüm şu, kabul edin veya etmeyin. Aslında onlar da iyi insanlar, onlar da dünyaya tertemiz geldiler. Doğduklarında bir melek gibiydiler. Ama gerek aile, gerek okul, gerek toplum onların masum, temiz, asil, yüce kalplerinin taşlaşması için ellerinden gelen herşeyi yaptılar. İçlerindeki açılmak için zaman, imkan bekleyen goncaları katran dökerek yok ettiler. Bir melek namzedinden bir canavar çıkardılar. Onları o hale getirenler artık diledikleri kadar sevinebilir, iftihar edebilirler. Eserleriyle övünebilirler.
Kıymetli yavrum, olay bundan ibaret. Olaya kızarak, öfkelenerek değil de bir sosyolog gözüyle baktınız zaman varacağınız netice budur. Selam, sevgi ve saygıyla bütün günlerinizin, bütün zamanlarınızın birer “inci dakikası” olmasını diliyorum. Bütün güzellikler üzerinize olsun.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
İnsanı insan eden içindeki sevgidir, saygıdır, inceliktir, bunlar yoksa... Yazan Ayla Belen
Cvp: İnsanı insan eden içindeki sevgidir, saygıdır, inceliktir, bunlar yoksa... Yazan Sabri Tandoğan