.
Saygı değer Hocam,
Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin ve tüm gönül dostlarının üzerine olsun.Her sabah namazdan sonra ilk iş olarak, gönül dostlarından size gelenleri ve sizin değerli cevaplarınızı okuyorum. Allah sizden ve tüm gönül dostu ailesinden razı olsun. Her gün Allah'a gönülden yakarırdım," Allahım beni dostlarından biriyle tanıştır, ondan seni dinleyeyim , doyasıya seni konuşayım."diye.Bu yakarışlar sonucunda Rabbim, şükründen acizim beni önce muhammedinur sitesinde Münir DERMAN Hocamla ve daha sonra sizinle tanıştırdı ve bu güzel sitede mailler aracılığıyla sizinle konuşmayı bana nasip etti.
Efendim, ben normalde çok konuşmayı sevmiyorum ama konu Allah, Resulullah (s.a.v.) ve onun varisleri olan evliyaullahtan açılınca sabahlara kadar anlatsam veya dinlesem hiç usanmıyorum.Geçenlerde, yine böyle bir arkadaş sohbetinden dönerken eşim beni uyardı. "Sen dedi, din konusu açılınca susmuyorsun, insanlar seni kınıyorlar.Sus! bu kadar konuşma, sen zevk alıyorsun belki ama ya insanlar dinlemek istemiyorsa..." Bu sözler başımdan aşağı kaynar su gibi dökülmüştü. "O insanları sıkmış olsam, hallerinden anlardım. Peki ben Allah dostlarından konuşmasaydım, konu ya dünyalık işler ya gıybet, ya da siyaset olacaktı. Bunların, hangimizin ahirine bir yararı var, söyler misin?? " dedim.Beni anlayamıyordu. Hiç bir şey bana Allah'ı ve onun dostlarını okumaktan, anlatmaktan ve dinlemekten daha büyük bir zevk vermiyordu. Dedim ki, ben cehennemde yanmaktan korkmuyorum, Allahın cemalinden ve Resulullahtan mahrum kalmaktan korkuyorum.Benim için hakiki cehennem budur ve bunu dilden değil gönülden söylüyorum.
Eşimin sözleriyle mahzun olmuştum.Mahzun oluşumun sebebi, insanların beni kınaması veya benimle alay etmesi değildi. Mahzun eden, eğer onlar eşimin dediği gibi bu konuları dinlemek istemiyorlardı da ben onlara gerçekten eza mı etmiştim.Bu hüzünlü hal ile gönülden, sessiz sözsüz Rabbime iltica ettim. Sordum O'na "Susmalı mıyım ya Rab? Ya da ölünceye kadar seni ve dostlarını anlatmalı mıyım dilimin döndüğünce ??" ve Rabbimden yanıt beklercesine Şemseddin Yeşil Efendi'nin Maneviyyat Bahçesi kitabından sıradan bir sayfa açıp okumaya başladım.Orada bir menkıbe anlatılıyordu ve Rabbim sanki sorumu cevaplıyordu.Menkıbe şöyleydi:
Haşiroğlu namında bir hazret-i insan varmış. Bu zat-ı ali daima çok söyler bir yere gitmek istediği vakit en aşağı on beş yirmi kişiyle beraber gidermiş.Bu da şöyle olurmuş:
Hazret yolda giderken sevdiği bir kimseye rastgelince"Haydi benimle gel" der, o şahsın iradesi gayrı ihtiyari selbolur, hazretin peşinden gelmek mecburiyetinde kalırmış. Bir gün yine bu zat-ı ali yolda rastladığı bir çok kimseleri yanına alarak bir zatın evine gitmek istemiş. Tesadüfen o zatla yolda karşılaşmışlar ve ona hitaben : "size geliyoruz, dön bakalım"demiş. O kimse sahte bir tavırla hemen eğilerek bükülerek: "İhya edeceksiniz" diye heyecanlar göstererek önden yürümeye başlamış, hazretin yanındakilere de yavaşça:
"İyi hoş amma, bu zat da konuşmaya başladı mı artık bir mes'ele " demiş.
Tam evine gelmişler, yine sahte iltifatlarla :
"Efendimiz buyurun buyurun" diye hürmetli bir vaz'iyette karşılayıp "Şöyle oturunuz" diye eğilip bükülürken koca veli:
"Oturmayacağım! İçerdeki odada rafın kenarında Ma'rifetname var, onu bana getirin" diye emr etmiş.Ev sahibi hemen fırlayıp getirmiş. Hazret gözlerini kapayıp Ma'rifetnamenin la'lettayin bir yerini açmış ve Ma'rifetname'nin yüzüne bakmaksızın parmağını bir yere koyarak yanındakilere: "Şurayı okuyun" demiş, okumuşlar: "El aşıku iza sekete heleke, vel'arifü iza tekelleme heleke "ibaresi yazılı "Ma'nası: "Aşık sükut ederse helak olur, arif de konuşursa helak olur."
Bunun üzerine hazret ev sahibine dönerek :
"Oğlum biz aşıkız, eğer konuşmazsak helak oluruz.Evin sana mübarek olsun." diyerek evi terk etmiş.
ve bu menkıbeden sonra Şemseddin Yeşil Efendi der ki "Nazargah- ı ilahi olan, insanın manasını süsleyen kalb, masivadan temizlenmedikçe beyt-i ilahi olamaz. Bunu da aşk şarabından başka bir şey temizleyemez.Nefsin hastalıkları bu şarab ile şifa bulduğu gibi edeb-i ma'nevi de ancak onunla olur."
Menkıbeyi göz yaşlarıyla okudum ve içimde duyduğum hüznün yerini tarifsiz bir huzur aldı.Allah kendine samimiyetle yönelindiğinde, bazen bir hikayeden, bazen bir takvim yaprağı arkasındaki bilgiden, bazen bir şiirin mısrasından, hatta bir çocuğun dilinden bizleri cevaplıyor. Buna anlam veremeyenler "Tesadüf" diye geçiştirselerde biz biliyoruz ki Sünnetullah'ta tesadüfün yeri yoktur.Her zerreden zikreden O olduğuna göre, her yaratılmışa ibretle yönelmek gerek...
Hocam, hürmetle ellerinizden öpüyor, size ve tüm gönül dostlarına selam, sevgi ve saygının en içten gelenini sunuyorum.
Allah'a emanet olunuz.
Mukarreb
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Mukarreb Hanım,
Kıymetli yavrum, bir şiir vardır,
“Ya ben öleyim mi söylemeyince”
der. Siz, çok zeki, çok hassas bir insansınız. Eşiniz sizi tanımamış. Karşınızdaki insan odun gibi olsa, bişey anlamas siz onu derhal hisseder, sükut edersiniz. Söyleyenin diline hikmet dinleyenin bakışından gelir. Onun için eşinize aldırış etmeyin. Yine söylemeye devam edin. Sitemizin mensupları sizi çok seviyorlar. Mailiniz gecikince bana “Mukarreb Hanım’dan mail gelmedi mi?” diyorlar.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.