.
Güzel bir İstanbul sabahından size ve tüm gönül dostlarına kucak dolusu selamlar, sevgiler, saygılar...
İstanbul da güneşli günler devam ediyor. Odamın penceresinden içeri süzülen gün ışıkları tavandaki avizede yansıyarak, gökkuşağı gibi, renkli, ışıklı bir atmosfer oluşturuyor. Duvarlara yansıyor bu güzel renkler ve gölgeler... Saydam bir cisim üzerine yansıyan ışık ne harikuladelikler yaratıyor. A.H. Tanpınarı anımsıyorum. Işık ve gölge oyunları onu da çok etkilerdi.
"Selam Olsun”adlı şiirinde şöyle diyordu. Selam olsun bizden güzel dünyaya
Bahçelerde hala güller açar mı?
Selam olsun sonsuz güneşe, aya
Işıklar gölgeler suda oynar mı?
Sevgili Tanpınar:
Selam sana güzel dünyadan,
Bahçelerde hala güller açıyor.
Selam sana sonsuz güneşten, aydan Işıklar, gölgeler suda oynuyor...
Sen nur içinde yat e mi... diyesim geliyor..
Bir zamanlar bir spiker hanım vardı. Hava raporunu sunduktan sonra;"Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız yerinde olsun Sayın seyirciler"diye sözünü tamamlardı. Siz bu sözdeki derin manaya, sık sık dikkatimizi çevirirdiniz. Yerine göre bu sözü tekrar ederdiniz. Her hal-ü karda dengemizi, huzurumuzu, sükûnetimizi korumamız için. Hayatımızda esen fırtınalara, yağan yağmurlara, kara bulutlara rağmen, dimdik, ayakta durabilmemiz için. Anlayışsızlıklara, iftiralara, vefasızlıklara rağmen... Hayatını temiz, güzel, şiir dolu yaşayabilmek önemli. Mademki herkes ektiğini biçecek, o halde mesele kalmıyor. Sizin sık, sık tekrarladığınız gibi;"Mühim olan kötülüklerin sizin sınırınıza geldiğinde, durup durmaması"."Kötülük, muhatap olanı değil; O fiili yapanı kirletir". Herkes cebindekini harcıyor. Bir başkasından vefasızlık gördük. Biz vefasız olmayalım. Biri bize iftira attı. Biz kimseye iftira atmayalım. Biri bizi yanlış anladı. Biz daha anlayışlı olmaya gayret edelim. Mademki tekâmül etmeye, edep öğrenmeye geldik... Lokman Hekim:"Ben edebi edepsizlerden öğrendim. Onlar ne yaptı ise aksini yaptım. Demiyor muydu?
Ağlayıp, sızlamak, bahtına küsmek hiç bir şey kazandırmıyor insana. Bir düşünür: Tecrübe insanların hatalarına taktıkları isimdir. Muhtemel ki hiç hata yapmamış olanlar tecrübe sahibi olamazlar.
Öyle oluyor, hatalarımız bize tecrübe kazandırıyor. Hatırlıyorum da; Sizinle, Rana Anneyle ve dostlarla, Fener bahçe lokalinde oturuyorduk. Yan masa boştu. Minik serçeler, masada ekmek kırıntılarını yiyorlar... Bizde simitleri ufalayıp önlerine atıyor, kuşlar, hiç çekinmeden, yakınımıza kadar gelip, onlara sunduğumuz simit kırıntılarını afiyetle yiyorlardı. İçlerinden biri ürkek davranıyor, yaklaşamıyordu. Size nedenini sormuştum. Sizde;"Kim bilir, acı bir tecrübe yaşamıştır. Onun için korkuyor olabilir" demiştiniz.
Moda iskelesindeki sevimli, güzel serçeler ne kadar cana yakındılar... İnsanların yanı başında duruyor. Neredeyse, aynı tabaktan yiyorlardı. Onlar arkadaş, dost, sevgili gibiydiler. İnsanlardan da yakınlık, sevgi görüyorlardı.
Yine bir hatıra canlandı, gözümün önünde, Sizi ilk tanıdığım yıllardı. Yine Fener bahçedeyiz. Ben birinin kaba bir davranışına muhatap olmuştum. O zaman, bir türlü akıl erdirememiş, bir insan Sabri Beyi tanırda, nasıl böyle davranır. Diye düşünüyordum. Sonra bir ara Fener bahçe parkında yürüyüşe çıkmıştık. O zaman size sormuştum. Sizde bana çok kibar, zarif bir şekilde cevap vermiştiniz."Yavrum, yağmur tabada yağar, toprağa da. Taşın üzerinden akıp gider. Ama toprak onu emer, özümser..."
Mesele toprak olabilmekte, onun gibi öğrendiklerimizi özümseyebilmekte idi.
"Biz kimseye kin tutmayız, düşmanımız kindir bizim".diyor büyük Yunus. Evet, yürekten katılıyorum. Bazı nüanslar var ki, onun kinle alakası yok. Örneğin bizi mütemadiyen yanlış değerlendirerek, hor hakir gören, kibirli insanlarla da can ciğer olamayız elbette. Bu hayatın kanunlarına aykırı düşer. O zaman AB karşısındaki Türk hükümetinden ne farkımız kalır. Hayat ancak; karşılıklı saygı, sevgi, hoşgörü ilişkisi içinde cennete döner. Bir taraf sizi sürekli rencide ediyorsa, bu da ilahi bir uyarıdır. Demek ki o kişi sizin yakınlığınıza layık değil. Kin tutmamak kaydı ile ona hayır duada bulunarak, araya mesafe koymakta bir sakınca yok sanıyorum.
İnsan ilişkileri, önce birey olarak uygar, medeni bir çizgiye gelmedikçe; Uygar bir toplum seviyesine yükselemeyiz. Birey olarak, haysiyetimizi, onurumuzu koruyamazsak, her yönden güçlü, donanımlı olamazsak; toplum olarak ta bu seviyeye gelemeyiz. Her şey bireyden başlıyor... Sonra gelişiyor, gelişiyor. Tüm topluma yayılıyor. Bizler, toplumda büyük bir çoğunluk olarak, şahsiyetimizi korumuş olsaydık..."Billâh yaşamak, yerde sürünmeye değmez."deseydik."Bir büyük oyun kardaş, yaşamak dediğin. Beni ya sevmeli, ya öldürmeli" deseydik. Başımızdakilerde böyle olurdu.
Yazımın bu kısmında ara verip siteye girdim. Mailleri okudum ."Yaşayan ölü" isimli mail beni fevkalade üzdü. Ne kadar dar, kısır, önyargılı bir bakış açısı... Sizi uzun yıllardır tanıyorum. Gerek eşimle, gerek komşularımla, kardeşlerimle yaşadığım sorunları sizinle paylaştım. Her seferinde olaylara objektif bakmamı sağladınız. Hatayı önce kendimde görmemi, hatalı kişi karşı taraf ise onun da yaşadığı şartları, durumları göz önünde bulundurarak durumlara ve olaylara ilahi bakış açısı ile objektif bakmamı sağladınız. Kimi zaman bana; Yavrum, kusura bakma sen suçlusun dediğinizde oldu. Ama ben size kırılmadım. Gücenmedim. Gerektiğinde özür diledim.
Benim sizde müşahede ettiğim en önemli özelliklerden biri,gerçekleri çok net görmeniz.Her şeye rağmen haktan yana olmanız.Sizin gören gözleriniz,işiten kulaklarınız,hisseden bir kalbiniz var.Şimdi ben,mademki buna inanıyorum.neden beni haksız bulmanıza güceneyim.
"Yaşayan Ölü "neye istinaden böyle bir hükme varmış. Anlayamadım... Seçtiği isim biraz onu ele veriyor. Hakla olanlar ölmez. Hep "Hay" olur. Allah (cc) ın "Hay-u Kayyum" ismi onlarda tecelli eder. Onlar uyurken bile Hak'tan ayrılmazlar. Onların gönlü de, sitesi de, evi de 70 milyara açıktır. Ama oraya girmek için Musa gibi nalınlarınızı çıkarmanız gerekir. Hz. Musa Tur dağına Allah ile görüşmeye giderken; Bir nida işitiyor Haktan."Ya. Musa nalınlarını çıkar öyle gel”diye. Nalın biliyorsunuz ayağa giyilen terlik. Ondan kasıt, benliğinden, gururundan, kibrinden soyunmak. O zaman her şey ayan beyan oluyor.Benliğinizden sıyrılmadan bir arkadaşınızla bile sohbet edemezsiniz.Eşinizle bir güzelliği paylaşamazsınız.Hatta doğanın güzelliğini göremezsiniz.Bir dostunuzun evine girdiğiniz zaman o evin kurallarına uymak zorundasınız...Aksi halde ikinci defa sizi evinize almıyorsa suçu kendinizde arayın .Karşı tarafı misafir sevmiyor diye suçlamayın.
İşte öyle...Umarım Rabbim herkese gören göz,işiten kulak,hisseden kalp nasip eder. Ama önce istemek gerek. Doğruya ulaşmayı, aşkla istemek gerek sanırım.
Allah cümlemize, hayırlar ihsan etsin. Siz değerli büyüğümüzü başımızdan eksik etmesin. Hürmetle ellerinizden öpüyor. Saygı, sevgi ve selamların en içten gelenini sunuyorum efendim... Allah’a ısmarladık...
FATMAGÜL
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Fatmagül Hanım,
Evet, hayat bir mücadele. Ama yiğitçe, asilce, kahramanca verilen bir mücadele, yoksa çevrede pek sık örneklerini gördüğümüz gibi birbirlerini yiyip bitiren, tüketen insancıkların yaptığı gibi değil. Ya adam gibi yaşayalım ya adam gibi ölelim. Amerika nice zamandır bizimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Amerika zalimlerden yana. Zulümden yana. Cinayetten yana. Koskoca bir vampir. Kan içmekten zevk alıyor. Kan dökmek onu mutlu ediyor. Nerde Eisenhower’ın, nerde Kenedy’nin zamanındaki Amerika, nerede Bush’un zamanındaki Amerika. Ama görecekler, dünya onlara da kalmayacak. Altıyüz elli bin Irak’lının kanı onları rüyalarında boğacak. Neden Amerika’daki bilim adamları, üniversite profesörleri, düşünürler, yazarlar, çizerler “Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak” demiyorlar? Ordaki gazeteler de, televizyonlar da bizdekiler gibi mi? Neden kükremiyorlar? Çünkü hepsi korkak, hepsi yüreksiz, hepsi küçük çıkarların, küçük hesapların fareleri. Değmez yavrum, vallahi değmez, billahi değmez. Ya insanca, efendice yaşayalım, özgür, bağımsız yaşayalım, yahut efendice, insanca şehit düşerek ölelim. Korku kadar insanı küçülten, aşşağılık hale getiren ne olabilir? Hayatta en büyük meziyet, zalimin karşısına dikilip “ne senden, ne seni üstüme salan o köpek eniklerinden korkmuyorum. Hadi, vuracaksan vur, öldüreceksen öldür diyebilmek. Zulme eyvallah diyerek yaşamaktansa ölmek bin kere daha iyi. Herkesin rızkını veren Allah. Anadolu’da bir söz vardır “Ağılda kuzu doğmadan, yaylada otu biter” derler. Kimse kimsenin rızkını veremez. Kimse kimsenin de rızkını elinden alamaz. Hayatta gidilecek bir tek yol var, iyinin, güzelin, doğrunun yolu. Hak bildiğimiz yola gerekirse yalnız gideceğiz. Ama yılmak yok, korkmak yok. Benim görüşlerim bunlar. Eğer yanlış düşünüyorsam, eğer yanılıyorsam Allah rızası için doğrusunu siz gösterin.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Rahmet ve Şefaat Gani Gani Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Üstlerine Olsun.