Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.
Gönderen : Ömer Erkul
Tarih : 3/4/2017 1:42:15 PM


.



Çok değerli büyüğüm,





Bir kardeşimizin 10 Şubat tarihli mailiyle ilgili olarak müsadenizle ben de bir şeyler söylemek istiyorum










Vahdet-i vucut felsefede panteizm olarak adlandırılan ve Allah ile evrenin özdeş olduğunu savunan görüşün yorumundan ortaya çıkmıştır. Vahdeti vucudu savunanlar Allah'ın evrende göründüğünü ama görünüş ile bir ve aynı şey olamadığını ileri sürdüler. Evrenle Allah'ın bir olduğunu öne süren görüşe ise vahdeti mevcut (varolanların birliği) adı verildi. Bu iki kavram genellikle birbirine karıştırılır. İslam dinine göre Allah ile evreni özdeş olarak kabul etmek olanaksızdır. Çünkü İslam dinine göre Allah evreni yaratmıştır, evrenden ayrı ve bağımsızdır. Vahdet-i vucudu savunanlar genellikle tüm varlıkların Allah'dan bir parça olduğunu düşünürler ve Kuran'la açmaza düşerler. Sayın Demirhan kardeşimizin sorularından anladığım kadarıyla kadar o da bu açmazın farkına varmıştır. Çünkü Kuran'da cennet ve cehennem haktır ve mutlaka sonsuza kadar var olacaktır. Eğer bütün varlıklar Allah'tan bir parçaysa Allah kendi parçasını cehennemde cezalandırmak suretiyle kendisiyle çelişkiye düşmüş olur ki bunu kabul etmek olanaksızdır.










Eğer İslamiyete inanıyorsak elimizdeki tek sağlam ve güvenilir kaynak Kuran'dır. Dolayısıyla bütün düşüncelerimizin Kuran ile uyum içersinde olması gerekir. Kuran'ın özü olan İhlas suresi aslında İslam'ın bütün felsefesini içinde





barındırır. İhlas suresine göre Allah birdir, doğmamıştır, doğurmamıştır, hiç bir şeye muhtaç değildir ve hiç bir şey Allah'a benzemez. Hiç bir varlık Allah'ı kavrayamaz.Tüm kainatın efendisi Hazreti Muhammed bile Allahım seni hakkıyla anlayamadım demiştir. Dolayısıyla bizim işimiz ululuk değil kulluktur. Sadece kulluğumuzu bilmekle ve yapmakla mükellefiz.










Demirhan kardeşimiz ayrıca " Her sey yazılmış, olması gereken herşey oluyor ve olmamasına imkan yok. Olmazı da kimse olur hale getiremez ise neden azaba düçar olacağız" diye soruyor. Allah her şeyi bilen Alim sıfatı ile kıyamete kadar olacak olan her şeyi saniyesine kadar bilir. Ancak İslamiyetde bu da yanlış anlaşılmış ve Allah'ın bu bilgisi kader olarak düşünülmüştür. Cebriye gibi mezhepler insanoğlunun yazgısının dışına çıkamayacağını, hayatlarındaki hiçbir konuda insiyatifleri olmadığını iddia etmişlerdir. Allah'ın ezeli ve ebedi bilgisi yarattığı varlıkları çok iyi tanımasından ve onların hangi ortamlarda hangi seçimleri yapacağını çok iyi bilmesindendir. Yoksa Alah bildiği için insanlar bu eylemleri yapmazlar. İnsanlar iradelerinde özgürdürler, dolayısıyla yaptıklarından da sorumludurlar.










Bu durumda da şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır. Madem Allah her kulunun yapacağı bütün seçimleri ve davranışları önceden biliyor,o zaman bu dünya imtihinanına ne gerek var? Bu sorunun cevabı yine Kuran'da Taha suresinde 134. ayetde verilmektedir. "Eğer onları önceden bir azap ile helak etseydik:Rabbimiz bize bir elçi gönderseydin de,böyle alçak ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık derlerdi". Şimdi öğrencilerini çok iyi tanıyan ve hangi konuları ne kadar bildiğini öğrencilerinden daha iyi bilen bir öğretmen düşünün.Bu öğretmen aslında hiç bir sınav yapmadan öğrencilerinin ne kadar not alacaklarını bilmektedir. Sınav yapmasıyla sınav yapmaması arasında hiç bir fark olmamasına rağmen eğer sınav yapmadan bu notları verirse öğrencileri bu duruma itiraz etmeyecek midir? İşte bu dünya sınavı da onu içindir. Öbür dünyada hiç kimsenin itiraz edeceği bir şey kalmayacaktır. Kimseye de Kuran'da ifade edildiği gibi zerre kadar adaletsizlik yapılmayacaktır.










Bunları kimseyi eleştirmek için yazmadım, sadece kendi görüşlerimi belirtmek istedim. Umarım Sayın Hocam görüşlerimi doğru olarak bulur.










Tüm site dostlarına selam, sevgi ve saygılarımı sunarım.





Ömer Erkul





--------------------------------------------------------------------------------





Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :





Sayın Ömer Erkul,





Kıymetli yavrum, mailin herkesi uzun uzun düşündürecek, detaya inen, çok ince meselelerle dolu. Ben şahsen kendi görüş açımdan birtakım kitabi bilgilerle bu çok hassas, çok derin konuların tartışma konusu yapılmasına karşıyım. Çünkü bu sözlerin hiç kimseye bir güzellik, bir yücelik kazandıracağına inanmıyorum. Bir “İlm-i Ledün” var. İlm-i Ledün tahsil edilmeden, sindirilmeden, tamamen hazmedilmeden, yaşantıya dönüştürülmeden birtakım ansiklopedik laflar etmenin insana hiç ama hiçbirşey kazandırmayacağına hatta bazı yönleriyle zararlı olacağına inanıyorum. Onun için buyurduğunuz hususlar hakkında nüanslara inerek ince ince cevaplar vermeyi de uygun görmüyorum. Biz kimiz, evvela bunu cevaplamak gerekiyor? Kendimizi ne sanıyoruz? Ansiklopedilerde para için, şöhret için yazılan kitaplarda Vahdet-i Vücut panteizm ile özdeş tutuluyor, öyle gösteriliyor. Bu çok yanlış bir tanım. İlm-i Ledün tahsil etmeyen bir kimseye bunu anlatamazsınız. Tahsil eden kimseye de zaten anlatmaya gerek kalmaz. Bir söz vardır: “Söyleyen bilmez, bilen söylemez” derler. Acaba biz neyi biliyoruz ki? Bütün incelikleriyle, bütün edebiyle acaba abdest almayı biliyor muyuz? Yemek yemeyyi biliyor muyuz? Oturup, kalkmayı biliyor muyuz? Çarşıda alış-veriş etmesini biliyor muyuz? Büyüklere nasıl hitap edilir, küçüklerle nasıl konuşulur biliyor muyuz? Para harcamasını biliyor muyuz? Herşeyi bir tarafa bırakalım. Evdeki telefonumuz çaldığı zaman ne yapacağımızı, nasıl cevap vereceğimizi biliyor muyuz? Bir hasta ziyaretinde nasıl davranılır, nasıl konuşulur biliyor muyuz? Bu misaller sabaha kadar sürebilir. Ben bu durumları henüz geometrik şekilleri tanımayan, kerat cetvelini bilmeyen bir kimsenin matematik ihtisası yapmak istemesine benzetirim. Ne olur, haddimizi bilelim, cürmümüzü bilelim. Boyumuzdan büyük işlere karışmayalım. Yavaş yavaş ilerleyelim. Mana denizinde kulaç attıkça yepyeni güzelliklerle karşılaşırız. O zaman görürüz ki vaktiyle bizi titreten problemler çözülüvermiş. Meseleler hallolmuş, aydınlığa kavuşmuş. Aman dikkat edelim. Diyeceklerim bu kadar. Sonsuz sevgiler, saygılar.





Sabri Tandoğan Efendi Hz.


Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]