SABRİ BABA'DAN DİNLENDİREN BİR SOHBET: İÇ GÜZELLİĞİ
Kıymetli yavrum,
Tasavvuf tarihinin en ünlü isimlerinden Rabia Sultan, bir gün bahçesinde harıl harıl bir şeyler aramaktadır. Sağa bakar, sola bakar, aradığını bulamaz. Konu komşu görürler, yardıma gelirler. Ya Rabia derler, aradığın neyse yardım edelim. Rabia Sultan memnun olur, teşekkür eder ve iğnemi düşürdüm der. Arıyorum, bulamıyorum. Gelenler, öbek öbek dağılır, iğneyi bulmak için ellerinden geleni yaparlar, fakat hiçbiri bulamaz. Biri sorar; ya Rabia, iğneyi nerede düşürdün? Rabia Sultan cevap verir; siz gelmeden önce sökük dikiyordum, birden elimden kayıverdi, yere düştü. Sonra bahçeye çıktım, arıyorum, bulamıyorum. Gülerler, ilâhi Sultan sen çok yaşa, hiç içerde kaybolan dışarıda aranır mı? Rabia taşı gediğine koymuştur. Tane tane konuşarak cevap verir. Niye o kadar hayret ettiniz? Aramızda ne fark var ki? Sizin yaptığınızı yapıyorum. Siz de içinizde kaybettiğiniz huzuru, mutluluğu dışarıda aramıyor musunuz?
Evet Rabia Sultan, dün senin zamanında, komşularının yaptığını, bugünün insanlarının büyük çoğunluğu da aynen yapıyorlar. Kalplerinin derinliklerinde, mânâ âlemlerinde kaybettiklerini, hep dışarıda, parada pulda, malda mülkte, gösterişte arıyorlar. Arıyorlar da ne oluyor, bulabiliyorlar mı? Ne gezer... Tıpkı susadıkça tuzlu deniz suyu içen insanlar gibi, susuzlukları daha da artıyor. Hiç içerde kaybedilen, dışarıda aranır mı? Aransa bile bulunur mu? Ama bizler, ısrarla, inatla aramaya devam ediyor, bulmaya çalışıyoruz...
Kâinatın Efendisi, ne güzel söylüyor; “Hayat atının eğeri üzerinde, yumuşak ve sakin oturun.” Öyle bir ortam ki, toz duman, eğri doğru birbirine karışmış. Yumruklar, kinle, nefretle sıkılmış. Akif’in dediği gibi, “Nazarlardan taşan mânâ, ibadullahı istihkâr.” Konuşulanlar hep dolar, mark, sterlin, mersedes, bmw, arsa, apartman. Büyük psikolog E. From’un dediği gibi, beyinler tek noktada odaklanmış: “Sahip olmak, sahip olmak, daha çok sahip olmak...” Böyle yapınca ne oluyor? Hırslar daha çok artıyor, mücadele daha kırıcı, daha öldürücü oluyor. Para, tapılan bir mabut oluyor sanki. Önünde başlar eğiliyor, uğruna namuslar, şerefler, haysiyetler yerle bir ediliyor. Hani bir zamanlar, bir Gazi Osman Paşa marşı vardı; “Olur mu böyle, olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” diye söylenirdi. Ama ne yazıktır ki oluyor, para için, çıkar için kardeş kardeşi vuruyor, kardeş kardeşe kazık atıyor. Gözler öylesine dönmüş ki, para için, daha çok para için, her şey mübah... Dünkü insan Yunus gibi düşünüyordu. Yunus gibi “Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar.” diyordu. Bugünün insanı, “Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz yolda şaşırır.” diyor. Ekmek parası diye, bütün namussuzluklar, şerefsizlikler, hırsızlıklar, rüşvetler, suiistimaller mazur gösteriliyor. İyi güzel de sonuç ne oluyor? Olanlar ortada, gün gibi aşikâr. Hasta insanlar, hasta toplum, yıkılmış aileler, kaybolan güvenlik duyguları. Duyulan büyük mânevi açlık. Arkasından sigara geliyor, içki geliyor, kumar, fuhuş, sapıklık, uyuşturucu geliyor. Bu ne menem iştir ki, insanlar şifâlarını en büyük zehirlerde arıyorlar. Öyle bir bataklık ki, bastıkça daha derine gidiyor.
Bıçak soksan gölgeme
Sıcacık kanım damlar
Gir de bir bak ülkeme
Başsız başsız adamlar.
İnsanoğlu iç dünyasından ne kadar uzaklaşırsa, felâkete o kadar yaklaşır. Matematik bir kesinlik var. Allah’a yaklaştıkça huzur, neşe, mutluluk, güzellik geliyor. Allah’tan uzaklaştıkça iç dünyamız kararıyor, sıkıntı, bunalım, stresle, gerilimle doluyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde, “Çocuğum, dua et geceleri, insan uzaklaşabilir Allah’tan” der. İnsanoğlu hayatını öyle tanzim etmeli ki, her sözüyle, her düşüncesiyle, her davranışıyla, Allah’a biraz daha yaklaşabilmeli. Tasavvufta, namaz-ı daimûn diye bir kavram vardır. Her an Allah’la beraber olmak... Her an o bilinci yaşamak... Otururken, kalkarken, yerken, içerken, okurken, yazarken, yürürken, alışveriş yaparken, eşiyle çocuklarıyla konuşurken, işyerinde çalışırken her an Rabbiyle olanlar, ne güzel insanlardır. Onlar ibadette gibidirler. Bu çağda böyle insan var mı? Var ya, inanmıyorsan gel sana göstereyim. Yunus; “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” der. İlâve eder, “Göz odur ki Hak’kı göre” Kur’an-ı Kerim’de, “Nereye bakarsan bak, Allah’ın vechi orada olur” buyurulur. Her an dikkâtli, uyanık, teyakkuz içinde, hayret dolu, sevgi, saygı, edep ve incelik içinde yaşayanlar, ne güzel insanlardır. Dünyada en güzel mekân seccaden, en yakın dostun Allah’tır. Gözlerin açık diye gördüğünü sanma. Göz, Hak’kı gören gözdür, gerisi lâftan ibarettir. Cahit Sıtkı Tarancı; “Sevmek, devâm eden en güzel huyum” der. Her an sevgi içinde yaşayan, her varlığa, her zerreye sevgiyle bakanlar, dünyanın en mutlu insanlarıdır. Yunus; “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” der. Daima sevgi içinde yaşayanlar, cennette gibidirler. Bir şair, “Nerde sevgi, orda Allah” der. Dünyada en büyük yoksulluk, sevgiden uzak yaşamaktır. Onlar; sevgiden, saygıdan, edep, incelik, estetikten uzak yaşayanlar, trilyoner olsa ne ifade eder. Bugün bütün insanları süründüren, perişan eden, sevgiden yoksun yaşamaları oluyor. Kalplerinde sevgi olmayan insanlar, ne olurlarsa olsunlar dünyanın en mutsuz, en zavallı insanlarıdır. Yeryüzündeki bir kum tanesinden gökyüzündeki Samanyolu’na kadar bütün varlığı, tek istisna olmadan bütün insanları, hayvanları, bitkileri, cemâdatı Muhammedi bir aşkla kucaklayanlar, her zerreden Hak’kı müşahede edenler dünyanın en bahtiyar insanlarıdır. Onlar, Kur’an-ı Kerim’deki, “Sen ondan razı, o senden razı, gir cennetime” sırrına mazhar olanlardır. Allah’tan bir an bile gaflet etmemeye çalışmak, hikmete giden en güzel yoldur. En muhterem insan, Rabbine ve onun emirlerine en çok hürmet ve tazim eden insandır. Tevâzu, edep ve incelik; sabır, şükür ve kanaat bütün güzelliklerin kaynağıdır. Allah cümlemize nasip etsin.
Selam, saygı ve sevgi ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.