Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : “Kapı kapı dolaşma, muratlar sendedir”.
Gönderen : Mehmet Doğramacı
Tarih : 5/4/2017 8:23:09 PM


.


Esselamu Aleykum
Bismillah;
Muhterem Büyüğüm


Zat-ı Alinizin sohbetini ve gül cemalinizi özlemiş olarak bir nebze hasret dindirmek ümidiyle klavye başına geçtim. Hatırımıza gelen, aklımıza takılan bazı hususları arz etmek istiyorum...



1- Mertebelerin en büyüğü KULLUK buyruluyor. Efendimiz (sav) de "Hükümdar Nebi" olmak yerine "Kul Nebi" olmayı tercih buyurmuşlar. İrtihalleri yaklaşınca Cebrail ve Azrail birlikte tenezzül ederek ;"Seni arşın en üstüne defnedelim " dediklerinde yine kulluğu tercih etmişler ve ümmetinin arasında olmayı yeğlemişler...



Bu derece üstün olan Kulluk Mertebesi nedir efendim?..Kişi nasıl bir bakış ve yaşam tarzını benimser ise kulluğunu layıkı vechile icra etmiş olur?...



2-Allah Dostları için zikredilen bir ayette "Onlara korku ve hüzün yoktur" buyruluyor...Onlara korku ve hüzün olmayışı ile anlatılmak istenen nedir acaba?



3-Herkesin iyiliğini istemek, asil insanın tavrıdır malumunuz... Bir de şöyle bir şey akla geliyor; vaktiyle bir şekilde bize zarar veren, ruhumuzu zedeleyen, inciten insanların da hayrını mı isteyeceğiz?..."Onlara bela verme Allahım, hatta bana yaptıklarından dolayı ceza bile verme, bol bol lutfet" demek kulluk sınırını aşıp Allah'ın işine karışmak sayılır mı?



4- İncitmemek belki kolaydır ama asıl zirve hal; İNCİNMEMEK buyruluyor... İncinmemeyi nasıl başaracağız efendim? Bunca kaba-saba, densiz, kültürsüz bir dizi insanın her gün karşımıza çıktığı bir dünyada incinmemeyi nasıl başaracağız?



5- "Kafanın içindeki kavga bitmeden, insan düşüncede sulha selamete ermeden dışarı ile barışamaz" buyurmuştunuz o tadı damağımızda kalan Kent Otel iftarında... Kafanın içindeki kavgayı bitirecek en kestirme yol nedir diye sorsam ne buyurursunuz efendim?...



6- Hastalıklar; düşünce ve takıntıların dışa vurumu deniyor... Rasulullaha ait bir hadiste de "Başınız ağrısa günahlarınızdan bilin" buyrulduğu nakledilir...


Hastalıklar düşüncemizdeki arızalardır, diye genellemek sizce doğru mu efendim?...Kafalarının içindeki selamete erenler pek hasta olmazlar mı?...



7-Budha, Konfuçyus, Tao, Sokrat gibi büyük zatların ilmi ve öğretilerinden istifadede ölçümüz ne olmalı?... "Bize İslam yeter" deyip hepsinin üstünü mü çizelim, yoksa onlarda da hakikate ait derin sırlar vardır diye mi düşünelim?...


Batı ve Doğunun kadim kaynaklarından istifade tarzımız sizce ne olmalı?...



Muhterem Büyüğüm;



Madde madde yazmamız cevaplarınızı hafızamıza kolayca nakşetmek içindi...Yoksa sizin gibi bir gönül ehline sınav kağıdı sunar gibi yazmakla haddi aşmış isek şimdiden affınızı istirham ederim....



Ailece ve tüm dostlarımızdan en derin Selam, Dua, Hurmet ve Mehabbetlerimizle efendim...



Mehmet DOĞRAMACI


--------------------------------------------------------------------------------


Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :


Sayın Mehmet Doğramacı,


Aziz dost, mailin beni ne kadar mutlu etti anlatamam. Ben de bugünlerde seni düşünüyordum. Acaba yine Ankara’ya gelir mi, yine Kent Otelin restoranında beraber olur muyuz diye hayal ediyordum. Eksik olma, mailin bahar rüzgarıyla gelen gül kokuları gibi içimi ışıttı. Şimdi sorulara geçelim:



1-) Mertebelerin en üstünü kulluktur efendim. Çünkü yaşanması en zor, en çetin olanı kulluk mertebesidir. Kullukta insan aynı zamanda hem maddi hem manevi, hem ruhi, hem bedeni, hem bireysel, hem toplumsal bir hayat yaşamak zorundadır. Kullukta hem dünya hayatı hem ahiret hayatı beraber yaşanacak, beraber götürülecektir. Birinden birini tercih yoktur. Ben gönül adamıyım, dünya hayatı beni ilgilendirmez diyenler yanılıyorlar. İşin kolayına kaçıyorlar. Dünya hayatını efendi gibi, tertemiz, pırıl pırıl, sevgi dolu, saygı dolu, hizmet aşkıyla dolu yaşamadan manevi hayatta mutlu olmayı beklemek bir hayaldir. Dünyamızı cennet haline getirelim ki ahiretimiz de cennet olsun. Pek tabiidir ki bu iş zor, hem de çok zordur. Ama tekamülün başka yolu da yoktur. Bu dünya hayatında helalinden ekmeğimizi kazanacağız, efendi gibi yiyip içeceğiz, giyinip, kuşanacağız. Evlenip, çoluk çocuk sahibi olacağız. Dostlarımız olacak. Onlarla hep beraber bir güzelliği yaşayacağız. Aynı zamanda ibadetlerimizi yerine getireceğiz. Hayır yapacağız. Allah rızası için açları doyuracağız. Istırap içinde olanların dertlerini paylaşacağız, gözyaşlarına ortak olacağız, ekmeğimizi bölüşeceğiz. Yunus Emre’nin vasiyetini yerine getireceğiz: Hem sevecek, hem sevileceğiz. Bir gün Hazret-i Ömer’e sormuşlar: “Efendim” demişler, “örnek bir müslümanın özellikleri nedir?” Hazret-i Ömer cevap vermiş, “Örnek bir müslüman hükümdarken halktan biri gibi olan, halktan biri iken hükümdar gibi olandır”. Daha sayacağımız yüzlerce nedenle insanın ulaşabileceği en son makam, kulluk makamıdır. Erişenlere ne mutlu.



2-) Allah dostlarına korku ve hüzün yoktur. Çünkü onlar her an Rableriyle beraberdirler. İnsanlar bekledikleri şey olmayınca dertlenirler, hüzünlenirler. Bir insan Allah’ın verdiklerine şükreder, “ben bana verilenlerin şükrünü eda edemezken nasıl Allah’dan yeni şeyler bekleyebilirim” derler. Beklentisi olmaz ki onun hüznü olsun. İnsanlar gözlerinde büyüttükleri hayali düşmanlardan, kötü akıbetlerden endişe ederler, çekinirler, korkarlar. Maddi, manevi bütün varlığıyla Allah’a bağlanmış, O’na sığınmış, iltica etmiş bir insan, korkacak bir nesne göremez ki? Necip Fazıl bir şiirinde



“Beni Allah tutmuş, kim eder azat”



der. Allah’a dayanan, inanan, güvenen bir insanı kim korkutabilir, neyle korkutabilir? Bu olacak iş değildir. Mes’ele Allah’a olan sarsılamaz imanda yatar. Onun için “Allah dostlarına korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar”.



3-) Efendim, bu sözler nefsaniyetiyle yaşayan insanların ucuz edebiyatlarından başka birşey değildir. Şu şunu demiş, bu bunu demiş bize ne bunlardan? Bizim önderimiz, liderimiz, yol gösterenimiz Resulullah Efendimizdir. Yalnız onun davranışları bizi bağlar. Yüce Resulümüz Taif’e gider. Amacı İslamın güzelliklerini onlara anlatmaktır. Fakat karşısındaki topluluk önyargılıdır. Karşısına en çirkin halleriyle çıkarlar, hakaret ederler, dil uzatırlar, taş atarlar. Kainatın Efendisinin mübarek ayakları kan içinde kalır. Bir sahabi çok üzülür, ağlamaya başlar, “Ya Resullullah” der, “öyle beddua edin ki bütün Taif halkı yerin dibine geçsin”. Resulullah Efendimiz mübarek ellerini kaldırır, “Allah’ım” der “bu Taifliler aslında iyi insanlar, ama ne yaptıklarını bilmiyorlar. Sen onları affeyle, en kısa zamanda İslamla tanışmalarını nasip eyle”. Bir süre sonra Taif halkı akın akın gelirler, İslamiyeti kabul ederler.


Muhterem efendim, bizim Peygamberimiz ne yapmışsa, ne söylemişse bizler için yapıp söylemiştir. Başkalarının sözleri, davranışları bizi hiç mi hiç ilgilendirmez.



4-) Efendim, biz bu dünyaya imtihan olmaya geldik. İşte o bahsetttiğiniz negatif isimli kimselerin hepsi imtihan masasında bize soru soran görevliler. Hepsi kendi branşına göre bizi imtihan ediyor. Kimisi iftira ediyor, kara çalıyor, kimisi laf taşıyor, kimisi densiz, münasebetsiz, kimisi kabalık örneği. Kimisi sizi tahakküm altına almak isteyen firavun taslakları... Bütün bunlar ve daha niceleri (günlerce sayabiliriz) bizi imtihan etmek için imtihan masasında yer almışlar. Niye hayret ediyorsunuz? Bir sinemaya gidiyorsunuz. Sahneye bir sanatçı geliyor, kraliçe rolünü oynuyor. Bir sanatkar geliyor hizmetkar, bir sanatkar geliyor, fahişe rolünü oynuyor, kimse hayret etmiyor. “Biz” diyorlar seyredenler “buraya film seyretmeye geldik”. Gayet tabi herkes kendi rolünü oynayacak. Ama biri çıkıp iftira atarak, biri çıkıp kara çalarak, biri çıkıp ekmeğimizle oynayarak, biri çıkıp yalan söyleyerek bizi imtihan ediyorlar. Biz ne yapıyoruz? Feryadı basıyoruz. Olur mu böyle, olur mu diyoruz. Olur ya kardeşim, el oğlu veya el kızı çıkıp da bizi baklavayla, su böreğiyle, buz gibi bir karpuzla imtihan edecek değil ya. Hepsi kendi branşında bizi sorgulayacak. Olay bu efendim. Kenan Rıfai Hazretleri “Siz seyrancısınız, seyranınıza bakın” dermiş. Öyle sultanım, hayat oyunu tıpkı bir sinema salonu gibi. Efendi, kültürlü, görgülü bir sinema seyircisi nasıl hareket ederse biz de öyle yapacağız. Perdedeki görüntüye göre acaip sesler çıkaran bir seyirciyi öbür efendi seyirciler nasıl ayıplar, kırarsa biz de mi aynı duruma düşelim? Bu gibi durumlarda rahmetli babaannem “Yavrum, kış kışlığını, puşt puştluğunu yapar” derdi. Olay, geniş bir perspektiften mütalaa edilirse bizim karşılaştığımız durumlar da aynı değil mi? Önemli olan yaşadığımız sürece olayları efendi bir sinema seyircisi gibi gözlemlemek. “Sen seyrancısın, seyranına bak”. Şimdi size soruyorum, kainata gelen hangi insan, bu sınavlardan uzak kaldı. Bazıları sanıyorlar ki kötülük hep bu çağda. Oysa Yunus’un, Mevlana’nın yaşadığı çağda da aynı negatiflikler vardı. Bir şiirinde Yunus, insanların zulmünden el’aman demiş olmalı ki



“Bu dünya dopdolu kalleş


Herbirinden bir ses gelir


Hakkı gerçek sevenlere


Cümle alem kardeş gelir”



diyordu. Kainatın gelmiş, geçmiş ve gelecek en büyük, en güzel, en yüce insanı Resulullah Efendimiz bile o imtihanlardan müstağni kalmamıştı.


Muhterem efendim, bilmem anlatabiliyor muyum, durum bu. Rahmetli babaannem olgun, kamil, arif, zarif bir insanı anlatırken “Yavrum” derdi, “o, kırk puşttan kırk muşta yemiş”. Biz, yaşadığımız sürece gerçek hayatta gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında nice alçaklıklar göreceğiz ama biz yine de tertemiz, pırıl pırıl bir kağıt beyazlığında hayatımıza devam edeceğiz.. Başkaları şunu yapmış, bunu söylemiş. Yapar da, söyler de, bundan bize ne? Sinemada da öyle değil mi? Her sanatçı kendi rolü neyse onu oynuyor. Kimse kimsenin rolüne karışmıyor.


Allah cümlemize tertemiz bir hayat yaşayıp, iman ile çene kapamayı nasip etsin.



5-) Efendim, bu konuda söyleyeceğim tek söz var: Kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmak. “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” diyebilmek. Evet, hayatta şu olacak, bu olacak, bunlardan bize ne? Yarın Allah’ın huzuruna çıktığım zaman bana “Şu niye böyle yaptı, bu niye böyle söyledi” diye sorulmayacak ki. Lokantada hesap masaya göre alınır. Yandaki masada oturanlar şunu yemiş, bunu içmiş bana ne? Hesabı onlardan sorulacak. Ahiret alemi de öyle. İlahi mahkemede herkes kendi hesabını verecek. Önemli olan kendi hayatımızı bir pınarın gözesi gibi tertemiz yaşayabilmek. Biz, yaşarken haddimizi bilelim, sınırlarımızı bilelim, görevlerimizi, yetkilerimizi bilelim ve efendice kendi hayatımızı yaşayalım. Kendi kendimizle dost olalım, arkadaş olalım, sevgili olalım. Allah yolunda bizi uzaklaştıracak herşeyden, herkesten uzak kalalım. Olay bu efendim. Diyeceksiniz ki bunu yapanlar var mı? Gerek dünkü, gerek bugünkü veliler hep öyle yapmışlar. Tertemiz, çiçek gibi yaşamışlar, “kendi dünyalarını kurmuşlar”. İşte o zaman insan bütün iç dünyasını tırmalayan, kendisini huzursuz eden herşeyden müstağni oluyor. Kendi dünyasında pırıl pırıl yaşıyor. Allah’la beraber, peygamberle beraber, meleklerle beraber memnun, mes’ut, ve bahtiyar yaşıyor.



6-) Efendim, hastalıklar bazan imtihan için gelir, bazan insanın manevi bakımdan boyut atlaması için verilir. Bütün hastalıklara musibet gözüyle bakmak doğru değildir. Mesela çocuk doğururken ölen kadınlar, vebadan ölenler, kanserden ölenler mana aleminde şehit muammelesi görürler. İnsanın bir hastalığa yakalanıp da şikayet etmeden son nefesine kadar bu hastalığı bir misafir gibi kabul ederek tıbbi tedavisini yaptırması ona çok büyük mesafeler aldırır. Olaya sadece dünya gözüyle bakmamak lazımdır.



7-) Efendim, ben insanlık kültürünü bir hamur olarak düşünüyorum. Baştan itibaren o ismini saydığınız Budha’lar, Konfüçyüs’ler, TaoÇe’ler, Sokrat’lar, Aristo’lar, Eflatun’lar, Mark Orel’ler gelmişler ve hepsi insanlık kültürüne bir katkıda bulunmuşlar. O hamuru her biri kendine göre yuğurarak hizmet etmişler. En son da tek tanrılı dinler dönemi başlamış. Hazret-i Musa, Hazret-i İsa gelmiş, insanlık hamurunu en son şekil verilecek hale getirmişler. Hatem’ül Enbiya, Resulullah Efendimiz geliyor, ve insanlık kültürüne en son şeklini veriyor. Ben bir gün, gece Sergen pastanesine gittim. Aniden misafir gelecekti. Rahmetli eşim, Rana Hanım, “Sabri’ciğim, bu onbeş yirmi dakika içinde birşey yapamayız. Sen lütfen Sergen pastanesine git, bir tatlı, bir tuzlu al” dedi. Gittim. Pastacıdan rica ettim, “Sabri Bey”, dedi, “sen titizsin, kolay kolay birşey beğenmezsin, imalathaneye git, orada seçimini yap”. İmalathaneye girdim, birşey dikkatimi çekti, pasta hamuru yapılıyordu. Önce birisi un koydu, başka birisi su ilave etti. Yalnız biraz sulu olmuştu. Başka birisi biraz daha un koydu. Bir başka usta yuğurmaya başladı. Hamur elden ele geçiyordu. Nihayet işlenecek hale geldiği zaman son ustanın önüne konuldu. Ve o da hamura şekiller vermeye başladı. Olay bu efendim. En son Peygamberimiz tarafından insanlık kültürüne mükemmel insan örneğine göre şekil veriliyor. Şimdi kültür tarihini incelerken biz Budha’yı da, Konfüçyüs’ü de gözden geçirebiliriz. Tarihi bilgimiz olur. Ama bazı kimselerin yaptığı gibi hayatımızı onlara uydurmaya çalışmak neye benzer biliyor musunuz? Bir öğrenci düşünün, fakülteyi bitirmiş, diplomasını almış, doktoraya başlayacak duruma gelmiş. Fakat o ayak diriyor. “Beni” diyor, “ilkokula yazdırın, bana alfabe alın, okuma yazma öğreneceğim”. Bu örneği niye verdim biliyor musunuz, televizyonda bir ilahiyat fakültesi profesörü gördüm, yoga öğretiyordu. Hayretler içinde kaldım. Ankara İlahiyat Fakültesinden profesör Salih Akdemir yoga öğretmenliği yapıyordu. Yanılıyorsam Allah affetsin. İster istemez güldüm. Ve fakülteyi bitiren bir kimsenin alfabe istemesi gibi geldi bana. Acaba yoga namazın yerini tutabilir mi, hiç sanmıyorum. Ama bazı kimseler hayatın akışını değiştirmek istiyorlar. Keyif bu ya, ister ister. Ben öyle düşünmüyorum. İnsanlık kültürü en son Hatem-ül Enbiya Resulullah Efendimizde son şeklini aldı. Gerek Peygamber Efendimiz’e inen Kur’an-ı Kerim, gerek Peygamber Efendimiz’in söylediği Hadis-i Şerifler Peygamberimizin yaşama üslubu olan Sünnet-i Seniyye bütün insanlık için en güzel kılavuz ve en muhteşem rehber... Manevi yolda yürümek isteyenler, hayatını en güzel şekilde yaşama sevinci içinde sürdürmek isteyenler hangi inanışa veya inançsızlığa, hangi görüşe mensup olurlarsa olsunlar İslama dönmek zorundalar. İslam, maddi, manevi bütün güzellikleri, incelikleri içinde barındıran en güzel hayat rehberi. Kim ne aradı da İslam’da bulamadı? Zavallı insanlar, hakikati aramak için çalınmadık kapı bırakmıyorlar. Onlara söyleyeceğimiz son bir söz var: “Kapı kapı dolaşma, muratlar sendedir”.



Muhterem efendim, cevaplarım bu kadar. Eğer tereddütlü bir husus kalmışsa lütfen yazın, daha işleyelim. Size, yakınlarınıza , dostlarınıza yürekler dolusu selamlar, sevgiler, saygılar.



Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]