.
Efendim,
Sayfamızdaki yazılar güzel ülkemizle ilgili onun ebedi Müslüman ve çizilmiş sınırları içerisinde huzurla yaşayabileceği umudunu veriyor.Çünkü; sadece bu siteye bile bu kadar kıymetli, bilgi sahibi, içlerinde Allah sevgisi , vatan sevgisi olan insanlar kuşlar gibi gelip faydalı , iyi, güzel ve mantık dolu düşüncelerini bırakıyorlarsa ve benim gibi insanların da bu kıymetli yazıları okuyarak tek yürek olmalarına sebep oluyurlarsa o zaman umutvar ol diyorum kendime. Bu son mailler çağa düşülmüş tarihi notlardır bence. İlerde bir devri aydınlatacak nitelikteler.O kadar güzel saptamalarla ve bilimsel izahlarla yazmışlar ki bunlar birer belge niteliğinde. Cevaplarınızı bir daha bir daha okudum. Günümüzü yaşanan olaylardan örnekleyerek reçetesini öyle bir sunmuşsunuz ki. Allah sizden razı olsun. Benim çocukluğumda ders kitaplarında aile ilişkileri o kadar sıcacık resmedilirdi ki soba başında tertemiz başörtüsüyle ailesine örgü ören nur yüzlü anneanneler, babaanneler köşede kıvrılmış kedi, baba koltukta kitap veya gazete okur anne mutfakta yemeklerle meşgul ve beraber yenilen sofralar.Bu fotoğraf nakşedilirdi beyinlere. Anneannemin gelip bizde kalmasını iple çekerdim.Ne şanslıymışız tv seyreden aile resimleri yoktu o zamanlar .Ailenin birliği, önemi işlenirdi.Ömer Seyfettinler, Kemalettin Tuğcular , v.b.hikayeleri ile hayat dersleri verirlerdi. Veya ben bunları okumayı çok severdim diyeyim.Üniversite yıllarımda bunların toplumda ajitasyona sebep oldukları eski türk filmlerinin ve bu tür hikayelerin romanların toplumu uyuttuğu insanları romantizme sürüklediği daha bir sürü sözümona bilimsel yaklaşımlar duymaya başlamıştım. Şimdi diyorum ki o yıllardan hep sinsi sinsi yabancı kültür bize bilimsellik adına aşılanmaya başlanmış. Halbuki örneğin Ömer Seyfettin' nin "pembeli incili kaftan" hikayesi bir milletin şerefinin korunmasının önemini o kadar güzel iç titreterek anlatır ki. Biz bunu ilkokulda ders olarak işledik.Bu sadece bir tane örnek daha neler var malum. Bugün itibariyle artık kendimi bir kuşağın temsilcisi olarak değerlendirdiğimde ve de milli eğitim değil Milli Öğütüm Bakanlığının icraatlarını okudukça medyanın öğretilerine baktıkça yeni neslin büyütüldüğü değer yargılarının üzüntüsü içinde kalıyorum. Yangın alt katlardan yükseliyor diyorsunuz. Bu bağlamda herkes kendi evine dönüp bakmalı akrabalarına bakmalı en yakından başlamalı yani bilen bildiğini aktarmalı ve de takip etmeli galiba. Ben de mum yakmak istiyorum. Çok kıymetli büyüğüm, birey bazında neler yapabilirim lütfedermisiniz. Sonsuz hürmetlerimle............
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Sayın Hatice Hakeri,
Efendim, baştan sona memleket sevgisi, insan sevgisi ve ihlas ile yazılan mailiniz beni çok duygulandırdı. Aynı zamanda bilinç dolu satırlar beni geleceğe doğru umutlandırdı. Hele sitemizin değerli mensupları için kullandığınız “kuşlar gibi” tabiri ne kadar şiirsel. Gerçekten onlar bir kuşun temizliği, inceliği, zarafeti ve estetiği içinde sitemizi ziyaret ediyorlar. Ve gagalarıyla geleceğe en güzel, en bilinçli mesajlarını bırakıyorlar. Allah hepsinden razı olsun. Onlar, geleceğin büyük, yüce, tertemiz, pırıl pırıl temsilcileri.
Efendim, bugün güzel vatanımız güçlü bir istila içinde. Bir, kültür istilası, iki ekonomik istila, üç, siyasi istila. Duyan, düşünen, tefekkür edebilen, muhakeme ve mukayese edebilen insanlar bu gerçeği görüyor ve birşeyler yapabilmenin aşkı ve heyecanı içinde çırpınıyorlar. Bazı kimseler tam bir duygusuzluk, umursamazlık, nemelazımcılık içinde omuz silkiyor, bana ne diyorlar. Vaktiyle vatanlarını kaybeden, topraklarını satan, milli değerlerini satan insanlar da öyle yapmışlardı. Ama o toprakları satın alanlar bir gün geldiler “defolun köpekler” dediler, “defolun, sizler, topraklarınızı sattınız, burada oturmaya layık değilsiniz. Defolun, cehennemin dibine kadar gidin”. Ve onları it gibi kovdular. Sattıkları topraklarından uzaklaştırdılar. Hayret etmemek lazım. Hayatın kanunu bu. Ne diyordu rahmetli Akif:
“Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır”.
Önemli olan herkesin kendine düşen görevi yapabilmesi. Bu iş nasıl olacak? Önce kendimize sahip çıkacağız. Sonra ailemize sahip çıkacağız, sonra çevremize sahip çıkacağız, sonra vatanımıza sahip çıkacağız. Sonra dünyadaki bütün insan kardeşlerimize Allah rızası için sahip çıkıp onlara faydalı olmaya çalışacağız. Bu işler omuz silkmekle olmuyor, bana ne demekle olmuyor. Bizim sitemiz geleceğe minicik bir mum ışığı yakıp karanlıkları aydınlatmak, bir minicik ümit ışığı olmak, insanlara sevgiyi, dostluğu, edebi, inceliği, dayanışmayı sağlamak amacıyla, dünyamızın ve ahiretimizin cennet güzelliğinde olması amacıyla yola çıktı. Dostlarımızdan mail göndererek yardımcı olmalarını istedik. Ne yazık ki Allah’ın günü çocuklarından, eşinden, işinden, aşından şikayet eden kimseler omuz silktiler, bana ne dediler. Oysa
“Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”
Ne olur dedik, siz de karanlıklara küfredeceğinize bir mum yakın. Tribünlerde kalmayın. Sahaya inin. Bize duygularınızı, düşüncelerinizi, tesbitlerinizi yazın. Ama ne hikmetse bazı dostlarımız kaskatı olmuş kalpleriyle omuz silktiler, bizi hor gördüler, hakir gördüler, küçük gördüler. Nemelazım dediler. Belki biz onların sandığı gibiyiz, belki daha da kötüyüz. Ama Allah’ın da bildiği, kulun da bildiği bir gerçek vardı. Biz, insanı seviyorduk, hayatı seviyorduk, vatanımızı, bayrağımızı seviyorduk. Ve bir karınca olmak istedik. Hikayeyi bilirsiniz. Hazret-i İbrahim zamanında bir karınca yolda gidiyormuş. Bir veli zat selam verip soruyor: “karınca kardeş, nereye gidiyorsun?” Karınca cevap veriyor: “Nemrut, meydana dev gibi bir ateş yaktırmış. Allah’ın sevgili kulu İbrahim’i yaktıracakmış. Ben, bir damla su aldım. Yangını söndürmeye gidiyorum”. O zat gülüyor, “ilahi,karınca kardeş, hiç bir damla suyla yangın söner mi?” Karınca cevap veriyor, “efendim”, diyor, “söner veya sönmez, ben orasını düşünemem, ama gücüm, imkanlarım bu. Ancak bunu yapabilirim. Ve o suyu aldım, yangını söndürmeye gidiyorum. Peki, ben bunu yaparken siz ne yapıyorsunuz?” Veli zat, bu cevap karşısında titriyor, ürperiyor, utançla başını öne eğiyor.
İşte Sayın Hatice Hakeri, bütün mesele o yangına bir damla suyla gidebilmekte. O bir damla su gücümüzün, imkanlarımızın simgesi. Herkes, elinden ne gelirse onu yapacak. İşte bizim sitemiz yurdumuza karşı, hayata karşı ve yeryüzündeki bütün insan kardeşlerimize karşı (tek istisna olmadan) o bir damla suyu götürebilmek amacıyla kuruldu ve sitemiz mensupları da o tertemiz gagalarında taşıdıkları minicik sevgi muştularıyla o bir yudum suyu çoğaltmaya gayret ediyorlar. Siz de o mübarek insanlardan birisiniz. İnce duyarlığınızla, kültürünüzle, hayat tecrübenizle o güzel yolun yolcularından birisiniz.
Efendim, yalnız eleştirmekle bu iş bitmiyor. Günümüz Türk aydınlarının bir kısmı yalnız konuşuyorlar, tenkid ediyorlar, birtakım insanları, birtakım müesseseleri yerden yere vuruyorlar. O zaman onara dönüp soruyorsunuz, “peki kardeşim”, diyorsunuz, “sen ne yapıyorsun?” Cevap veriyorlar, “ben aydınım, ben çağdaşım, ben ilericiyim. Benim vazifem eleştirmek. Ve bir gurup insanlar akşam olunca rakılarını yudumlayarak, nutuklar atarak her gün yeniden Türkiye’yi kurtararak sabahı ediyorlar. Ve bu hergün devam ediyor. Siz ve sizin gibi bir avuç insan öyle düşünmüyorsunuz. İbrahim’e bir yudum su götüren karınca gibi olmak istiyorunuz. Efendim, önemli olan burası. Birisi bize “ey arkadaş, bu yangına karşı sen ne yapıyorsun?” diye sorduğu zaman, karıncanın cevabını verebilmek. Hani halk arasında bir söz vardır, “babamın adı Hıdır, elimden gelen budur” diye. Efendim, kaç kere söyledim, kaç kere yazdım. Bir kampanya açılsın, yetmiş üç milyon arasında. Dış borçlardan kurtulmak için... Bu suretle özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı duyabilsek. Onbir çuval olayından sonra fiilen başlarımızı doğrultabilsek. Son olarak da Sayın Sinan Aygün’e yazdık. Ama kimseden, ama kimseden en ufak bir cevap alamadık. Sizin sitemize gönderdiğiniz görüşleriniz bizlere umut oluyor, ışık oluyor, dayanma gücü veriyor. Allah sizden razı olsun. Yine tekrar yazıyoruz
“Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”
Efendim, yeni maillerinizi bekliyoruz. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhları Şad Olsun.