Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Hayat bizden ihtimam ve saygı bekler.
Gönderen : Sabri Babadan Mektup
Tarih : 5/25/2017 8:12:08 AM


.


Kıymetli yavrum,
Çocukluğumdan beri işitirim, “Batıda meyveler tane ile alınıyor” diye. Ne iyi ediyorlar. İhtiyaçları kadar alıyorlar. Ne eksik, ne fazla. Bizde olduğu gibi gereğinden çok alıp sonra çöpe dökmek onlarda yok. Bizde atılan sadece ekmek değil ki. Sebzeler, meyveler, etler, balıklar, yemekler, her şey atılıyor. Bir gün bir lokantada yemek yiyordum. Önümdeki pilav tabağında beş altı pirinç kalmıştı. İtinayla onları kaşığıma alıyor, yiyordum. Karşı masada dört beş genç yemek yiyordu. Birisi bana döndü, “Efendim, siz imam mısınız?” dedi. Neden sorduğunu anlamıştım. Onu konuşturmak istedim. “Niye sordunuz?” dedim. Anlattılar. “Güzel yavrum,” dedim. “Adam gibi pilav yemek için ille hacı hoca mı olmak lâzım?” ve onlara bir hatıramı anlattım. Beş yaşında bir çocuktum. Bir kış günü sobanın kenarında oturmuş kitap okuyordum. Rahmetli babaannem, pirinç ayıklıyordu. Bir ara tepsiden bir pirinç tanesi yere düştü. Rahmetli babaannem, tepsiyi bıraktı o düşen pirinç tanesini aramaya başladı. Dakikalar geçiyor, babaannem aramaya devam ediyordu. Bir ara dayanamadım. “Aman babaanne”, dedim “bir pirinç için bu kadar eğilmene, aramana ne lüzum var? Yazık değil mi canına?” Her zaman sakin ve mütebessim olan babaannemin birden ifadesi değişti. Kaşları çatıldı. “Yavrum”, dedi “sen hiç pirinç yetiştirilirken gördün mü? Bazı kimseler o pirinci üretirken sağlıklarını kaybediyorlar. Sakat kalıyorlar. Istırap içinde yaşıyorlar. Sen burada sıcak sobanın yanında keyif içinde kitabını okuyorsun. Lütfen bir daha böyle bilmeden konuşma. Ben gerekirse o bir pirinci bulmak için saatlerce arayabilirim.” Utandım, mahçup oldum, kulaklarıma kadar kızardım. Aradan yetmiş yıl geçti. Hâlâ o mahçubiyetimi bugün gibi hatırlarım. O gün bu gün hangi mekânda kimlerle yemek yersem yiyeyim, tabağımda bir tek pirinç tanesi bırakmam.


Rahmetli eşim Rana hanımla kırk dört yıl evli kaldık. O mübârek kadın bu kırk dört yıl içinde ne bir tabak, ne bir bardak, ne bir fincan kırmadı. Evlenirken aldığımız her şey mutfakta bugün de mevcut. Öyle hanımlar görüyorum ki, her ay Paşabahçe’ye gidiyorlar, tabaklarını, bardaklarını, fincanlarını yeniden alıyorlar. Ertesi ay yeniden. Sebep; dikkatsizlik. Rahmetli eşim, hayatında bir kere Besmele çekmeden bir tabağı, bir bardağı tutmadı. O inanılmaz edebi, saygısı, inceliğiyle onları Besmele ile yıkar, yerlerine Besmeleyle kaldırırdı. Kırk dört yıl içinde bana bir kere abdest almadan çorba pişirmedi. Burada bütün mesele, hayata karşı takınılan tavır. Öyle kimseler görüyorum ki, akşam yağmurlu bir günden sonra eve geliyorlar. Haliyle ayakkabıları ıslanıyor, çamurlanıyor. Onları bir kenara koyup öylece bırakıyorlar. Bir süre sonra çamurlar kuruyor ve ayakkabının derisini sıkıyor. Deri çatlıyor. Kısa bir süre önce alınan ayakkabı, çöpe atılıyor. Oysa o ayakkabıyı temizlemek, silmek, fırçalamak, boyamak varken bir ihmal ayakkabının atılmasına neden oluyor. Bu misalleri alabildiğine çoğaltabiliriz. Netice ne mi oluyor? İşte mahkemeye verilen yüz binlerce kart borçluları. Ve bundan dolayı intihar etmek için İstanbul Köprüsü’ne gidenler, bozulan bütçeler, yıkılan aile yuvaları ve dağlar gibi biriken dış borçlar. Ve bir takım devletlerin alacaklarına güvenerek üzerimizde hakimiyet kurmak istemeleri. Nasıl da olaylar zincirleme birbirine bağlı. Evet efendim, her şey birbirine bağlı. Sonradan Müslüman olan Profesör Eva Hanım; “Bir kimse”, diyor “çay bardağına koyduğu şekeri karıştırırken çıkan ses aynı anda uzayın bütün hücrelerinde duyulur.” Bunu okuduğum zaman öyle heyecanlandım ki, ürperdim. Hayatta her şey birbirine o kadar yakından bağlı ki, mutfaktan ayrılırken elektriği söndürmeyi ihmal edenler, musluğu kapatmayarak gereksiz yere su akıtanlar, bir süre sonra fert olarak, aile olarak ve toplum olarak bunun faturasını ödemek zorunda kalacaklar. Ağaç yaş iken eğilir. Tasarruf terbiyesi çok küçük yaştan itibaren verilmezse sonra yapılacak fazla bir şey yoktur. Aile, okul, toplumdaki müesseseler, gazetesiyle, televizyonuyla, radyosuyla, sinemasıyla, tiyatrosuyla el ele vermeli, tasarruf terbiyesini çok küçük yaştan itibaren çocuklara vermeye çalışmalıdır. Hepimiz mes’ulüz. Hiçbirimizin bana ne demek lüksü yok. Rahmetli Mehmet Akif; “Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” diyordu.


Allah cümlemize bu sorumluluklarımızı hissetmeyi nasip etsin…
Selam, saygı ve sevgi ile.



Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Onun ve Hakka Göçen Ailesinin Aziz Ruhlarına Fatihalarla.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]