Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Seviyorum, seviliyorum, o halde varım.
Gönderen : Ayla Belen
Tarih : 5/29/2017 5:12:59 PM


.


Değerli büyüğüm,


Efendim, son maillerden Sayın Ersin Özdemir'in Nalıncı Baba hikayesi beni cok etkiledi, sağolsunlar, bastırdım, tekrar-tekrar okumak icin. Bu güzel hikayenin üstüne yazmak zor ama, izin verirseniz Leonardo da Vinci'nin “İsa'nın Son Gecesi” tablosu'nu yazmak istedim.


Kardinaller Leonardo da Vinci'den İsa'nın Son Gecesi tablosunu yapmasını isterler. Büyük bir heyecanla tablonun yapımına baslar, bu arada Yahuda ile Hz.Isa'yı temsil edecek kisileri aramaya baslar.Yahuda için çok çirkin bir kişiyi, Hz.İsa için de çok güzel, anlamlı bir kisiyi arar. Bir müddet sonra, bir kilise korosunda ruhani yüzlü bir zat görerek sevinir ve onun Hz.Isa olarak tablosuna resmini cizer. Ama Yahuda'yı bir türlü cizemez. Aradan tam 5 yıl gecer. Bu arada kardinaller tablonun bitmemesinden duydukları rahatsızlıklarını Leonardo da Vinci 'ye belirtirler. Nihayet Leonardo da Vinci, yüzü çirkin, sarhoş bir kişiyi bulur. "Nihayet kötülükleri ve şeytanı anlatacak, çirkin bir yüz" diyerek resmini çizer.Tablo tamamlanırken sarhoş ayılır ve "Ben bu tabloyu tanıyorum, bu yüzü de (Hz.İsa) tanıyorum" der. Leonardo da Vinci çok şasırır ve bu tabloyu kimsenin henüz görmediğini söyler. Ama sarhos adam ısrarla "Evet bu tabloyu biliyorum. Çünkü 5 sene önce kilise korosunda benim resmimi yapmıştın" der.


Değerli büyüğüm, dinle san'at arasında cok yakın ilişki olduğunu sizden ögrendik, kuru ekmekle Velazquez tablolarını görmeye, o tablolarda Allah'ı aramaya ta İspanya'lara gittiğinizi bilerek haddimi aştıysam affedin. Leonardo devrinde de bilinemeyen kişiler yaşamış. Çirkin zannettiklerimizde güzellikler görmeyi benim gibi aciz kullarına Rabbim nasip eder inşaallah.


En derin saygılarımla.


Ayla Belen


--------------------------------------------------------------------------------


Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :


Sayın Ayla Belen,


Değerli yavrum, Allah nazardan esirgesin, ne kadar güzel mailler gönderiyorsun. Onlara hayran olmamak mümkün mü? Öyle ince nüanslar yakalıyorsun ki sizin maillerinizi okuduktan sonra Kur’an-ı Kerim’deki “Düşünenler için ibretler vardır”, “Bunda düşünenler için nice hikmetler gizlidir” hükümleri aklıma geliyor. Evet, herşeye bakışımız düşünceye göre şekil alıyor, anlam kazanıyor.



“Mestane nukuş-u suver-i aleme baktık


Her birini bir özge temaşa ile geçtik”



mısralarını Neşati ne güzel söylemiş. Evet, her şey bakışa göre değer kazanıyor veya anlamını yitiriyor. Biz kainatın sırlarına ve güzelliklerine düşünce ile varabiliyoruz. Rilke’nin kitaplarını yüzyirmi beş kere okudum, hala doyamadım. Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa tablosuna ortaokuldan beri hergün bakıyorum. Daha özümlediğimi söyleyemem. Beş yaşından beri Yunus’u okuyorum. Onu bütün nüanslarıyla anlamak, içine sindirmek, özümlemek istiyorum. Ne mümkün? Her okuyuşumda önümde bir okyanus açılıyor. Sade “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” mısraı bile beni ürpertmeye, heyecanlandırmaya yetiyor. Bu mısraı okuyunca huşu içinde kalıyor, kendimden geçiyorum. Yunus,



“Gören göz değil, gönüldür”



diyor. İç dünyamız ne kadar temizse, ne kadar arınmışsa o oranda güzelliği görebiliyor, gerçekleri hissedebiliyoruz. Yunus’un



“Tehi görme kimesneyi


Hiç kimesne tehi değil”



mısraları üzerine bugünkü sahte, kof, çürük medeniyetin yerine yepyeni bir dünya kurulabilir. Bütün mesele hep tefekküre geliyor, görebilmekte toplanıyor.


Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Ama arabesk denilen çürümüş, yozlaşmış, bütün incceliklerini kaybetmiş dünyada birileri çıkıyor, “Batsın bu dünya” diyor. “Alem buysa kral benim” diyor. “Mezarımı taştan oyun” diyor. “Ölürsem kabrime gelme, istemem” diyor. İnsan hayata, onun çıldırtıcı güzelliklerine nefsaniyetinin zifiri penceresinden baktığı zaman herşey anlamını kaybediyor. O zaman müzik, insanın ruhunu arıtan, temizleyen, yücelten, insanı Allah’a götüren bir köprü olmaktan çıkıyor. İnsanı zehirleyen, bedbinliğin, karanlığın uçurumlarına götüren bir illet oluyor. Velhasıl herşey düşünceye göre bir anlam kazanıyor veya kaybediyor.


Ayla Hanım, biz kendimizi arıtıp, temizdiğimiz zaman herşey güzelleşecek, herşey bir ihtişam kazanacak. Ama bu iş kolay olmuyor. Arınıp, temizlenebilmemiz için önümüze sürekli imtihanlar çıkarılıyor. Mümkünse bu durumdaki insana biraz sevgi ve saygı, biraz yakınlık gösterek yardımcı olmaya çalışalım. O insanın omuzuna konacak sıcacık bir el ona sevgiyle, saygıyla söylenecek yumuşacık bir söz, bir ab-ı hayat gibi gelir. O zaman omuzundaki eli bir meleğin kanadı gibi hisseder. Günümüzün materyalist tıbbında insana eşya gibi bakılıyor. Psikiyatristler hastalarını yüksek dozajda ilaç vererek iyileştirmeye çalışıyorlar. Oysa gelen insanın sadece ama sadece sevgiye ihtiyacı var, sevilme özlemi var. İlaç, sevginin yerini nasıl tutar? Bunu düşünmek bile insanı hiç tanımamak değil midir? Ne olur, günümüz dünyasında insana biraz sevgiyle, saygıyla, edeple, incelikle, ihtiramla yaklaşabilsek. O zaman düğümler çözülecek, o zaman bütün karanlıklar aydınlanacak. İşte o zaman Yunus Emre’nin



“Aşk gelicek cümle eksikler biter”



mısraındaki sır anlaşılacak.



Senelerce evveldi. Bir adli tatilde Almanya’ya gitmiştik. Çok sıcak bir yaz günüydü. Berlin’deydik. Çılgınca bir su özlemi içindeydik. Su yok. Milyon versen yok. Mineral diyorlar taş gibi, zift gibi bir maden suyu dayıyorlar önünüze. Meyve suyu diyorlar pis, iğrenç bir boyalı suyu küfreder gibi önünüze koyuyorlar. Malum sebeple bira içemiyorsunuz. Allah’tan karşıma bir dost çıktı. UNESCO kültür ataşesi. Beni evine götürdü, önüme Fransız “Eviyen suyu” getirdi. İçtim, içtim, kana kana içtim, doyasıya içtim. O günü hiç unutmam. İşte günümüz insanının sevgiye olan susuzluğu da böyle. Bütün hastalıkların arkasında hep sevgisizlik var, sevgi özlemi var. Olay burada. Sevilmek istiyoruz, isteyen ayıplasın, isteyen kınasın. Küçük bir çocuk gibi okşanmak istiyoruz. Omuzumuza konacak bir elin özlemiyle yanıp, tutuşuyoruz. Önümüze kutu kutu, yüksek dozajda müsekkinler getiriyorlar. O zaman insanın aklına Cyrano de Berjarac’ın o meşhur mısraı geliyor:



“Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun”.



İşte böyle efendim. İnsanları içkiye, sigaraya, uyuşturucuya, kumara, fuhşa, çılgınca alışverişe ve sonunda intihara götüren sebepler temeline, derinliğine inilirse bir tek noktadan kaynaklanıyor: sevgisizlik.


Bu satırları okuyanların içinde biliyorum başını sallayanlar olacak, gülenler olacak. Olsun. Güneş balçıkla sıvanmaz. Gerçek bu. Onun için büyük Yunus,



“Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyor. Onun için Fazıl Hüsnü Dağlarca:



“Ben cihanın altın terazisine


Ağırlığımca sevgi vermişim


Ses edin uzak milletlerin gençleri


Bütün antenlerimi germişim”



diyor. Onun için Bethooven, dokuzuncu senfoninin koro kısmında



“Birleşiniz insanlar, kardeş gibi olunuz” diyor. Onun için Resulullah Efendimiz “Bir kimseyi sevdiğiniz zaman ona sevginizi söyleyin, geciktirmeyin, yarına bile bırakmayın. Yarın ikinizden biri için çok geç olabilir” buyuruyor.



O halde ne bekliyoruz? Selam, sevgi ve saygı ile.



Sabri Tandoğan Efendi Hz.
Aziz Ruhlarına Fatihalarla.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]