Konu : Şükret ki, elindekini kaybetmeyesin.
Gönderen :
Ayşegül
Tarih :
6/3/2017 10:11:13 PM
.
Değerli hocam insanları kıskanmamak nasıl mümkün? İçimizdeki rahatsız eden nefsani kıskanma duygularına nasıl söz geçiririz?Küçüklüğümden beri başımda böyle bir huy var. En içten sevgi ve saygılarımla.
--------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sabri Tandoğan Efendi Hz'nin cevaben yazdıkları :
Kıymetli yavrum, derler ki, İmân iki bölümdür. Yarısı sabır, yarısı şükürdür. Şükür, her şeyin başıdır. Şükreden bir insan, Allah’ın hangi nimetlerine şükredeceğine şaşırır, kendinden fazla nimet verilmiş kimse görmez ki kıskansın. Şükürler olsun gözümüz var görüyoruz, ( gözleri görmeyenler de var ) kulağımız var işitiyoruz, ( hiç işitemeyenler de var ) ellerimiz var her türlü işimizi görüyoruz, onlarla yiyoruz, içiyoruz ( elleri olmayanlar da var ) ayaklarımız var yürüyoruz, ( ayakları olmayanlar da var ) başımızı sokacak bir evimiz var, ( evi olmayan, soğukta donanlar da var ) karnımız acıktığı zaman, komşunun kapısını çalmıyoruz, ekmek diye, yiyeceklerimiz de var…
Değerli yavrum, Allah dünyaya hangi kulunu gönderdiyse, onlara çeşitli meziyetler, güzellikler vermiştir. Kimse kimseden üstün değildir. Ben seksen bir yaşına geldim. Hayatta hiç kimseyi kıskanmadım. Bir takım insanlar gördüm, onların bir takım değerli yönleri vardı ama onları kıskanmadım. Çünkü, benim de değerli yönlerim vardı. Çocukluğumdan beri merak ederim, kıskançlık nasıl bir duygudur? İnsan, bir başka insanı nasıl kıskanabilir? Çocukluğumdan beri her gece yatarken dua ederim, “Allah’ım beni çok zengin etme” diye. Bir komşumuz vardı, Arnavut, Hüseyin Caka. Çok zengindi. Hele bir dönem, şekere korkunç bir zam geldikten sonra, fevkâlâde zengin olmuştu. Otelinde gizlice kumar oynayan bakanlar vardı, onların hizmetlerini yalnız Hüseyin Caka görürdü. Bir çay servisinde bakanların aralarındaki gizli konuşmalarından şekere korkunç bir zam geleceğini duymuştu. Servisten sonra kalkmış, bütün servetini bankadan çekmiş, şekere yatırmıştı. Birden bire Hüseyin Caka, Ankara’nın en zenginleri arasına girmişti. Sokaktan geçerken, herkes camlara koşar, onu seyrederdi. Haftada bir kere, kuaför gelir, saçlarını boyardı. Fakat bu zenginlik, onu çıldırttı. Bir gün, lisede okuyan, karısının yeğeni Firdevs’e tecavüz etmek istedi. Kız kendini üçüncü katın penceresinden aşağıya, kaldırım taşlarının üzerine attı. Bütün kemikleri kırıldı. Hüseyin Caka, özel uçak tuttu, kızı İsviçre’ye tedaviye götürdü. Çünkü o günlerin Avrupasının en iyi ortopedisti, İsviçre’de bulunuyordu. Ben o zaman beş yaşındaydım. Bu olay beni ürpertmiş, günlerce ağlamıştım. Ve hep şunu düşünüyordum, “eğer, Hüseyin Caka, bu kadar zengin olmasaydı, böyle azmaz, bu çılgınlığı yapmazdı.” Firdevs, Avrupa’da aylarca tedavi görmüş, iyileşmişti. Geri döndüler, ama bu uzun tedavide Hüseyin Caka’nın elindeki bütün servet bitip tükenmişti. Ankara’ya geldikten sonra, bir inşaatta, amelelik yapmaya başladı. Nereden nereye… bu olay, beni yıllarca düşündürdü. O olaydan sonra, her gece dua etmeye başladım. “Allah’ım, beni çok zengin etme.” Diye. Halâ da ederim. Bazı kimseler, dünyanın parasını veriyorlar, otomobillerin, motosikletlerin en güzellerini alıyorlar. Acaba hiç düşünüyorlar mı, ya bir kazada, paramparça olursak diye…
Güzel yavrum, bu misalleri sonsuza kadar çoğaltabiliriz. Ama işin özeti şudur, gerçek mânâda şükretmezsek, elimizdekinin kıymetini bilmezsek, bir gün bakarız ki, o nimet uçup gitmiş, yok olmuş. Bu nedenle yavrum, sen sen ol elindeki nimete, önündeki imkânlara lâyık olmaya çalış. Onların şükrünü eda et. MaazAllah elinden uçup, gitmesinler.
Selâm, sevgi ve saygı ile…
Sabri Tandoğan Efendi Hz.
|